Değerli okuyucularım, günümüz koşullarında yaşadıklarımızı anlatan bir hikaye.
Kurt, hayata yeni başlayan yavrusuna dünyayı tanıtmaktadır. Çıktıkları dağın zirvesinden ovada yayılan koyun sürüsünü gören yavru, babasına sorar:
-Bunlar nedir?
Babası anlatır.
-O gördüğün etrafa dağılmış yaratıklar, koyundur. Etleri çok lezzetlidir. Fırsatını bulursan hemen birini yakala. Onlar senin nasibindir.
Yavru bu defa çobanı göstererek sorar:
-Sırtında keçe, elinde değnek olan ve ayakta duran kimdir?
Baba bu defa çobanı anlatır.
-Sürünün koruyucusudur. Sakın ona yaklaşma. Gördüğün zaman kaç ve saklan.
Yavru, sürünün etrafında dolaşan köpeği merak eder.
-Orada bize benzeyen biri var. O kimdir?
Baba iç çekerek cevap verir:
-Ah balam. Asıl ocağımızı söndüren o bize benzeyip de bizden olmayandır. Sürünün köpeğidir.
Ondan uzak dur...!
Değerli okuyucularım mesele biraz anlaşılıyor değil mi? İnsan olup da insan gibi davranmayan ve insanları insanlıktan çıkarmaya çalışan kimi yaratıklar. İnsanlıktan nasibini almayan ve çıkarları uğruna başkaları karalamaya, yıpratmaya ve hayattan sindirmeye çalışanlar, ya da başkalarına hizmet edenler. İşte bunlar kurt olamamanın verdiği karın ağrısıyla köpek olanlardır. Köpek iyi koku alır. Sürüyü korur. Bu yaptığını da çoban tarafından karnı doyurularak ödenir. Ama Bozkurt öyle değildir. Kendi başına yaşar. Avını kendi bulur. Zincirlenmektense ölmeyi yeğler. Bizlerde öyle olalım dostlar. Yanlışı savunup karın tokluğuna köpek olmaktansa, doğruyu bilip başı dik, omurgalı ve onurlu bir insan gibi yaşayalım.
KARPUZ
Bektaşî, evinde misafir olduğu için, karpuzcuya uğramış:
- İyi karpuzun var mı?
- Kurabiye gibi baba, güven bana!
- Peki öyleyse, bir tane ver bakalım.
Karpuzcu birini seçip vermiş. Baba erenler, karpuzu alıp eve gitmiş. Bektaşî, yemekten sonra, konuklarının önünde karpuza gururla bıçağı vurmuş, ama o ne? İlk bıçak darbesinden sonra, etrafı bir koku sarmış. Karpuz ikiye ayrılınca, foş diye çürüyen içi masaya yayılmış, her taraf berbat olmuş. Misafirlerine karşı mahçup olan Bektaşî, sabahı zor etmiş ve soluğu karpuzcuda almış:
- Karpuzcu, seni tebrik ederim?
Karpuzcu şaşırmış:
- Hayrola baba, beni niye tebrik ediyorsun?
- Ulan kesmeden, delmeden o karpuzun içine nasıl sıçtın? Doğrusu şaşıp kaldım. Seni onun için tebrik ediyorum.
KART
İki komşu kadın hafta sonu kocaları olmadan yemeğe çıkmışlar. Yemekten sonra bara falan derken sabaha doğru iyice sarhoş eve yürümeye başlamışlar. İyice sıkıştıklarını farketmişler, ama etrafta tuvalet falan bulamamışlar. Bir mezarlığın yanından geçerken biri demiş ki:
- Hadi, kimse görmeden şurada yapalım!..
Başka çare de yok, korka korka girip bir kenarda işlerini bitirmişler. Temizlenmek için bir şey bulamadıklarından biri külodunu çıkarıp kullanmış, diğeri eve böyle dönemem diye oradaki çelenklerden düşmüş bir bandı alıp kullanmış. Sabah kocalardan biri uyanıp karısını donsuz olarak sızmış görünce telefona sarılıp öbürünü aramış:
- Yahu biz fena boynuzlandık galiba. Karım eve sabaha karşı ve donsuz olarak dönmüş!..
- Sen yine iyisin, bizimkinin kıçına "Seni asla unutmayacağız." diye bir de kart yapıştırmışlar!..
KARPUZ
Temel, elini beline koymuş dalgın dalgın yürüyormuş. Temel'in bu hali, Dursun'un dikkatini çekmiş. Temel belediye otobüsüne binmiş eli hâlâ belinde, otobüsten inmiş, yarım saat yürümüş, eli yine belinde. Onu izleyen Dursun, neredeyse meraktan çatlayacakmış, sonunda dayanamamış, koşup önüne geçmiş:
- Ula sen deli misin?
Temel, Dursun'un böyle bir soru sormasına bir anlam verememiş:
- Yooo...
- Ula hasta mısın?
- Yooo...
- Ula seni iki saattir takip ediyorum; elin belinde yürüyorsun.
Temel eline bakmış ve şaşkın şaşkın söylenmiş:
- Uy, vay anasını, karpuz düşmüş!..
|