Tilkiyle çakal ahretlik olmuşlar. Gez-dolaş; vakit geçmiş. Bizim iki kafadarın karınları acıkmış tabii. “Nasıl yapsak da karnımızı doyursak” diye düşünürken, tilki:
— Bir fikrim var ahretlik demiş.
— Nedir?
— Ahmet Aga’nın bağına girip üzüm yiyeceğiz.
— Yahu nasıl olur? Ahmet Aga bağını boş bırakmaz. Elinde tüfeğiyle, her gün bekler bağını.
— Korkma ahretlik; padişahtan fermanım var. Padişah, istediğimiz bağdan üzüm yiyebileceğimizi fermana yazdı. Bize değil Ahmet Aga, hiç kimse karışamaz.
— Öyle mi?
— Öyle.
Çakal ne yapsın? Uymuş tilkinin sözüne; girmişler bağa. Ora senin bura benim; başlamışlar üzümleri yemeğe. Onlar üzümleri yiyedursun, Ahmet Aga asma yapraklarındaki kıpırtılardan, bağa hayvan girdiğini anlamış. Tüfeğini kaptığı gibi, basmış kurşunu. Tilki, kurşun sesini duyar duymaz, tabanları yağlamış. Daha ne olduğunu anlayamayan çakal:
— Padişahtan aldığın fermanı oku ahretlik diye tilkiye seslenmiş.
Tilki:
— Bırak şimdi fermanı. Bu toz duman içinde ferman mı okunur. Sen de tabanları yağla demiş.
Çakal bakmış ki pabuç pahalı; o da başlamış kaçmaya.
Geçen gün dere kenarına yattım, uzandım. Bir de ne göreyim: Bizim iki kafadar –önde tilki, arkada çakal- hala kaçmaya devam etmiyorlar mı? Şaştım kaldım.
BENDE KIZAMIK OLACAĞIM
Bey, telefonu açıp seslendi :
-Alo…Doktor Bey, bizim oğlan kızamık.
-Biliyorum, dedi doktor, dün sizin eve girip gerekli şeyleri söyledim,
kendisini kimseyle temas ettirmeyin ve..
-Ama doktor bey, oğlan hizmetçiyi öpmüş bir kere…
-Ya bu fena işte…Öyleyse hizmetçiyi de karantinaya almalı.
-Doktor bey, bir şey daha var, sonra hizmetçiyi bende öptüm…
-O… İşler çatallaştı, hastalık herhalde size de bulaşmış olmalı.
-Ya..sonra ben karımı öptüm…ve doktor korkarak:
-Ne diyorsun be? Öyleyse ben de kızamık olacağım demek…
|