Gözlerinden rahatsız olan çok zengin bir kadın, hangi göz doktoruna gitse; bir çare bulamamış. Bir arkadaşı başka bir göz doktoru tavsiye edince, o göz doktoruna gidip muayene olmuş ve tedaviye başlamışlar. Birkaç hafta sonra her şeyi net görmeye başlayan kadının gözleri iyileşmiş. Hastanenin Başhekiminden izin alıp, hastanenin bahçesine bir göz heykeli yaptıran kadın, göz heykelinin tam ortasına da kendini tedavi eden göz doktorunun resmini koydurmuş. Heykelin açılışına üst düzey bürokratlarla birlikte kendini tedavi eden göz doktorunu da çağıran kadın demiş ki:
- Doktor Bey, size ne kadar teşekkür etsem azdır. Siz benim gözlerimi eski sağlığına kavuşturdunuz. Ben de bu iyiliğinizin altında kalmamak için, sizin adınıza hastanenin bahçesine bir göz heykeli yaptırdım; görün bakalım beğenecek misiniz?
Vali, kaymakam ve Başhekim, alkışlar arasında birer konuşma yaptıktan sonra, üzerideki örtü kaldıralarak göz heykelinin açılışı yapılmış. Heykele bakan göz doktoru, heykelin göz bebeğinde kendi resmini görünce dua etmiş:
- Allaha şükürler olsun bir tehlikeyi daha ucuz atlattık!..
Doktorun böyle dua etmesini şaşkınlıkla karşılayan kadın sormuş:
- Doktor Bey, sağlığına kavuşan benim, şükreden sensin. Ayol bunun neresi tehlike atlatmak?
Doktor demiş ki:
- İyi ki göz doktoru olmuşum, ya Kadın Doğum Uzmanı olsaydım; o zaman benim resmim nerede olacaktı?
YAĞMURLUK
Temel, Amerikalı ve Rus aynı otelde kalıyorlarmış. Gece yarısı otelde yangın çıkmış. Panik içinde yukarı katlara koşmuşlar. Çaresizlik içindeki Amerikalı, odada duran bir şemsiye bulmuş, "Başka şansım yok" diyerek şemsiyeyi açıp atlamış. Şemsiye sağlammış, Amerikalı paraşütle iner gibi sağ salim yere inmiş. Bunu gören Rus, yandaki odadan başka bir şemsiyeyi bulup paraşüt gibi kullanarak atlamış ve o da kurtulmuş. İkisi de yukarıya bakarak merak içinde Temel'i beklerken, yanlarına hızla bir cisim düşmüş. Gidip bakmışlar; Temel. Hayatta ama kan revan içinde ve her tarafı kırıkmış. Amerikalı merakla sormuş:
- Ne oldu?
Temel acı içinde kıvranarak cevap vermiş:
- Şemsiye bulamadım, ama dolapta yağmurluk vardı.
İKİ YUSUF'UN HİKAYESİ
Bu Bir Osmanlı Hikayesi
1-18. asırda, Osmanlı sarayında Vâlide Sultan olarak 40 yıla yakın yaşamış olan 4. Sultan Mehmed Hân'ın annesi Turhan Sultan, Ukraynalı bir köylü kızı idi. 9-10 yaşlarında Tatarlar tarafından kaçırılmış ve Osmanlı sarayına Süleyman Paşa isminde bir vezir tarafından verilmişti. Turhan Sultan, esircilerin eline düştüğü zaman, köyünde 1 yaşında bir erkek kardeş bırakmıştı. Bu çocuk da 8-9 yaşında iken Tatarlar tarafından çalınıp İstanbul'da bir manava satıldı. Yusuf adı verilen ve Müslüman olan bu çocuğu, manav, bir baba şefkati ile büyüttü. Yusuf büyüyünce, İstanbul'da Manav Güzeli lakâbı ile şöhret buldu. Birgün bu dükkânın önünden geçen Vâlide Sultan, Manav Güzeli'ni uzaktan görür görmez kardeşi olduğunu anladı. Çocuğu saraya getirdi. Vâlide Sultan kardeşini bulunca pek çok sevindi. Manavı memnun edip, Yusuf'a devrin kıymetli hocaları elinde ciddî tahsil yaptırttı, fakat devlet işlerine karıştırtmayarak kendisini kâhya tâyin etti. Manav Güzeli Yusuf, ölünceye kadar İstanbul'da zengin ve kibar bir hayat sürdü.
2-Dalmaçya'nın Nadin kasabasında Sancak Beyi'nin ahırında uşak olarak çalışan 13 yaşında bir çocuk vardı. Bu kimsesiz çocuğa bir dul kadın acıyarak, çıplak ayaklarına bir çift kocaman partal kundura giydirmişti. O sıra Nadin'den bir Kapıcıbaşı geçti. Bu çocuğun zekâ ile parlayan gözleri ve güzelliği dikkatini çekti. Çocuğu İstanbul'a getirdi. Onu saraya verdi. Enderun'a verdi. Çocuğa, güzelliğinden ötürü Yusuf adı verildi. Nadinli Yusuf kısa bir zamanda yükselerek Kaptan Paşa oldu. Birgün Nadin'e, Paşa'nın bir adamı geldi ve Sancak Beyi'ne mühürlü bir meşin torba verdi. Bu mektupta da şunlar yazılıydı:
'Falan yerde oturan Marya isminde bir dul kadın vardır; bu torba, eğer sağ ise, o dul kadına verilecektir.'
Kadın sağ idi, çok fakir düşmüştü. Torba kendisine teslim edildi. Torbanın içinde bir çift kocaman partal kundura vardı ve içleri altın doldurulmuştu. Paşa, torbanın içine kısa bir mektup yazmıştı:
'Anacığım, bir kış günü, donmuş çıplak ayaklarına bu kunduraları giydirdiğin kimsesiz çocuk, ölünceye kadar seni unutmayacaktır.'
|