Bir zamanlar, ülkenin sultanı, kendisi için çok değişik bir yüzük yapılmasını ister.
Bu öyle bir yüzük olmalıdır ki, sultan mutsuz olduğunda umudunu tazeleyecek, mutlu olduğunda da mutluluğun rehavetine kendisini kaptırmasını, tembelliğe düşmesini önleyecektir. Hiç kimse, sultanı tatmin edecek böyle bir yüzük yapmayı başaramaz.
Sultanın adamları bir gün bilge dervişi bulurlar ve yardım isterler. Sultan, yüzüğün yapılmamasına fena halde üzülür.
Derviş, sultanının kuyumcusuna hitaben bir mektup yazar. Kısa bir süre sonra, yüzük sultana sunulur. Sultan önceleri hiç anlam veremez; çünkü son derece sade bir yüzüktür bu. Sonra, üzerindeki yazıya takılır gözü… Üzerinde biraz düşünür ve yüzü aydınlanır.
Büyük bir mutluluk ışığı parlar gözlerinde… Sonunda tam da istediği gibi bir
yüzüğü olmuştur.
Yüzüğün üzerindeki yazı mı? Şu yazılıdır yüzüğün üzerinde:
“Bu da geçer.”
AYDINLIK
Bir bilge çölde öğrencileriyle otururken demiş ki:
“Geceyle gündüzü nasıl ayırt edersiniz? Tam olarak ne zaman karanlık başlar, ne zaman aydınlanır?”
Öğrencilerden biri: “Uzaktaki sürüye bakarım, koyunu keçiden ayıramadığım zaman akşam olmuş demektir.” diye cevap vermiş.
Başka bir öğrenci söz almış: “İncir ağacını zeytin ağacından ayırdığım zaman, anlarım ki sabah başlamıştır.” Bilge uzun zaman susmuş öğrenciler meraklanmışlar ve ne düşündüğünü sormuşlar. Bilge şöyle demiş:
“Yürürken karşıma bir kadın çıktığında, güzel mi, çirkin mi, beyaz mı, siyah mı diye ayırmadan ona kız kardeşim diyebildiğimde ve yine yürürken önüme çıkan erkeği, zengin mi, yoksul mu diye bakmadan erkek kardeşim sayabildiğimde anlarım ki; sabah olmuştur, aydınlık başlamıştır.”
HEDİYE
Yaşlı bir marangozun emeklilik çağı gelmişti.
İşverenine çalıştığı konut yapım işinden ayrılmak ve ailesi ile birlikte daha özgür bir yaşam sürmek istediğinden bahsetti. Para kazanmayı özleyecekti ama artık emekli olmayı arzu ediyordu.
Müteahhit en iyi işçisinin ayrılmasına üzüldü ve ondan bir iyilik olarak kendine son bir ev daha yapmasını rica etti. Marangoz kabul etti ve işe girişti.
Ne var ki artık çalışmak istemediğinden, gönlünü yaptığı işe koymadı ve bu yüzden
baştan savma bir işçilik yaptı, kalitesiz malzeme kullandı. İşini bitirdiğinde
işveren, evi gözden geçirmek için geldi. Dış kapının anahtarını marangoza
uzattı:
“Bu ev senin, sana benden hediye”. dedi.
|