2013 senesinin 17 Aralık günü, odalar dolusu rüşvet paralarıyla, kasalarla, para sayma makineleriyle suçüstü yakalanan ve görüntülenen ve de sesleri kayıtlara alınan, 2 ay 10 gün hapis yatırıldıktan sonra tahliye edilip, rüşvet paraları faizleriyle kendilerine iade edilen bu kişiler, şimdi acaba nerede? Ben, meraktayım.
Çocuklarını kullanıp topladıkları o paraları acaba nerede ve nasıl yiyorlar? Boğazlarından nasıl geçiyor? Bu Bakanların adları, neden hala o Okullarda duruyor? Bu pisliğin, dünyada bir başka örneği var mı acaba? Bilsinler ki, korunsalar da bu pislik asla unutulmayacaktır!
Değerli okurlarım; Parası olmadığı için özenip iki simit çalan çocuk, çocuklarına ekmek götürmek için çırpınırken, satıcının tezgahından iki meyve çalan yoksul kadın ve tamamen benzeri sebeplerle küçük bir eşyayı izinsiz alan muhtaç bir kişi, bu memlekette yıllarca hapis cezası alırken, devletin bütün varlığını teslim ettiğimiz ve yüksek payeler vererek başımıza yönetici yaptığımız kimseler, hiç utanmadan, sıkılmadan hırsızlık, yolsuzluk yapıyorlar, hem de çocukları ve aileleri efradını da bu işlere sokarak, bunu “Aile boyu” yapıyorlar.
Bu uzun cümleden sonra, yaptıkları öteki pislikleri bir yana bırakıp, şu 17-25 Aralık Olayı denilen, 2013 yılındaki iğrenç konuyu hatırlayalım.
Unutmadığınızdan ve hiç unutmayacağınızdan emin olarak hatırlayalım. Devleti yönetenlerle, din kılıfına bürünen paralel ortaklarının, çıkar kavgası yüzünden araları bozulunca, ilk tepkiler 17 Aralık sabahı geldi. Himayeleri altındaki Emniyet mensupları, izledikleri Bakanların çocuklarının evlerini bastılar.
Baskında, Bakan çocukları ve ötekileri olan hırsızlar, rüşvet ve haraç olarak aldıkları deste deste paralarla “Suçüstü” yakalandılar. O kadar ki, tedbirli olan baskıncılar, TV kameralarını da beraberlerinde getirip, onları canlı olarak resimlediler ve TV’lerde bütün halka gösterttiler.
Bunlardan en çok ilgi çekeni, o zamanın İçişleri Bakanı’nın oğlunun evindeki görüntülerdi.
Bakanın oğlu, baskını anlayan babasına telefonda babanın sorusu üzerine, “Evimde bir trilyon lira var” derken ve böylece yalan söylerken, baskında yatak üstünde kalıp ya da desteler halinde TL, Dolar ve Euro cinsinden paralar bulunmuştu. O kadar parayı elle saymak mümkün olmayacağına göre, oğul ayrıca “Para Sayma Makinesi” bile almıştı.
Ya o sıra sıra para kasaları. Çocuk haklıydı, çünkü o kadar para, ancak kasalarda saklanabilirdi.
Çalışma Bakanı’nın oğlu da aynı durumda yakalanmış ve rüşvet ve de haraç olarak babası adına topladığı paralarla kıstırılmış ve paralara el konmuştu.
Aynı gün, Halk Bankası Genel Müdürü’nün evine de baskın yapılmış ve bu hırsızın da evindeki ayakkabı kutularında saklanan, tam 4,5 milyon dolar yakalanmıştı.
Dönemin Başbakanı, bu Genel Müdür için, ”O, iyi bir insandır. İyi niyetinin kurbanı oldu” gibi bir laf ederek, herkese neredeyse şaşkınlıktan küçük dilini yutturacaktı.
DAHA ÖNCE DE YAZMIŞTIM
Bu konuyu, bu sütunlarda daha önce, hem de tafsilatı ile yazmıştım. Reza Zarrab adındaki İran uyruklu genç bir iş adamı, bunlara para taşıyor ve devletin her engelini böylece kolayca aşıyordu. O kadar ki, Bu kişiyle telefon konuşmasına takılan İçişleri Bakanı, Zarrab’ın şikayetçi olduğu Emniyet Müdürü için, ona küfür sallayıp Müdürü görevden aldığını, bu sebeple korkmamasını, gerekirse onun önüne bile yatabileceğini söylüyordu.
Dönemin Avrupa Bakanı olup, Kur’an-ı Kerim’in ayetleri ile dalga geçen genç Bakanın da, elbiseler ve çikolata kutuları içinde gizlenen dolarları rüşvet olarak aldığı, yine ayan-beyan ortaya konuyordu.
Bu hırsız ve yüce dinimizle alay eden Bakan ise, çok geçmeden önemli bir Avrupa ülkesine ”Büyükelçi” yapılıyordu. Ve, bu din düşmanı, halen o görevde tutuluyor.
GÖSTERMELİK TUTUKLAMA
Rüşvetçiler, şerikleri ve ötekileri derhal tutuklandılar. Paralara el konuldu ve devletin kasasına alıkondular.
Tutuklamaları veren Hakim, 70 gün zor dayanabildi. Emir, büyük yerden gelince tam 70 gün sonra haklarında tahliye kararını verdi, hem de alıkonan paraların faizleriyle iadesine de karar vererek, bu görülmemiş rezalete imzasını attı.
İşte Türk adaleti ve Türk hakimi böyle görüntülendi, tanındı, anlaşıldı.. Nice masum insanlar, iki simit çalan çocuklar, evdeki aç çocuklarına yiyecek götürmek için zaruretten küçük bir hırsızlık yapanlar, hele işlerine gelmediği için, salt suçlamak için haksız yere Fetö’cü olmakla suçlananlar, terörist olarak suçlanıp, “Ben terörist değilim” diyerek haykıranlar, çırpınanlar, açık iftiraya uğrayanlar, hele hele tü-kaka edilen bir Bankaya kira borucunu ya da 3 kuruşunu yatıranlar ve sayamadığım öteki abuk sebeplerle suçlanarak hapse atılanların yanında, bu hırsızların böyle bir muameleye tabi tutulması, içimizi hem de cayır cayır yaktı.
Bu arada, TOKİ’ye bakan ve büyük yolsuzluklarla suçlanan başka bir Bakan da, “Ben suçluysam, bana emirleri veren Başbakan da suçludur. O da, istifa etmelidir” diyerek, herkesi şakına çevirdi. O Bakanı da, asla unutmayalım. O eski Bakan, her ne kadar 30 milyon harcayıp Trabzon’a Cami yaptırmış olsa da, kılıçlı Diyanet İşleri Başkanı, buna ve bu camiinin bir Dırar Camii olup olmadığına dair, mutlaka bir cevap vermelidir.
DAVA, AMERİKA’YA DA SIÇRADI
Halk Bankası aracılığı ile, Amerika’nın aleyhine de bazı işlerin yapıldığı anlaşılınca, Amerika önce buraya giden Reza Zarrab’ı, sonra da Bankanın dolar hırsızı Genel Müdürü’nün yardımcısını tutukladı.
Bununla da yetinmedi, rüşvetçi Çalışma Bakanı’mız hakkında da “Gıyabi tutuklama kararı” verdi. Çünkü, rüşvet dağıtan Zarrab, bu Bakanımıza 45-50 milyon Euro rüşvet verdiğini mahkemede söylemiş, aynı Bakanın yine bu kişiden o zamanın parasıyla 700.000 liralık bir kol saatini rüşvet olarak aldığı açıklanmıştı.
Durumun iyice boku çıkınca, Zarrab’ın, hapiste bir gardiyana para verip, onun ırzına geçtiği bile haber olmuştu.
BU İSİMLERİ KALDIRIN !
Rüşvetçi İçişleri Bakanı’nın ismi, İstanbul/Beylikdüzü Anadolu Lisesi’ne verilmiş. İsim, devam ediyor. Halk, veliler ve öğrenciler bu ismi artık kullanmasa da, tabelası hala değişmemiş. Rüşvetçi Çalışma Bakanı’nın ismi, Muş’ta bir okula verilmiş, duruyor. Fetö’nün baş adamı ve haracı ve rüşveti yakalanmadan yiyen eski Milli Eğitim Bakanı’nın ismi de, Van’da bir okula verilmiş, duruyor. Bu şekilde, başka isimler de var.
Bunları süratle kaldırıp, yerlerine vatan savunması uğruna canlarını veren şehitlerimizin isimleri verilmelidir.
“Her Dereceli Okul ve Eğitim Kurumlarına İsim Verme Yönetmeliği” bu tür kişilerin adlarının bu kurumlara verilemeyeceğini belirtiyor. Ey hırsızlar, siz yüz kızarması, hak-hukuk nedir hiç bilmez misiniz?
BU İŞİN İÇİNDEN NASIL ÇIKILACAK?
Daha önceki yazdıklarımı okuyanlarla beni tanıyanlar soruyorlar. “Bu işin içinden nasıl çıkılacak?” Hemen söyleyeyim. “Belki çıkılacak, ama çok zor çıkılacak!”
Biliyorsunuz, 3 Kasım 2020 günü Amerika’da Başkanlık seçimi var. Amerika’ya “Papazı verdik” ama, onunla “Papaz olmaya” devam ediyoruz.
Yapılacak bu seçimde, şimdiki Başkana karşıt Demokrat Parti’nin adayı Joe Biden (Co Baydın) belirlendi.
Eğer, Amerika Yüksek Seçim Kurulu mühürsüz zarfları saymazsa, seçimi her halde Baydın kazanacak gibi.
Baydın, “Eğer ben seçilirsem, Türkiye’deki bütün kirli çamaşırları ortaya çıkaracağım.” Diyor. Bense, buna inanmıyorum. Eğer, Amerika’nın çıkarları Türkiye’nin çıkarlarının üstünde tutulursa, bu çamaşırlar katiyen ortaya çıkmaz. Haksız mıyım?
KONUYU, NİYE UZATTIM?
Değerli okurlarım; Okul çağındaki gençlerimiz bilmez, ama bilenler bilir bendeniz İstanbul Milli Eğitim Müdürü iken, büyük bir “İftira ve Yargı zulmüne” uğramıştım.
Kanunsuz işlerini yaptıramayıp, çıkarları uğruna Mal Bildirimi Yasasına aykırı davrandığım savıyla bana çamur atanlar (megaloman bir gazete) ve adaleti yere serenler, bugünlere baktığımızda o günleri bile mumla aratıyorlar.
“Milli Eğitim Müdürü iken mal edindin.” Dediler. Oysa, ispat ettim ki bu görevde iken sadece “İki takım elbise ile iki çift ayakkabı” almıştım. Hepsi, o kadar.
Suçlayabilmek için, 6 Müfettişle üstüme geldiler. Merhum babamın babasının, yüz sene önce edindiğini gördükleri tarlaları yerinde ve tapuda bir bir incelediler. Merhum Kayınvalidemin de yüz sene önce babasından intikal eden Fındık Bahçelerini yine bir bir incelediler. Hiçbir kusur bulamadılar ve suçlayıcı hiç, ama tek bir delil ortaya koyamadılar.
Ama o yargı, odalara ve kasalara sığmayan, yataklara serili, büyük büyük kutuları ve kasaları dolduran yerli ve yabancı rüşvet paraları ile suçüstü yakalananları affediyor, paraları faizleriyle iade ediyordu.
Değerli okurlarım, merhum Turgut Özal’ın Anavatan Partisi iktidarı döneminde, hırsızlık ve yolsuzluklar ayyuka çıkınca, Özal’ın emri ile 3628 Numaralı bir “Rüşvet ve Yolsuzlukla Mücadele Kanunu” çıkarılmıştı. Kanun, halen yürürlükte. Oysa, bugünkü devlet katında ve bu dönemde yolsuzluğun ve hırsızlığın kokusu cihanı sardığı ve boklar paçalardan aktığı halde siz, hiç bu kanuna göre suçlanan ya da yargılanan bir tek kişi duydunuz mu, ya da gördünüz mü?
İşte insan, buna nasıl isyan etmezdi? Yazımı uzatmamın bir sebebi de, işte buydu.
Değerli okurlarım, Okuyun da, memleketimizin içine düştüğü bu durumu, daha doğrusu rezaleti görün. Ben, yine de yazmaya devam edeceğim.