Ayı, o yılı aç geçirmiş… Tilki de, beyler gibi yaşamış… Bereket versin ki, ayının kış uykusu var da… Zamanın geçmesi uzun sürmemiş… Derken bahar gelmiş, toprak uyanmış… Bizim ayıda da açlık kemiğe dayanmış… Tilkiye: “Bu yıl tarla ekmeyecek miyiz arkadaş?” diye sormuş.
Kurnaz tilki, yine tilkice gülmüş: “Ekeriz abicim” demiş.
Ayı, sözde akıllanmış ya… “Ama bu defa toprağın üstünde kalanlar benim olacak haa!..” diye hırlamış…
Tilkinin umurundaydı sanki: “Neden olmasın dostum” diye sırıtmış. “Her zaman ben dostlarıma güvenirim. Madem öyle istiyorsun, toprağın üstündekiler senin olsun.”
Tilki, yine tarlada kuyruğuyla çizgi çekmiş, ayı pençeleriyle yeri kazmış ve … Ve tilki, bu defa patates ekmiş…
Mevsimi gelince, yapraklar yerden fışkırmaya başlamış. Büyümüş, dal budak sarmış patatesin yaprakları… Bizim ayıcıkta keyif dorukta, ağız kulakta … “Ohh, ohh…” diyormuş. “Bu sene kazandım. Şu tarlanın yüzüne bak tilki kardeş…”
Tilki de, için için gülüyor, belli etmiyormuş… Sonunda hasat zamanı gelmiş… Ayı demiş ki: “Unutmadın herhalde arkadaş… Toprağın üstünde kalanlar benim…” “Hiç unutur muyum?” diye gülmüş tilki. “Onlar senin hakkın… Herkes hakkına razı olacak… Buyur, toprağın üstündekileri al…”
Ayı, sevinçle patates tarlasına dalmış. Yaprakları yolarken, toprağın altındaki yumrular da beraber çıkıyormuş… Zavallı ayı, kan ter içinde yaprakları toplamış, tilki de peşi sıra patatesleri bir yere yığmış. Dağ gibi patates yığılmış tarlanın orta yerine…
Tilki, patateslerini almış, ayıcık yapraklara bakakalmış… Ama elden ne gelir. Kendisi öyle istemişti ya… İçinden kahırlanmışsa da, tilkiye bir şeycik diyememiş…
Diyememiş de, içine de sindirememiş… Sonunda patlamış: “Galiba sen beni kandırıyorsun arkadaş” diye hırlamış… “Bu defa patatesleri paylaşacağız, yoksa…”
Tilki, işin ciddiyetini anlamış. Anlamış ama, pes etmemiş: “Yoksa ne yaparsın ayı kardeş?” diye sormuş.
Ayı da: “Kavga ederiz” demiş…
“Edelim öyleyse” demiş tilki… “Yine büyüklük bende kalsın. Silahları sen seç, meydanı ben seçerim…”
Ayı razı olmuş. Yerden, kocaman ama, kısa bir kütük almış. Tilki de, uzun bir sırık almış. Demiş ki: “İşte meydan da bu alan… Buyur hamle et…”
Ayı, kocaman kütüğü yerden kaldırıncaya kadar, tilki elindeki ince uzun sırıkla ayının kafasına bir indirmiş ki, zavallının feleği şaşmış. Daha, ne oldu demeden, ikinci, üçüncü sopa inmiş… Üstelik, ayıyı yanına yaklaştırmamak için, uzaktan sırığın sivri ucuyla böğrüne, karnına dürtüyormuş…
Ayı artık dayanamamış… “Olmaz” demiş. “Senin elindeki sopa uzun. Silahları değişelim…”
“Olur” demiş tilki… “Hay hay!.. Buyur al sırığı ver kütüğü. Ama meydan burası değil artık. Girelim şu inin içine, orda vuruşalım…”
Ayı, sözde tilkiyi haklayacak ya… “Tamam” demiş ve ine girmişler. Zavallı ayı, dapdaracık inin içinde, upuzun sırığı döndürememiş. Tilki, elindeki kısa kütükle vermiş odunu, basmış sopayı, çalmış köteği. Ayıcık, dayaktan mest olmuş. Post olmuş yerlere serilmiş, kilim olmuş köşede dürülmüş… Sonunda pes etmiş…
“Tamam” demiş. “Benim sana ne aklım, ne gücüm yeter tilki kardeş. Bırak yakamı artık. Sen yoluna, ben yoluma… Patatesler de senin olsun.”
Tilki, arsız arsız gülmüş: “Sen ahmak bir ayısın” demiş. “Tilkilerle uğraşamazsın… Sen ancak çalışkan arıların balına dadanırsın… Yazın, armutların en iyisini seçer yersin, kışın da kış uykusuna yatmadan önce avuçlarını yalarsın… Haydi, var git işine…”
Ayı, zorlukla yerinden doğrulmuş. “Haklısın arkadaş” demiş. “Belini böğürlerini tuta tuta yürümüş, gitmiş…
Tilki de, ayının sırtından, bir yıllık yiyeceğini çıkarmanın keyfiyle patateslerinin yanında bağdaş kurmuş, keyif çatmış… Alıntı. BİTTİ
|