İki çavuş, "Hangimizin eri daha salak?" diye iddiaya girmiş. İlk çavuş erini çağırıp, emretmiş:
- Oğlum, al şu 10 lirayı, git bana bir araba al!..
- Başüstüne komutanım!..
Er parayı alıp gitmiş. İkinci çavuş erini çağırıp emretmiş:
- Oğlum, git bak bakayım ben evde miyim?
- Başüstüne komutanım!..
Bir süre sonra iki er çarşıda karşılaşmış. Başlamışlar birbirlerine dert yanmaya. Birinci er:
- Yahu bende bir çavuş var, o kadar salak ki, "Git bana araba al!" diye bana para verdi. Ulan keriz, bugün pazar. Arabayı nerden bulayım?
İkinci er:
- Yahu, benim çavuş daha da salak. Gidip "Kendisi evde miymiş, değil miymiş?" diye bakacakmışım. Ulan lavuk, yanında koskaca askeriyenin telefonu var, telefon edip, eve sorsana!..
SİZE CEZA YAZIYORUM
Temel, trafik polisi olmuş, gelene geçene ceza yazıyormuş. "İllallah" diyen kasaba halkı Temel'den şikâyetçi olmuş. Bunun üzerine Temel'i, ıssız bir köy yolunda görevlendirmişler. Temel bakmış ki; ne gelen var, ne giden var, sıkıntıdan akşamı zor etmiş, tam görev yerini terk edecekken, bisikleti ile gelmekte olan bir papaz görmüş, durdurup yanına yaklaşmış:
- Papaz efendi, bu karanlıkta tek başınıza gitmekten korkmuyor musunuz?
- Niye korkayım evladım? Ben yanlız değilim ki; sağımda İsa, solumda Meryem Ana var. Korkulur mu hiç?
Temel hemen ceza makbuzunu çıkarmış ve demiş ki:
- Papaz efendi, bisiklete üç kişi bindiğiniz için; size ceza yazıyorum!..
ALLAH NE DERSE ÖYLE OLUR
Bu Bir Osmanlı Hikayesi
Çanakkale harbinin devam ettiği günlerde bir Ramazan arefesiydi. Cephe kumandanı Vehip Paşa 9. Tümenin genç imamını çağırarak mahzun bir şekilde istemeye istemeye şöyle dedi:
- Hafız! Yarın Ramazan Bayramı. Asker toplu olarak bayram namazı kılmak istiyor. Ne dediysem, vazgeçiremedim. Ancak böyle bir şey pek tehlikeli, yani düşmanın arayıp bulamayacağı toplu bir imha fırsatı olur. Münasip bir dille bunu etrafa sen anlatıver!...
İmam Efendi, Paşanın yanında henüz ayrılmıştı ki karşısında nur yüzlü bir zat çıktı ve:
- Oğlum sakın ola askerlere bir şey söyleme, gün ola hayr ola. Allah ne derse öyle olur, dedi.
Ertesi sabah herkesi hayrette bırakan ilahi bir tecelli yaşandı. Gökten hevenk hevenk bulutlar indi ve gönlü Allah'a kulluk aşkıyla dopdolu olan mü'min askerlerin üzerini kapladı. Onları dürbünle gözleyen düşman kuvvetleri artık bembeyaz bulutlardan başka bir şey göremez oldu. O sabah bambaşka ve manevi bir heyecan içinde kılınan bayram namazında alınan gür tekbirler dalga dalga semaya yükseliyordu. Nur yüzlü ihtiyar zat Fetih Suresi'nden bir kısım ayetleri tilavet ederken askerlerin gönüllerinden taşan kelime-i tevhid sesleri birer iman sayihası halinde düşman saflarından bile duyulmakta idi. İşte bu esnada İngiliz kuvvetleri arasında büyük bir kargaşa baş gösterdi. Zira çeşitli İngiliz sömürgelerinden kandırılarak toplanıp getirilmiş bulunan bir kısım Müslüman askerler yine kendileri gibi Müslüman bir toplulukla savaştıklarını, işittikleri tekbir ve tevhid seslerinden anlamış ve bunun üzerine isyan etmişlerdi. Ne yapacağını şaşıran zalim İngilizler, onların bir kısmını kurşuna dizdi. Diğerlerini de alelacele cephe gerisine çekmek zorunda kaldılar.
|