Temel, Natoda havacı olarak askerliğini yapıyormuş. Amerikalı komutan, askerlere paraşütle nasıl atlanacağını öğretiyormuş, yarım yamalak Türkçesiyle izah etmiş:
- Uçaktan atlayınca birinci ipi çekeceksiniz, paraşüt açılmazsa, ikinci ipi çekeceksiniz, yine açılmadı, o zaman Meryem Anaya dua edeceksiniz!..
Temel, uçaktan atlamış. Birinci ipi çekmiş, paraşüt açılmamış, ikinci ipi çekmiş yine açılmamış, o sırada yere yavaş yavaş süzülen komutanını görünce, sormuş:
- Komutanım, komutanım!.. O karının adı neydi?
UYANIK GAZETECİ
Genç bir gazeteci, bir trafik kazası haberi almış ve hemen olay yerine gitmiş. Kazazedenin başına toplanan kalabalık yüzünden, bizim gazeteci hem kazazedeyi göremiyor, hem de fotoğraf çekemiyormuş, aklına kurnazca bir fikir gelmiş; yüksek sesle ağlamaya başlamış ve kalabalığı yara yara ilerlerken de diyormuş ki:
- Çekilin, çekilin!.. O benim babamdı, o benim hayatta en sevdiğim kişiydi!..
Tabi ki halk da bu zavallı çocuğa yol vermiş. Bu sırada bizim uyanık gazeteci ne kadar akıllı olduğunu düşününüyormuş, kazazedenin yanına yaklaşırken, fotoğraf makinesini hazırlamış, bir de bakmış ki; yerde yaralı bir eşek yatıyormuş.
PAYDOS
Ölüm döşeğinde olan duvarcı ustası bir türlü can veremiyormuş, can çekişirken sayıklıyormuş:
- Harç ver!.. Tuğla ver!.. Mala ver!..
Duvarcı ustasının başına toplanan karısı ve çocukları ne yapacaklarını şaşırınca, Nasrettin Hoca'yı çağırmışlar. Hoca bakmış ustaya, usta sayıklıyor:
- Harç ver!.. Tuğla ver!.. Mala ver!..
Adamın kulağına eğilip bağırmış:
- Paydos!..
Adam da o anda canını vermiş.
TÖVBE ET ÇÜNKÜ ÖLÜMÜN YAKINDIR
Bu Bir Osmanlı Hikayesi
Sultan II. Murad Han vefatından önce bir gün gezmeye çıkmıştı. Bir köprü aşında bir dervişe rastladı. Selam verdi.
Derviş yaklaşıp:
-Hey padişahım! Tövbeye niyetlen, çünkü vâden yakındır! dedi.
Padişah, dervişe teşekkür edip dualarda bulundu. Kendisine ölümü hatırlatanı çok sever, Allahü Teâlânın rızası için yapılan nasihatleri can kulağı ile dinlerdi. Yanında bulunan İshak Beye dervişi sordu. Emir Sultan’ın müridlerinden olduğunu söyledi.
Emir Sultan’ın adını duyan padişah da:
-Bunda bir hikmet var” dedi ve tevbe-i nasuh etti. yanındaki bey ve paşalara dönüp:
-Yarın mahşer gününde şahit olun. İşte bütün günahlarıma tevbe ediyorum, dedi.
Dervişe izzet ve ikramda bulundu. Sonra geri dönüp sarayına gitti. Daha kapıdan girerken başına bir ağrı düşüp hastalandı. Her Müslüman gibi hazırladığı vasiyetnameyi çıkardı. Veziri Çandarlı’ya verdi. Vasiyetnamesinde, kendisinden sonra oğlu Mehmed’in Sultan, Çandarlı’nın da vezir olmasını arzu ediyordu. Vefat edince Bursa’ya götürülmesini ve orada medfun bulunan büyük oğlu Alâaddin Ali’nin yanına defnedilmesini istedi:
"Vücudumu doğrudan toprağa gömün. Cenâb-ı Hakk’ın rahmeti, yağmuru üstüme yağsın. Hükümdarlar gibi üstüme kubbe yapmayın. Mezarımın çevresinde Kur’ân-ı Kerim okuyanların oturması için yerler yapsanız yeter. Cuma günü defnolunmak arzumdur” dedi.
Mekke ve Medine fukaralarına gönderilmek üzere ve türbesi için kendi öz malından bir miktar para ayırdı.
Vasiyetinin sonuna doğru da şöyle dedi:
“Ve dahi vasiyet eyledik ki, bir yakut yüzüğümüz vardır, bir yanında deliği olup 95.000 akçeye alınmıştır. Ağırlığı bir miskalden ziyadedir. Onu satıp kabrimiz yanın da Kur’ân-ı Kerim tilavet edenlere sarf edeler. Tâ ki tükeninceye dek. Ve dahi vasiyet ederim ki, bir elmas taşlı yüzüğümüzü dahi satıp günde 70.000 kere kelime-i tevhid çektireler. Bir nice yedi gün buna devam edeler. Sonra satıp borcumuzu ödeyeler”dedi.
Vezirlerini şahit tutup her birine imzalandı. Üç gün hasta yattıktan sonra Hakk’ın rahmetine kavuştu.
|