Değerli okurlarım, hikâyeler, dünyada güncelliğini koruyan, farklı biçimlerde ve sürekli yenilenen bir dünya klasiği. Hikâyeler, 13. yüzyılda Basra Padişahı Hâtem-i Tâî'nin, bir hikâyeyi öğrenebilmek için üç aylık mesafedeki Rey şehrine yaptığı yolculukla başlar. Ama bu hikâyeyi öğrenebilmek için yine aynı mesafedeki beş ayrı şehre daha gitmek zorunda kalacaktır. Böylece cömert padişah Hâtem'in hikâye peşindeki yolculuğu, üç yıldan daha uzun bir zamana yayılan bir serüvene, dolayısıyla hikâye boyutlarını da aşarak bir romana ve destana dönüşür.
Değerli okuyucularım, her hikayenin, hayatımızda bir anlamı vardır. Hikayeler anlatılırken veya okunurken, bize bizim yaşantımızı veya yaşadıklarımız anlatır. Ben de bungünkü köşemde, "Eşek ile Öküz" hikayesini sizlerle paylaşmak istiyorum.
Hikaye şöyle:
"Günün birinde, bir eşekle bir yaban öküzü arkadaş olmuşlar. Sürekli birlikte gezmeye başlamışlar. Derken bir akşamüzeri gözlerine kestirdikleri bir bahçenin kenarına gelmişler. Hava kararınca bahçeye girmişler. Bahçede ne buldularsa yemeye koyulmuşlar. Karınlarını tıka basa doldurmuşlar.
Karnı iyice doyan eşeğin, o an eşekliği tutmuş. Öküze;
— "Biliyor musun?" demiş. "Şöyle keyfimce bir anırmak, bir anırmak istiyorum ki, dağ taş inlesin!"
Öküz;
— "Aman kardeş!"demiş. "Sen ne diyorsun? Sakın anırayım deme! Biraz sabret. Çünkü biz buraya bekçilik yapmak için değil, hırsızlık yapmak için geldik. Eğer anırırsan, bahçıvanlar bizi hemen duyarlar. Koşarak gelir, öyle bir dayak atarlar ki, bir daha belini bile doğrultamazsın. Şimdi anırmanın zamanı değildir. Hele şuradan bir çıkalım, o zaman istediğin gibi anırırsın."
Eşek, öküzün bu sözlerine hiç kulak asmamış. Öküze;
— "Ahmaklık etme!" demiş. "Şu dünyada şarkıdan daha tatlı bir şey var mı? Doğru ya! Sen anlayışsız, kaba, zevk yoksunu, yabani hayvanın tekisin. Sende o ince şair tabiatı ne arar? Sen nağmeden ne anlarsın!
Şimdi bana karışma da, kulaklarını iyi aç; billur sesimi zevkle dinlemeye hazırlan."
Yaban öküzü direnmiş:
— "Be hey anlayışsız eşek!" demiş. "Hiç uygun olmayan böyle bir zamanda, değil şarkı söylemenin, konuşmanın bile yeri olmaz. Kaldı ki, senin o cırtlak, o berbat sesine kim kulak verecek de, müzik zevki alıp memnun olacak. Bu zevke sahip olanlar, seni dinlemek bir yana, sesinden bile nefret edip kaçarlar. Senin yapacağın en iyi şey susmaktır, varolan ritmi bozmamaktır. Hem ne demişler: "Vakitsiz öten horozun başını keserler. Eğer şu tehlikeli yerde bir eşeklik edip de anırmaya başlarsan, başımıza öyle büyük bir dert açarsın ki, inan, ikimiz de yanarız."
Ne var ki, eşek, eşeklik etmiş; işi inada bindirmiş. Öküzün söyledikleri bir Kulağından girmiş, öbür kulağından çıkmış. Birdenbire, o çirkin sesiyle bangır bangır anırmaya başlamış. Sesi dağı taşı delmiş. Onun sesini işiten bahçıvanlar, "Bahçemize bir eşek girmiş." diyerek koşup gelmişler. Ne öküz, ne eşek kaçabilmiş. Eşeği de, öküzü de kıskıvrak yakalamışlar. Her ikisini de ahıra tıkmışlar. Sabah olur olmaz, yaban öküzünü kesmişler, etinden kavurma yapmışlar. Eşeğe de bir yular takmışlar, hemen işe koşmuşlar.
Öküz, ölüp kurtulmuş. Eşek ise, ömrünün sonuna kadar, taş taşıma işinde kullanılmış."
Kalın sağlıcakla.
|