Şimdi, bir de “Milletvekili Danışmanları” var. En yüksek emekli aylığından daha fazla para alıyorlar. Ne iş yaptıkları, belli değil. Belli olan, hiçbir iş yapmadıkları!
Değerli okuyucularım; Soygunlar her zaman silahlı olmuyor. Esas ve büyük soygunlar, kağıt üzerinde ve devletin gücü kullanılarak yapılıyor.
Mesela, bunlardan ilk akla geleni, devletten iş (ihale) alarak, bunun bedelinden çok fazlasını ayarlayıp, ihaleyi veren otorite ile bölüşmek. Ona “kırışmak” diyenler de var.
Bu dediğim, ilk akla gelen soygunlardan. Mesela, yine bir başka soygun çeşidi, devletten bir görev ayarlayıp, bunun karşılığında yüksek ücret ya da yüksek maaş almak. Hatta o kadar ki, böyle bir kadro olmasa da, yeni kadrolar icat edip/ettirip, eş-dost yandaş ve yakınları kayırmak, maaşa bağlamak.
O işin fiilen yapılması önemli değil. Onlara zaten “Bankamatik çalışanı” diyorlar. Al eline Banka kartını. Aydan aya git Bankaya, Kartı tak ATM’ye, sökülsün paralar. Sen de onlardansan, çalışmadan güle güle harca. Eğer, böyle bir imkan elde edebiliyorsan tabii. Edenler çok. Çalışmadan aylık ya da ücret alanların sayısı o kadar çok ki, tam bilinemiyor.
Şişirilen bu yandaş-çıkar kadroları, hiçbir denetime tabi değil. Sayıştay, her şeyi bildiği halde, bu olup biteni sadece seyrediyor. Kimi hallerde, dayanamayıp bu yolsuz, daha doğrusu hırsız durumu bildiği için, rapor yazıyor, ama o raporu yazanın sonu pek de iyi olmuyor.
YENİ, BAŞKA BİR YOLSUZLUK, “MİLLETVEKİLİ DANIŞMANLIĞI”
Bu iktidar işbaşına gelinceye kadar böyle bir kadro, böyle bir uygulama yoktu. AKP iktidarı, Milletvekillerini önce önemli makam sahibi konumuna getirdi.
Emekli olmayan her birine, kıyak emeklilikten sonra, önce kırmızı plakalı birer makam arabası ve özel şoför verdi. Oysa, Milletvekilleri bir makamı temsil etmiyordu. Milletvekili olarak bir “mevkileri” (yükseklikleri) vardı, ama böyle bir “makamları” yoktu. Yeni icat ettiler, o da oldu.
Sekreterleri de olunca, odalar genişletildi, çoğaldı ve küçük bir saltanat havası estirildi. Oysa, saltanatları hiç de küçük değildi.
Öyle bir saltanat ki, Milletvekili sıfatını kullanıp, yararlandıkları birçok imkan onlara ücretsiz ya da çok düşük ücretliydi. Bunlar, saymakla bitmezdi.
Mesela, en iyi sağlık kurumlarında, kendilerine ve yakınlarına sağlık hizmetleri ücretsizdi. İç ve dış seyahatlerde, öncelik onlara ve düşük ücretliydi.
Meclis çatısı altında yedikleri yemekler, en pahalı ve en kaliteli cinstendi, ancak onlara gelince fiyatı çok düşüktü. Pasaportlarının özel (kırmızı renkli) ve her yerde geçiş önceliği vardı. Pasaportlar, ölene kadar geçerliydi.
Her vekilin, (kötüye kullanılmadığı takdirde) dokunulmazlığı vardı. Oysa, bunu kötüye kullananlar da vardı. Onlar, ufak suçları işleyebilirler, büyüklerinin hesabı ise, ancak devre sonunda sorulabilirdi.
Değerli okuyucularım, onlara tanınan bu hak ve imkanları, kaba tabirle bu avantaları saymak, bunlarla yeterli ve sınırlı değil. Bunlar, ilk göze batan örnekler. Ya, devlet katında takip ettikleri çıkara dayalı işleri ise, saymakla bitiremezsiniz.
Vekillik yaparken, hele bir de Bakan olursanız, işte o zaman tam yaşadınız. Bugün, değeri milyonla ifade edilen kol saati bile takabilirsiniz.
Benim esas anlatmak istediğimse, yeni icat ettikleri bu “Milletvekili Danışmanlığı” dır.
Danışman demek, adı üzerinde, bilgi ve tecrübesine başvurulacak, ondan bu şekilde yararlanılacak kişi demektir. Danışmanın öteki adına ise, “Müşavir” deniyor. Yani, kendisiyle müşavere edilen (danışılan) kimse demek.
Bu iktidar döneminde dendi ki, her Milletvekilinin bir de Danışmanı olsun ve herkes danışmanını kendisi seçsin.
Vekiller danışmanlarını seçtiler. Onlara da vekil aylıklarının en az yarısı kadar maaş bağlandı ve çeşitli güç ve imkanlar verildi.
DANIŞMANLAR, NASIL SEÇİLDİ?
Tabii ki her vekil, hiçbir bilgi, kültür ve becerisi olmasa da, danışmanını kendi yakınlarından seçti. Onlara da itibarlı birer kimlik ve başka imkanlar verildi. Yaptıkları işi ise, bir bilen çıkmadı ve çıkmıyor. Kimi söylenenlere göre, danışmanların Milletvekillerinin tamamen özel işlerini takip ettikleri söylendi, söyleniyor.
Bu durumu yazıma konu yapmamın esas nedeni ise, duyunca ağzımın açık kaldığı bir başka konu oldu.
İktidar partisinden olup, motosiklete iyi binmesini bilen bir vekilin, danışmanı karşısına dikip iki ayağını masasının üzerine atması ve bu durumu resmedip internette yayınlatmasıydı. Öyle ki, bu çirkin ve ayıplı durumu, bir marifetmiş gibi yayınlamasıydı.
Vekilin, utanç verici bu durumu büyük tepki alınca resim kaldırılmış, danışmanı istifa etmiş ve daha da önemlisi, danışman çok müthiş bir açıklama yapmıştı.
DANIŞMAN, HIRSIZLIĞI SÖYLÜYOR!
İstifa eden danışman, bazı vekillerin yanlarına aldıkları danışmanlarına ödenen maaş ya da ücretin yarısını kendilerinin ellerinden aldıklarını, böylece burada da müthiş bir soygunun yapıldığını, yaşandığını söylüyordu. Bu durum, artık mide bulandırmakla kalmıyor, mideleri ters-yüz ediyordu. Ve bu duruma “Yuh artık!” ya da “Ayıp! Ayıp! Ayıp!” demek, yeterli olmuyordu.
Değerli okuyucularım: Az veya çok yolsuzluğun yapılmadığı ülke yok gibi. Ancak, onlar daha çok geri kalmış ve diktatörlük gibi demokratik olmayan baskıcı ülkelerde oluyor. Oysa biz, demokratik bir ülkeyiz diye övünüyorduk. Bu mu demokrasi? Hırsızlık, yolsuzluk demokrasisi.
Oysa bu dönemde, hırsızlığın, yolsuzluğun daniskası yapılıyor, takibata uğrayan yok. Adam, siyasi nüfuzunu kullanıyor, rüşvet alıyor, suçüstü oluyor, çok pahalı hediyeler alıyor, yakalanıyor ancak suçlu değil, haklı çıkıyor. Özür dilenircesine, çaldıkları kendisine veriliyor. Bu nasıl devlet? Bu nasıl adalet? Bu nasıl hak? Bu nasıl hukuk? Bilen varsa, beri gelsin.
Ülkemiz muz gibi, soğan-patates gibi soyuluyor. Halkımız, bu soygunlara güç ve saltanat soygunları dese de, bu soygunlardan korunmak ve kurtulmak bir türlü mümkün olmuyor.
Bu soygunlar ne yazık ki, yüzleri örten maskelerle değil, din ve vicdan maskesi kullanılarak yapılıyor.