Tarlada çalışan bir köylü, yaz sıcağından ve yorgunluktan bunalınca, bir ağaç gölgesine oturmuş, dinleniyormuş. Çevresine bakarken bir bok böceği gören köylü, Tanrıya serzenişte bulunmuş:
- Allahım, her türlü mahlukatı yarattın da, bu bok böceğini niye yarattın?
Aynı köylü bir yıl sonra ölümcül bir hastalığa yakalanınca, doktora gitmiş. Doktor demiş ki:
- Senin derdinin dermanı bok böceği; yersen kurtulursun, yemezsen ölürsün!..
Adam çaresiz doktorun dediklerini yaparak iyileşmiş.
Aynı köylü iki yıl sonra bir gemide yolculuk yaparken fırtınaya yakalanmış. Dev dalgalar gemiyi ceviz kabuğu gibi sallıyormuş. Gemi personeli telaşla sağa sola koşarken, bizim köylü de rakısını yudumluyormuş. Gemi kaptanı bu duruma fena içerlemiş:
- Yahu sen ne kadar rahat adamsın! Gemi batacak, umurunda değil!..
Köylü, umursamaz bir tavırla kaptana akıl vermiş:
- Ben Tanrının işine bir defa karıştım; bok böceği yemek zorunda kaldım. Aklınız varsa, Tanrının işine siz de karışmayın!..
SÜNNET ETTİK
Temel'in bir çocuğu olmuş. Temel de, biraz hava atıp neşelenmek için kahveye gitmiş, arkadaşlarına övüne övüne mujdeyi vermiş:
- Ula uşaklar, 14 kiloluk bebeğim oldu!..
Arkadaşları Temel'e hiç inanmamışlar, şaka sanıp, gülüp geçmişler. Aradan 1 ay geçtikten sonra, "Ya doğruysa!.." diye düşünüp Temel'in evine gitmişler. Temel onlara bebegi göstermiş, bakmışlar ki; bebek 2 kilo civarında. Arkadaşları Temel'e sormuşlar:
- Ula Temel, bebek hani 14 kiloydu?
Temel, hiç istifini bozmadan cevap vermiş:
- Doğduğunda 14 kiloydu, sünnet ettik; 2 kilo kaldı!..
ALDIĞIMIZ FİYATI
Bu Bir Osmanlı Hikayesi
27 sene süren kanlı savaşlarla alınan ve uğrunda 50.000’den fazla şehid verilen Girit Adasında, tam 200 sene sonra, Yunanlıların ve batılı devletlerin kış kırtmaları neticesinde isyanlar başladı. Hatta yerli Rumlar 2 Eylül 1866 günü adayı Yunanistan’a ilhak ettiklerini ilan ettiler. Bunun üzerine Osmanlı hükûmeti bu isyanı bastırmak için hemen adaya askeri birlikler gönderdi. Bu sırada Paris’te Milletlerarası fuar açılışı vardı ve bu münasebetle Fransa İmparatoru III. Napolyon, Sultan Abdülaziz’i de davet etmişti. Abdülaziz Han, bu daveti kabul etti ve Osmanlı tarihin de ilk defa yurt dışına resmi gezi yapmak üzere 21 haziran 1867 günü İstanbul’dan hareket ederek vapurla Fransa’nın Marsilya şehrine, oradan da trenle Paris’e gitti. Yanında Sadrazam Keçecizade Fuad Paşa da bulunuyordu. III. Napolyon, Abdülaziz Han’ı büyük bir merasimle karşıladı. Birkaç gün sonra padişahın şerefine bir ziyafet verdi. Bu ziyafet esnasında bir ara Fuad Paşa, III. Napolyon’a, Yunanlıların Girit’te alçakça hareketlerinden ve kanlı savaşlardan bahsedince III. Napolyon:
-Paşa Hazretleri, başınıza dert olan şu adaya müşteri bulup satsanız olmaz mı? diyerek nükte yapmaya kalkışınca,
Fuad Paşa:
-İmparator Hazretleri, bu güzel bir fikir, deyince III. Napolyon:
-Öyleyse kaça satarsınız? dedi.
Fuad Paşa, bu suale karşılık, İmparatorun suratına şamar gibi inen şu cevabı verdi:
-Aldığımız fiyata Ekselansları...III. Napolyon beklemediği bu cevap karşısında şaşkına dönerek susmayı tercih etti. Çünkü Girit’in 27 sene süren kanlı savaşlarla Osmanlı’nın kanı pahasına alındığını biliyordu.
|