İNSANLIK YAŞAMINDA ETKİN GÜÇLER OLARAK İNANÇ SİSTEMLERİ, ETNİKÇİLİK/MİLLİYETÇİLİK VE BİLİM-4
Değerli okurlar, önceki bölümde vahiysel bilgilerin gelişmiş olan çağımız insanlığına dar geleceğinden söz ettiydik.
Buradan hareketle, birinci olarak, Rönesans’la birlikte doğadan/evrenden elde edilmeye başlanılan bilimsel bilgiyle insanlık yetişkin hâle gelmiş, kendi elbisesini kendisi yapma durumuna erişmiştir. Belki ilâhi güç de bu durumu yani kendi eseri olan ve adına evren denilen ve hâlâ yazılmaya devam eden o devasa kitabı insanoğlunun okumaya başlayacağını ve kendi yaşamını buradan elde ettiği bilgiler doğrultusunda düzenleyeceğini bildiği için insanlığa vahiy yoluyla yaşam kuralları göndermeyi sonlandırmış olmalıdır. İkinci olarak, doğadan/evrenden elde edilen bilimsel bilgiler ya da bilgi kümesi, zaman okunda vahiyle gelen bilgi kümesinden daha sonraya denk geldiğinden ondan daha gelişkin bir bilgi kümesi olmuş olmaktadır. Gelişen insanlık yaşamına da gelişmiş bilgi kümesiyle elbise yapmak yani yaşam kuralları (hukuk) oluşturmak bir zorunluluktur. Şu unutulmamalı ki, her iki bilgi kümesi de (vahiysel bilgi ve bilimsel bilgi) inananlar açısından ilâhi güce ait bilgilerdir. Çünkü yukarıda da belirtildiği gibi bilimsel bilgi de, ilâhi gücün bir eseri olan doğadan/evrenden elde edilmektedir. Olaya evrimsel olarak bakıldığında –ki, insanlığın tarihsel yaşamı bunun böyle olduğunun açık kanıtıdır- ve “bilgi=güç” demek olduğundan (ilâhi kudretin gücü de bilgisinin sonsuz oluşundan ileri gelmektedir), bilimsel bilginin gücü vahiysel bilginin gücünden daha üstün durumda olmuş olmaktadır. Gerçek durum böyle olduğu içindir ki, Rönesans’ın Avrupa’da başlamış olmasından dolayı kilisenin toplum üzerindeki büyük gücü kırılmış, toplumu yönlendirici ve düzenleyici güç kiliseden ve dolayısıyla Hıristiyan inancından bilime geçmiştir. Bu bağlamda, özellikle 1789 Fransız Devrimi’nden itibaren insanlık yaşamını/toplumsal yaşamı düzenleme/dizayn etme gücü inanç sisteminden bilime geçmiştir.
Vahiysel bilgi ve bilimsel bilgi açısından diğer bir durum, ilkinin değişmez/dogmatik/statik oluşu, ikincisinin değişken ve dinamik oluşudur. Bu açıdan bakıldığında, değişen ve gelişen insanlık yaşamına uygun yeni elbiselerin oluşturulmasında değişen ve dinamik bilginin kullanılmasının bir zorunluluk olduğu açıktır. İnsanlık yaşamının çocukluk dönemi, Rönesans öncesinde kaldı. Rönesans’la başlayan bilimsel bilgi ve yaşam araçlarının (teknoloji) üretimi, insanlık yaşamını erişkin/olgun aşamaya geçirmiş bulunmaktadır. Dolayısıyla insanlık yaşamı için yeni elbisenin dikilmesi yani yeni yaşam kurallarının (hukuk) oluşturulması kaçınılmaz hâle geldi. Artık insanlık yaşamını/toplumsal yaşamı düzenleyen güç, vahiysel bilgiden bilimsel bilgiye geçmiş oldu. Bu bağlamda, inanç, artık bireysel/kişisel alanda yerini almalıdır.
Etkin güç olarak etnisite ve milliyetçiliğe de kısaca değinmek gerekirse, bu sosyolojik olgu kapitalizmle birlikte ortaya çıktığından, Bilim Çağı’na aittir; ancak birinci olarak insanlığı ayrıştırıcı ve ötekileştirici bir özelliğe sahiptir (her milletin bireyi, kendi milletinin en üstün olduğunu düşünür) dolayısıyla insanlığın ortaklaşacağı bir olgu değildir; ikincisi, toplumu şekillendirmede din ve bilim kadar etkili değildir.
Sonuç olarak, insanlığın tek ortak değeri “evren” olduğundan (ne inanç sitemleri, ne de etnisite/milliyet insanlığın ortak değeri değildir) ve bilimsel bilginin de en gelişkin bilgi kümesi olması nedeniyle, Bilim Çağı’yla birlikte insanlık yaşamını/toplumsal yaşamı biçimlendiren tek erk/güç, bilim yani bilimsel bilgi olmalıdır, hatta olmak zorundadır. Bu bağlamda tüm eğitim-öğretim sistemi bilimsel bilgi üzerine oturtulmalıdır. Vahiysel bilgi, bireyin özgür iradesine bırakılmalı ve özel alana çekilmelidir. DEVAM EDECEK
|