NASIL BİR İNSANLIK YAŞAMI YA DA TOPLUMSAL YAŞAM?
ŞABLON
Değerli okurlar, şablona devam ediyoruz.
11) İlericilik “aktif”, muhafazakârlık “pasif” değişimcidir. Bu bağlamda ilericilik tren sisteminde “lokomotif”, muhafazakârlık “vagon” yerinedir ya da ilericilik “buzkıran gemisi”, muhafazakârlık “açılan yoldan giden gemi” gibidir.
12) Kozmolojik ve biyolojik süreçlerde olduğu gibi, insanlık yaşamında/toplumsal yaşamda da gelişkin yaşam biçiminin yanısıra geçmişten gelen önceki yaşam biçimlerinin varlığı da olağandır (kabile hayatı yaşayan topluluklar gibi); ancak bunlar, insanlığı geri yaşam biçimlerine götürecek boyutta güce sahip değildirler, böyle bir amaçları da yoktur.
Böylece, şablonumuzu tamamlamış bulunuyoruz.
Özetlersek, bu oniki temel madde üzerine oturacak bir insanlık yaşamında/toplumsal yaşamda a) ilericilik en gelişkin bilgi gücüne sahip olduğundan baskın/dominant (2/3) olmalı ve dolayısıyla merkezde, muhafazakârlık (1/3) çevrede yer almalı, b) bu iki kesim karşılıklı iletişim hâlinde ve uyum içinde olmalı ve birbirini denetlemeli, c) ancak baskın/dominant olmasından dolayı ilericilik söz üstünlüğüne sahip olmalı, d) yasalar çerçevesinde olmak üzere insanlık yaşamı/toplumsal yaşam “kendiliğinden” işlemeli yani bu işleyişe bir “dış müdahale” olmamalı ve d) doğaüstü güç kullanılmamalıdır. Böyle bir durumda toplumsal süreç “sağlıklı” olarak “işlemiş” ve kendiliğinden “evrilmiş” olacaktır.
Buraya kadar doğanın/evrenin işleyişi/işleyiş yasaları örnek alınarak insanlık yaşamının/toplumsal yaşamın işleyişinin nasıl olması gerektiğini ortaya koymaya çalıştık. Acaba gerçek/yaşanan durum böyle mi? İnsanlık yaşamı, özellikle yerleşik yaşama geçildikten sonraki süreç, bunun pek de böyle olmadığını göstermektedir. Devletle eş zamanlı olarak ortaya çıkan yöneticiliğin (krallık, padişahlık vs) inançla sarmal hale gelmesi, insanlık yaşamında değişime karşı olan gelenekçi/muhafazakâr anlayışın egemen olmasına yol açmıştır. Çünkü “vahiysel” yaşam kuralları “değişmez”dir. Oysa buraya dek gördüğümüz üzere evren tümüyle değişip evrilmektedir ve evrenin bir parçası olan insanoğlunun yaşamı da değişmek zorundadır ve değişmiştir/evrilmiştir de; ama bu değişim, sancılı -büyük bedeller karşılığında- olmuştur. Oysa bu bedeller ödenmeden de sağlıklı bir insanlık yaşamı olabilirdi. Eğer insanlık yaşamına gelenekçilik/muhafazakârlık değil de yenilikçilik/değişimcilik/ilericilik egemen olsaydı, insanlık daha sağlıklı ve huzurlu bir yaşam sürdürmüş olurdu. Ancak insanoğlunun Rönesans’a kadar olan doğa/evren hakkındaki bilgisinin çok yetersiz oluşu, buna engel olmuştur.
Şöyle bir düşünelim: Eğer insanlık yaşamında bedel ödeyenler olmasaydı, muhafazakârlık insanlık yaşamı üzerinde “mutlak” hâkimiyet (aşırı uç) kurmuş olacaktı ve değişime, yeniliklere geçit verilmeyecekti; böylece insanlık yaşamı ilelebet avcı-toplayıcı olarak ya da Devlet+Yönetici Takımı’nın ilk ortaya çıktığı ve inançla sarmal olduğu dönemdeki gibi devam edecekti; çünkü yukarıda belirttiğimiz gibi vahiysel yaşam kuralları değişmezdir ve bundan dolayı yaşam değerleri de değişmeyecekti, sabit kalacaktı. Bunun, inananlar açısından ilâhi gücün bir eseri olan evrenin işleyişine uymadığı açıktır.
Bu sancılı insanlık yaşamı, Rönesans’la kırılmıştır. Rönesans’la birlikte o devasa/ultra büyüklükteki evren denilen kitap bilimsel yöntemlerle okunmaya başlanmış ve evrenin işleyişinin gerçek anlamda açığa çıkarılma sürecine girilmiştir. Anacak öte yandan insanlık kendini önceki yaşam değerlerinden henüz arındıramadığından, sancılı yaşam günümüzde de devam etmektedir. İlericilik için üçte ikilik (2/3), muhafazakârlık için de üçte birlik (1/3) oran tutturulduğunda, insanlık sağlıklı yaşama geçmiş olacaktır. Günümüzde gelişmiş/modern/uygar toplumlarda dahi bu oranın yarı-yarıya olduğu görülmektedir; bu toplumlarda iktidara değişmeli/dalgalanmalı olarak sırayla ilerici kesimin ve muhafazakâr kesimin gelmesi, bunun açık bir göstergesidir. DEVAM EDECEK
|