Sabahın erken saatinde, veterinerin telefonu çalmış. Arayan yaşlı bir hanımmış. Kadıncağızın derdi de büyükmüş:
- Doktor bey, benim köpeğim komşunun köpeğine takılı kaldı, ne yapmamı tavsiye edersiniz?
Veteriner cevap vermiş:
- İkisinin de poposuna aynı anda birer tokat atın; ayrılırlar.
- Peki.
Telefon on dakkika sonra tekrar çalmış, arayan aynı kadınmış:
- Doktor bey, dediğinizi yaptım, ama köpekler ayrılmadı.
- O zaman bir kova suyu aniden üzerlerine boşaltın.
Telefon on dakika sonra bir daha çalmış, yine aynı kadın:
- Yine olmadı doktor bey.
- O zaman gidin erkek köpeğe telefon çalıyor deyin.
Yaşlı kadın şaşkınlıkla sormuş:
- Şaka etmiyorsunuz ya doktor bey, sahi bu işe yarar mı?
Veteriner öfkeyle gürlemiş:
- Nasıl yaramaz hanımefendi, nasıl yaramaz? Bu sabah benim için üç kez işe yaradı!..
ZEHİR
Adamın biri, kahvede çay bardağına dalgın dalgın bakarak oturuyormuş. O sırada kabadayının biri kahveden içeri girmiş, adamın elinden çay bardağını kaptığı gibi bir dikişte içmiş. Zavallı adam ne yapacağını bilemeyip, birden ağlamaya başlamış, bunu gören kabadayı, insafa gelip seslenmiş:
- Kes şu zırlamayı!.. Sadece şaka yaptım. Sana başka bir çay ısmarlayacağım. Hiç böyle ağlayan bir erkek görmedim yahu!..
Kabadayının böyle söylemesi üzerine, adam konuşmaya başlamış:
- Hayır, hiç de düşündüğün gibi değil. Bugün hayatımın en berbat günü galiba. İlk önce uyuyakaldım ve işe geciktim. Patronum ters, kudurdu ve beni işten kovdu. Üzgün üzgün binayı terkederken arabamı aradım, ama park ettiğim yerde değildi, çalınmıştı. Polise gidip durumu anlattım, ama birşey yapamayacaklarını söylediler. Eve dönmek için bir taksi çevirdim. Taksiden inip eve girmek üzereyken cüzdanımı ve tüm kredi kartlarımı takside düşürdüğümü fark ettim. Eve girdim, o ne! Karım evde bahçıvanımızla birlikte!.. Hırsla oradan ayrılıp kahveye geldim. İntihar etmeyi düşünüyordum, birden sen çıkageldin ve zehirimi içtin!..
CİĞER PARESİ CİĞER YARESİ
Bu Bir Osmanlı Hikayesi
Osmanlı’nın son devir edebiyatçılarından olan, fakat derbeder ve serseri bir hayat sürdüğü için şiirlerini yayınlatamayan, bu yüzden de edebiyat sahasında pek tanınmayan Adana’lı Ziya Bey, Afyon Evkaf Müdürü iken, bir gün İstanbul’a geldi ve Sirkeci’de, cebi ve midesi boş bir şekilde dolaşmaya başladı. Açlık canına tak etmiş olacak ki, aç karnına düşünmektense, yok karnına başına geleceklere katlanmaya hazır olarak bir ciğer kebapçısına girdi. Kendisine esaslı bir ciğer ziyafeti çektikten sonra kebapçıya seslendi:
-Bak usta, cebimde tek kuruş yok. Bu durumda herhalde döveceksin beni. Hadi elini çabuk tut, hesabımı gör de gideyim.
-Yağma yok, dedi kebapçı, seni dövmekten ne kazancım olacak. Ama mutafağa geç, üç gün boyunca bulaşıkları yıka da ödeşelim.
Adam dediğini yapacak. Kurtuluş yok. Ziya Bey bunu anlayınca hemen kalemini çıkardı ve bir kağıt parçası bularak yazdığı şu beyti, garson yamağına verip, o civardaki otellerden birinde kalan bir arkadaşına gönderdi:
Dağladı aşçı diliyle, ciğerim yâresini
Ciğerim pâresi, gel ver ciğerin pâresini
Az sonra para geldi ve Ziya Bey de bulaşık yıkamaktan kurtuldu.
|