The document has moved here.
|
|||
VEFALI EŞİN ARDINDAN | |||
-Ahmet Taner Kışlalı 21 10 1999 tarihinde katledilmişti. Eşi Nicole ( Nilgün
ise ondan önce 1995 yılında bir trafik kazasında hayatını kaybetmişti. Ahmet
Taner Kışlalı'nın eşinin ölümü üzerine yazdığı yazıyı okumak istersiniz diye
o yazıyı aşağıya aynen yazıyorum.
-Ahmet Taner Kışlalı yazısına şöyle başlıyor." Tanıdığımda adı Nicole'dü. Sevgisi
uğruna, doğduğu toprakları, ailesini, alışkanlıklarını, sınırsız dostlarını bırakıp
Türkiye'ya geldiğinde de değiştirmemişti. 25 yıllık geçmişi ile köprüleri atmış,
ama adını ve dinini korumuştu. Kışlalı soyadını alışının ikinci yılındaydı. Altınay'a
hamileliğinin de son aylarında...Gözlerinden taşan bir mutlulukla kapıda
karşılamıştı beni: Hem Türk, hem müslüman olmak istiyorum...Ben tanrıya
inanırım. Senin tanrın ile benimki farklı değil ki ? Çocuklarımız iki toplum
arasında kalmamalı. Bende her şeyi seninle ,onlarla ve bu toprakların
insanlarıyla paylaşabilmeliyim. Meğer yakın arkadaşlarımla birlikte Müftüye
gidip konuşmuş. İsmini bile seçmiş. Ama sabredememiş "Sürpriz'inin" sonuna
kadar. O gece "Kelime-i Şahadet"i sabırla ezberledi. Heyecandan uyuyamadı.
Ertesi sabah Müftünün yanından çıkarken elinde artık "Nilgün Kışlalı" olduğunu
kanıtlayan bir belge vardı. Ankara Müftülüğünün mühürlü kağıdını anne ve
babama göstermek için merdivenleri ikişer ikişer atlayarak çıkarken çok
mutluydu. Çünkü bunun onlar için taşıdığı anlamı biliyordu. Annemle babam
ağlarken, oda gözyaşları içindeydi.
-Her zaman çalıştı. Sekreterli yaptı. Mağaza yönetti. Halkla ilişkiler sorumluluğu
taşıdı. Protokol danışmanlığı üstlendi...Hem evde çalıştı, hem dışarıda. Yaptığı
iş ne olursa olsun, çalışmaktan hep onur duydu. Her yaptığı işe yüreğini verdi.
Hep başarılı oldu...Kocası bakanken ,86 metrekarelik sosyal meskeninin
bulunduğu binanın merdivenlerini sabunlu sularla silerdi...Komşular hayretler
içindeydi. Ama o bundan değil, ancak gelen yabancı konukların Türklerin
temizliği ile ilgili düşüncelerinden utanırdı. Bütün insanları severdi. Ama o, artık
"biz Türkler'den biriydi; "onlar" dan değil.
-Ulusal günlerde pencereye bayrak asar; Altınay ile Dolunay'a büyük bir heyecanla
Atatürk'ün büyüklüğünü anlatmaya çalışırdı. Dinsel geleneklere uymak için çaba
gösterirdi. Sorunu olduğunda, içi sıkıldığında Hacıbayram'a gider dua ederdi.
Türkçe olarak, içinden geldiği gibi...Ama benzer bir gereksinmeyi yurt dışında da
duyduğunda, aynı rahatlık ve gönül huzuru ile güzel bir kiliseye gidip mum
dikmekten de çekinmezdi...Ve duasını gene kendine göre yapardı. Çoğunlukla da
Türkçe olarak, onun için din, inanç ve iyilik demekti. Oruç tutar, kurban keser,
herkesin yardımına koşardı...
-Bir yurt dışı resmi gezi dönüşümde, her zaman ki gibi uçağın merdivenlerinin
ucundaydı. Güneş gözlükleri ile saklanmaya çalışılan kızarmış, şişkin gözler.
Dudaklarında zorlama bir gülümse. "Ahmet boşanalım" dedi, "benim yüzümden
senin siyasal kariyerini yıkacaklar!" Meğer sağcı basın yokluğumda bir kampanya
başlatmış. "Kültür Bakanının Hıristiyan karısı" neler yapmış neler...koca bakanlığı
Hıristiyanlık için kullanan o. Hatta müzelerde ki ikonaları çaldırtıp yurt dışına
kaçırtan da o...Evinde yabancı bir kültüre "teslim olmuş" bir kültür bakanı. Sekiz
sütün "haberler"...Ve zihnimden silinmeyen köşe yazılarından örnekler..."İkonalar
ve Kokonalar" ,"Madam Kislali" , daha niceleri...Nilgün, bana saldırmak için niçin
kendisini kullanmaya çalıştıklarını bir türlü anlayamıyordu...Türk ve Müslüman
doğmuş olamak, bunları kendi istenci ile benimsemiş olmaktan daha mı önemliydi ?
-Sevgi doluydu. Çiçekleri, ağaçları, kelebekleri severdi...Kuşları, köpekleri, kedileri
severdi...Çocukları, yaşlıları severdi...Tanrıyı severdi. Atatürk'ü severdi...İnsanı
severdi.
-Bir hastanede ki umutsuz hastaları her gün ziyaret etmeye; onları neşelendirmeyi,
onlara umut dağıtmayı; paylaştığı acıları içine gömüp , gözyaşlarını eve saklamayı
severdi. Bakanlarla, büyükelçilerle, generallerle, çok ünlü yazarlarla , bilim adamları
ile de arkadaştı. Kapıcılarla, bekçilerle, çaycılarla, şoförlerle, işçilerle, koruma polisleri
ile de arkadaştı. O bir "İnsan"dı...28 yılını benimle paylaştığı içim çok mutlu olduğum,
kendimi şanslı saydığım ,kendisiyle övündüğüm bir insan. Piaf'ı ve Pavarotti'yi de
beğenirdi. Sezen'i ve Gürses'i de . Dev tenorun olağanüstü sesini, araba dağlardan
geçerken ,çok yüksek tonda dinlemekten hoşlanırdı. Ölüme yaklaştığımız dakikalarda
ise, kasetçalardan süzülüp içimizde bir şeyleri titreten müziğin sözleri kulaklarımızdan
bir türlü gitmiyor. "Yine mevsimler geçecek/ Yine yapraklar düşecek/ Giden sevgililer
geri gelmeyecek. Nedense bana hiç söylememişti. Türk bayrağı ile gömülmek istediğini
ilk kez dostum Şahin Mengü'ye açmış. O "olamayacağını" ne kadar anlatmaya çalıştıysa da
vazgeçmemiş. Başka dostlara da bu "rica"sını iletmiş...Sevgili Mehmet Açıktan, tabutun
bir kenarına bayrak eklemeyi başarmıştı...Nilgün toprağa verilirken, Altınay ile Dolunay
bir bayrağı da kefenin üzerine koymayı başardılar...Fransız ana-babanın Bordolu Türk
kızı şimdi Ankara'da yatıyor. Ve de benim kalbimde...Ahmet Taner Kışlalı (alıntı...
|
|||
Etiketler: VEFALI, EŞİN, ARDINDAN, , |
|