Yine var. Ama artık süngüsü düştü. Bir zamanlar yalan haberleriyle ünlenen bu gazete, megaloman (büyüklenme) tavırları ve insan-i olmayan ahlak dışı yayınlarıyla önüne gelene çamur atıyordu. Borusuna ot tıkanınca, şimdi el değiştirdi. Onun, anlatacağım bir çirkefliğini ve kepazeliğini ibretle okuyun.
Değerli okurlarım; Çıkarı için anasını satan, baskı ve korkuyla dinini değiştiren insanların olduğu hep söylenirdi ancak, gazete gibi önce halka güven verip sonradan salt çıkarını gözeterek yayın yapar hale gelen, bu ikiyüzlülüğü işe yaramayınca da, günün birinde çanına ot tıkanan bir gazete varsa, o da halen piyasada dolaşan, kimi vatandaşların “paçavra” dediği Hürriyet adlı bir gazetedir.
Sakın, öfkeye kapılıp da bunları yazdığımı sanmayın, bütün sözlerim sadece doğruları anlatmaktan ibarettir. Ve, hepsi doğrudur.
Önce ve sadece bu gazetenin, şahsıma yaptığı haksız saldırılardan kısaca söz ettikten sonra, şimdi nasıl süngüsünün düştüğünü ve içine düştüğü bu son durumu anlatmaya çalışacağım. Yaşanmış bu ilginç serüveni, bir boş zaman aralığında sonuna kadar okumanızı isterim.
Bu gazetenin, bürokrasinin tepesinde olduğum bir dönemde, salt çıkarına yönelik isteklerini yerine getirmediğim için bana nasıl saldırdığını ve yayın gücünü kullanıp kirli yüzünü nasıl gösterdiğini, kimi zamanlarda bu sütunlarda, kimi zamanlarda da başka gazetelerde anlatmaya çalışmıştım. O yazdıklarımı okuma imkanı bulamayanlar için, bugün bazı isimler vererek daha somut hale getirip, bir tekrarını yapmayı uygun buldum.
GAZETE, ÇİRKEFLEŞİYOR!
O dönemde, gazetenin Yıldırım Çavlı adında bir yazarı vardı. Gazete, birkaç ay önce Cağaloğlu’ndan Yeni Bosna’ya taşındığı için, Çavlı ve kimi arkadaşları, Yeni Bosna’da Okul yeri olarak ayrılan ve gazeteye yakın olan bir arsaya göz koymuşlardı. Kuracakları konut kooperatifi ile gazete çalışanlarına konut yapmak için bu arsayı okul yeri olmaktan çıkartıp, kendilerine vermemi istiyorlardı. Yıldırım Çavlı, bu işin takipçisi olmuştu. İsteklerinin tahakkuku için de, yayın güçlerine güveniyorlardı. Gazete işte o yüzden, “Megaloman” (kendini büyük gören) bir gazete olarak anılıyordu.
Onların isteğini yerine getirmek, milletin çocuklarına devletin tahsis ettiği bir okul yerini, bir imkanı, birilerine peşkeş çekmek olurdu ki, bu bir suç, bir görev kusuru, bir vicdani sorumsuzluk, daha doğrusu bir hainlik olurdu. Vermedim. Şahsıma, büyük hasım oldular.
O sıralarda, bir başka durum daha yaşandı. Emlak Konut’un Ataköy 8’nci Kısımda yaptırıp, açmak için kurumum adına emrime teslim ettiği büyük bir Okulu kendilerine kiralayıp, o bölgede olmadığı için bir Özel Okula çevirmek isteyen kimi sermaye sahipleri, bana baskı yapıyorlardı. Buna da hayır dedim ve binayı, onlara da vermedim. Okula, Ataköy Cumhuriyet Lisesi adını verip, devlet okulu olarak Ataköylülerin hizmetine sundum.
Hürriyet Gazetesi, öteki ve buradan edindiğim düşmanlarımla da işbirliği yapıp, Yıldırım Çavlı’nın kaleminden saldırılarına devam etti. Gazete, Emine Gümüş adlı kalemini satan kişiliksiz bir muhabiri de peşime takınca bu tetikçiler, şeytanın bile aklına gelmeyen yalan haberlerle üstüme saldırdılar. İstanbul eski Valisi ve dönemin Milli Eğitim Bakanı Nevzat Ayaz da, korkak ve mürai olunca ve de birçok açığından ötürü hedef olmaktan korkup olaya seyirci kalınca, zalimler iyice azdılar.
Ayaz’ın tutumunun, başka bir sebebi de vardı. O da, ahlaki zafiyetinden ötürü görevinden aldığım bir bayan Okul Müdürünü, Ayaz’ın isteğine rağmen yerinde bırakmadığım için, Bakan Ayaz’ın şahsıma özel bir husumeti olmuştu. Onun seyirci, kindar ve mürai oluşu, işte bundan kaynaklanıyordu.
Gazete, Yargıya doğrudan ve yayın yoluyla baskı yaparak, Mal Bildirimi Yasasına muhalefet ettiğim savıyla beni mahkemeye verdirip, oradan da bana küçük bir ceza verdirdiler. Çok ilginçtir, cezanın tamamen baskı ile verildiğini, Mahkemenin Hakimi Avukatımla birlikte iken yüzümüze karşı itiraf etti. Bununla da kalmayıp, uğradıkları yoğun baskının, tam bir zulüm olduğunu da anlattı.
Sevgili okurlarım; Buraya küçük, ancak çok önemli bir not düşmeliyim. O dönemde sadece bana uyguladıkları 3628 numaralı Mal Bildirimi Kanunu, 17 yıllık bu iktidar döneminde, yolsuzluklar/suç üstüler/ve bütün rezillikler ayyuka çıktığı halde tek bir kişiye, (tekrar ediyorum tek bir kişiye) bile uygulanmadı.
Devam edelim. O sırada gazetenin Yayın Yönetmeni Ertuğrul Özkök adlı, hani şu seks düşkünü tavırları ve bu tür yazılarıyla maruf olup, “Öldüğümde, benim cenazemi Camiden değil, Kiliseden kaldırın.” diyen kişiydi.
MAHKEME KARARIYLA, “O BİR YALANCI GAZETE”
Gazetenin hakkımda yaptığı yalan haberlerin tamamı, şimdi İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dekanı olan Öğretim Üyesi tarafından incelendi. Her birinin gerçek dışı ve hukuken iftira nitelikli olduğu rapor edilince, Mahkemece bu haberler için ayrı ayrı Tekzip (Yalanlama) Kararları verildi. Ancak, gazete tekzip kararlarını yayınlamayıp, yalanları duyulmasın diye şahsıma tazminat ödemeyi kabul ettiler ve tazminatı ödediler.
Gazete, salt çıkarı ve öfkesi uğruna öyle yalan haberler yapıyordu ki, bütün bunları gören ve o dönemde Cumhurbaşkanı olan merhum Süleyman Demirel; “Bu Gazetenin tek bir haberi doğru değil” demek zorunda kalmış, bu ifadesi öteki gazetelerde manşet olmuştu.
GAZETEYİ, AYDIN DOĞAN ALMIŞTI
İki oğlu olan gazetenin esas sahibi Erol Simavi, babası Sedat Simavi’den aldığı gazeteyi, çok istediği halde oğullarına devredemedi. Çünkü, küçük oğlu Saffet 19 yaşında intihar etti. Büyük oğlu Sedat ise gazeteciliği benimsemeyince, yeni bir bina yaptırıp gazeteyi Cağaloğlu’ndan Yeni Bosna’ya taşıdı, 1994 yılında da Aydın Doğan’a sattı.
1986 yılına kadar, Sirkeci’de açtığı küçük bir galeride yerli oto satan Aydın Doğan önce Milliyet Gazetesini, sonra da Hürriyet’i satın aldı. İşte ondan sonra ne olduysa oldu gazetenin tutumu değişti. Ve, zaman içinde megaloman/yalancı bir gazete haline gelen Hürriyet, bugünlere gelindiğinde süngüsü düşüp, yalaka bir gazete oluverdi.
Bu gazeteyi çok iyi tanıyanlardan edindiğim bilgilere göze, Aydın Doğan’a geçip el değiştirdikten sonra, “Gazete tam bir şantaj aracı olmuştu, kimi yazarları da tam bir tetikçi olarak kullanılıyordu.” Yukarıda adını verdiğim kişiler de, işte böyle birer “maşa” olmuşlardı.
ALMA MAZLUMUN AHINI …
İstanbul Belediye Başkanı olduğu dönemde, Tayyip Erdoğan’ı haklı-haksız, bazen de hakaret boyutunda eleştirip üstünde baskı kurmak isteyen Hürriyet, Adalet ve Kalkınma Partisi kurulup Erdoğan iktidar olduktan sonra, aynı baskıları sürdürmeye devam etti. Çünkü o, megalomandı ve kendisini bütün güçlerin üstünde görüyordu.
Başka işler de yapan gazetenin sahibi petrol kaçakçılığından yakalanıp, Ağır Ceza Mahkemesi’nde yargılanmaya başlayınca, gazetenin süngüsü işte o zaman iyice düştü. Uğradığı çok ağır vergi cezaları ise, ona feleğini şaşırttı.
Sahip Aydın Doğan, ilk iş olarak ölümünde Kiliseden defnedilmesini isteyen, ancak başına dert olan Ertuğrul Özkök’ü gazetenin Yayın Yönetmenliğinden uzaklaştırdı. Yalvarıp yakarması üzerine kapının önüne koymayıp, gazetede sadece yazı yazmasına izin verdi.
Peşime takılan ve mahkemece tekzip edilip, tazminat ödedikleri o yalan haberleri üreten Yıldırım Çavlı, o olaylar sırasında bir gecede ve aniden öldü.
Erkekliğe özenip, sürekli pantolonla gezen şeriki Emine Gümüş adlı öteki yalancı muhabirin ise, başka kusurlarından ötürü gazeteden kovulduğu, bu kişinin daha sonra Avusturalya’ya gidip, kansere yakalandığı ve orada öldüğü öğrenildi.
Korkak Milli Eğitim Bakanı ile işbirliği yapan mürai Bakanlık Müsteşarı Bener Cordan da, daha sonra kanser olup, öldü. Aleyhime Müfettişleri yönlendiren ve gazeteyle işbirliği yapan Bakanlık Teftiş Kurulu Başkanı Ali Rıza Satıcı ise, kalp krizine yakalandı ve o da öldü.
TAYYİP ERDOĞAN, ÇANLARINA OT TIKAYIVERDİ !
Tayyip Erdoğan’ı, partisini, hükümetini ve iktidarını sert ifadelerle eleştiren, ancak daha önceki iktidarlar tarafından sırtı sıvazlanan ve böylece şımaran Hürriyet, bilinen tabirle “Atın, ağzına vurulan gem’i takmayıp, azı dişlerinin üstüne alması gibi…” (Gemi azıya almak…) kimseyi takmayınca, suyu ısınmaya başladı.
Gazete ve sahibi, önce vergi kaçırmaktan takibe ve ağır cezalara uğrayınca, süngüsü bir kere daha düştü. Mahkemeler de karşısına çıkınca, ringe havlu atmak zorunda kaldı. Bu bir teslimdi, bu nihayet bir haddini bilmekti.
Daha fazla direnemeyen ve yapılan pazarlıklara fazlaca itiraz edemeyen gazete, Erdoğan Demirören’e satıldı. Burnundan kıl aldırmayan gazete, birden “Yandaş ve Yalaka” bir gazete oluverdi. Böylece, “Bükülemeyen bilek, öpülür.” sözü, bir kere daha doğrulanmış oldu. Kendisini, basının “Amiral Gemisi” olarak tanıtan bu gazete, gölde yüzmeye çalışan, ancak savrulup su alan bir tekne oluverdi.
Bendeniz de, bu sütunlarda mevcut iktidar ve lideri hakkında, dar bir alanda da olsa pek çok yazılar yazdım. Eleştiriler yaptım. Ancak, bunları yaparken daima edep sınırları içinde kaldım.
Tayyip Erdoğan’ın, bu şımarık ve megaloman gazetenin süngüsünü düşürmesini büyük, ama çok büyük takdirle karşıladım. Konuştuğum pek çok kişi, benim gibi düşünüyor ve benim gibi Erdoğan’a “Helal olsun!” diyorlardı.
İlginizi çeker diye biraz detaya girdim. Ancak, yaşanmış olup doğrusunu aksettirdiğim bu olayları, bilginize sunmak istedim. Çünkü, nice masum insanları ve kurumları karalayan bu gazetenin marifetleri (!) geç de olsa bilinmeliydi.
Değerli okurlarım; Hemen her gün, gazete satış noktalarına dikkatle bakıyorum. Sahip değiştirmesine rağmen Hürriyet Gazetesi’nin yüzüne bakan ve satın alan pek yok. Artık, manşetleri vıcık vıcık yağ akıyor, yağ kokuyor. Eskiden satılmayan gazetelerden “Kese kağıdı” yaparlardı. Bu gazete, artık o işe de yaramıyor.
Gazetenin o Tetikçi ve Şerikleri, 10 metre beze sarılıp, “zalimler ve günahkarlar” olarak bu alemi terk ettiler. Mekanları “C” olsun, ama hangi “C” ? Kalanlar, bu aleme zincirle bağlı olduklarını sanmasınlar.