Kimi gayrimüslimler, gömmek yerine ölülerini yakıyorlar. Bizim dinimizde de şimdi, yakma girişimleri var. 1930’lu yıllarda İstanbul’da sistem kurulmuş, ancak hiç kimse ölüsünü yaktırmamıştı
Değerli okuyucularım; Ölüyü yakmak, daha çok Pagan dinlerde görülen bir uygulama idi ve devam ediyor. Amaç, ölenin vücudunu dünyadan kaldırıp (yok edip), onu sonsuzluğa uğurlamak.
Eski Mısır’da ise, buna itibar etmediler. Yakmak yerine, aksine ölmüş olsa bile bedenin dünyada kalması için mumyaladılar ve cesedi korudular. O kadar ki, onun gömüldüğü yerden kalkarak yiyip içeceğini ve dünya nimetlerinden tekrar yararlanacağını düşünenler bile oldu. Eski krallar, Firavunlar gibi.
Milat denilen İsa Peygamberin doğumundan 2 bin yıldan fazla bir süre geçtiği halde, bu uygulama devam ediyor ve kimi toplumlar ölülerini yakmaya devam ediyorlar.
Ölen kimse, bütün dini ritüeller yerine getirildikten sonra, iptidai toplumlarda odun ateşine verilerek, batı toplumlarında ise, özel yakma sistemleri (Krimatoryum) kullanılarak yakılıyor.
Her iki uygulamada da, ölünün külleri kutsanarak ya saklanıyor ya da önemli belli yerlere savruluyor.
Mesela Hindistan’da kimi ölenler odun ateşinde yakıldıktan sonra külleri kutsal Ganj Nehri’ne atılıyor. Kimi ölülerin cesetleri ise, yakılmadan bu nehre bırakılıyor. Hamilelerle, suda boğulanların cesetlerinin ise, yakılmadığı biliniyor.
Batıda (Amerika’da) arzu edenlerin ölüleri, Krimatoryum denilen yakma sistemlerinde (Fırınlarda) 900 C derecede yakılıp, külleri kutsanıyor.
Sovyet Rusya’ya yaptığım bir ziyarette, Nazım Hikmet’in gömülü olduğu merkez Devlet Mezarlığında kimi ölüler görülürken, kimilerinin ise bu sistemde yakıldığını ve küllerinin bir kutuya konup, Banka kasaları gibi mezarlığın duvarlarına yapılan bölmelerde saklandığını gördüm.
Ölü yakınları, ziyaret günlerinde bu kutuları alıp, dualar ve anmalarda bulunarak, tekrar yerlerine koyuyorlardı.
SUUDİ ARABİSTAN’DAKİ UYGULAMA
Her yıl yapılan Hac ziyaretleri sebebiyle, Mekke ve Medine’de çok sayıda ölüm olayının meydana gelmesi ve mezarlıkların yetersiz kalması üzerine (Mekke’de Mualla, Medine’de Baki Mezarlığı gibi), Araplar da ölülerin yakılmasını istediler. Ancak, katı bir tarikat olan Vahabiler, yakmak yerine kısa sürede eritip çürütmeyi daha uygun bulup, cesetleri ilaçlıyorlar. İlaçlanan ceset 3 ay gibi kısa bir sürede eritilince, üstüne başka bir kişi gömülüyor ve bu işlem 3 aylık periyotlarla tekrarlanabiliyor.
Onlar sadece, ölünün gömüldüğü mezarın bilinmemesini yani kaybolmasını istiyorlar ve öyle yapıyorlar. Daha önceden yapılmış birçok mezarı da bu sebeple yıkıp, yok ettiler. (Örnek, kimi Sahabeler, Hz. Muhammed’in ailesi ve yakınları, Hz. Osman, Hz. Hatice gibi…)
Edinilen son bilgilere göre, Araplardan da ölülerin yakılmasına sıcak bakan ülkelerin olduğu, Mollaların ise buna karşı çıktıkları, ancak konunun gündemden düşmediği ifade ediliyor.
TÜRKİYE’DE DURUM
Bu konu, ilk defa 1935 yılında İstanbul’da gündeme getirildi. Bugün Zincirlikuyu Mezarlığının bulunduğu alanda, Sultan Abdülaziz’in oğlu Velihat Yusuf izzettin Efendi’nin bir köşkü vardı.
İzzettin Efendi, 1916 yılında Beyoğlu’nda bir Genelev kadınını yatağında yakalanınca, 4 ay sonra intihar etti. Boşalan Köşkü de, zaman içinde yıkıldı.
1935 yılına gelindiğine, şehir dışında bir alan olan burası Mezarlık yapıldı. (Zincirlikuyu Mezarlığı) Mezarlığın girişine de, isteyenlerin gömmek yerine ölülerini yakabilmesi için bir Krimatoryum yapıldı.
1937 yılına kadar, ölüsünü yaktırmak için hiç kimse ortaya çıkmayınca, sistem kaldırıldı.
İslam Bilginleri öteden beri, ateşte yakmanın bir ceza olduğunu, beden ölmüş bile olsa, bu sebeple yakılamayacağını ve bu eylemin sadece Allah’ın vereceği bir ceza (Cehennem) olacağını belirttikleri için, Müslümanlar Krimatoryum’a karşılar. Buna rağmen, kimi gayrimüslimlerde uygulama halen devam ediyor.
Hatırlayınız, bizim Opera sanatçılarımızdan Leyla Gencer de, vasiyeti üzerine yakılmış ve külleri İstanbul Boğazı’na serpilmişti.