(Kıssadan Hisseler)
Değerli okuyucularım, hikaye bu ya, zamanın birinde Rizeli’nin biri, hac farizesini eda etmek için merkep sırtında Rize’den Arabistan’a yola revan olur. Kervansaraylarda dura dinlene, hanlarda yata kalka, hamamlarda yuna yıkana üç vakit sonra Erzurum’un Pasinler’ine kadar varır. Dadaşlar şehrinde birazcık soluklanmak için bir köy kahvesinin çardağına eşeğini bağlar. Az sonra da köylüler etrafını sarar:
“Hayırlar ola efendi, nereden gelip nere gidersin?” “Kâbe-i Şerif”e.” der adam. Köylüler, yeniden sorarlar: “Senin bilgin derin, nefesin çetindir. Geçenlerde köyümüzün imamı hakkın rahmetine kavuştu. Günlerdir duasız, namazsızız. Camimize imam durur musun?”
Hacının imanı kavi de kıraati yufkadır. Namaz kıldıracak ne duası vardır ne bilgisi. Düşünmeden hayır, der. Köylüler üsteler: “Sana on koyun on dana verelim her sene.” Olmaz, der bizimki.
Yirmi koyun yirmi dana, otuz koyun otuz dana, kırk koyun kırk dana derken bakmış ki dünyalık arttıkça artıyor. Ahretlik zaten çantada keklik. Bir iki hık mıktan sonra ne etsin “Eh, hayırlısı…” diye fısıldamış. Can tatlı da mal daha da tatlı… Öğle namazınınsa eli kulağında. Cemaat safta, bizim taze imam da minberde. Üfürdükçe üfürür. Siyeri nebi, kıssadan hisse, enbiya evliya hikayeleri, yalan hadis, makara bakara… Sıra gelir namaza. Durur cemaatin önüne, niyet eder öğle namazına. Ancak dua kelam hak getire. Başlar kendi kendine söylenmeye:
“ Rize’den çıktım yola,
Selam verdim sağa sola
Pasinler’de verdim mola
Ben hacca gider idim
Kırk koyun, kırk da dana
Rabbena, hep bana!”
Sabah, öğle, ikindi, akşam, yatsı… Cemaat bu duayla yatıp kalkarken imamın ağılı davarla dolup taşar. Ancak günün birinde cemaatten bir köylü, bu duada, alınan abdestte, kılınan namazda bir tuhaflık olduğunu sezer ve durumu müftüye yetiştirir.
Müftü efendi, ne bilsin garip, yüreği pirüpak. Vay efendim olur mu öyle şey, dese de köylünün ısrarına dayanamaz. Kış kıyamet demeden kalkar Erzurum’dan Pasinler’e varır, köye gelir. Akşam namazı için cemaatle niyet eder, saf tutar. Caminin emanet imamı, gösterilen ikramdan bu sedef boncuklu, ipek takkeli yabancının müftü olduğunu anlar ancak pek renk de vermez. Cemaati namaza çağırır, duasına koyulur:
“Rize’den çıktım yola
Selam verdim sağa sola
Pasinler’de verdim mola
Ben hacca gider idim
Kırk koyun, kırk da dana
Yarısı sana, yarısı bana.”
Namaz biter, müftü efendi memnundur. Bir rekatta yirmi koyun, yirmi dana… Avluya çıkarlar. Şikayetçi köylü, müftüye yanaşır: “Nasıldı hocam namaz?” diye sorar. Müftü, gözü imamda, aklı davarda “Güzeldi de imam efendinin biraz kıraat eksiği var, zamanla düzelir.” karşılığını verir.
Müftü, Erzurum’a varınca onun da ağılı, mandırası, bankada kasası bayram eder. Ancak bir zaman sonra köyden şehre mal da para da gelmez olur. Müftünün hissesini yel üfürür, sel süpürür. İmam efendi, dualarında yeniden “Rabbena, hep bana.” demeye başlar.
İki dostun arası açılır. Öküz ölmese de ortaklık bozulur. Kanlı bıçaklı olurlar. Dualar, beddualara döner. Biri “Ne istedi de vermedim!” diye sızlanır, öbürü “Değirmenin suyu kesildi.” diye ilenir.
Köy halkıysa yalan dua, yarım imam, eksik namaz oyalanıp gider.
Bu kıssadan bizim payımıza düşen hisselerse şunlardır:
“Para bu, anayı kızdan, sürmeyi gözden ayırır.”
“İyilik, yılanı inden; kötülük, kişiyi dinden çıkarır.”
|