|
|||
BİLİME ÇAĞRI: TOPLUMSAL YAŞAMI DOĞADA ARAMAK-3 | |||
İbrahim GEDİK | |||
gozlem_ajans@mynet.com | |||
Değerli okurlar, bu yazı dizisinde evrenin “nasıl var olduğu” ya da “nasıl var edildiği” konusuna girmeyeceğim; bu, apayrı bir konu. Amacım, evrenin işleyişine ya da doğa yasalarına neden uygun ve onlarla uyumlu bir toplumsal yaşam kurmak ya da düzen oluşturmak zorunda olduğumuzu anlatmaktır. Eğer evren ateistlerin savladığı gibi kendiliğinden/kendi kendine oluştuysa, onlar açısından bir sorun yok demektir; çünkü bu, ateistlerin inandıkları bu evrenin işleyiş kurallarına/yasalarına uygun ve onlarla uyumlu yaşamayı benimsemiş oldukları anlamına gelir. Buna karşın teist ve deistlerin inandığı gibi evren doğaüstü bir güç (Tanrı/Allah) tarafından yaratıldıysa yani evren ilâhi gücün (Tanrı/Allah) bir eseriyse, bu durumda evrenin işleyiş kuralları/yasaları, bu güce (Tanrı/Allah) ait demektir; bundan dolayı onlar da bu kurallara uygun ve onlarla uyumlu olarak yaşamak ve bir toplumsal yaşam oluşturmak durumundadırlar, hatta zorundadırlar. Sonuç olarak kim neye ve nasıl inanırsa inansın, tüm insanlığın buluşabileceği veya birleşebileceği tek alan ya da tüm insanlığın ortak paydası “doğadır/evrendir” yine bundan dolayı “bilim”dir; başka ortak alan/payda olamaz ve yoktur da. Bilimin girmediği yer ise, karanlıktır. Bu bağlamda inanç ve etnisite, insanlığın ortak paydası değildir; çünkü farklı inanç sistemleri ve etnik kökenler var. Her iki alan da (inanç ve etnisite) şu anlamda katı tutuma sahiptir: İçinde bulunulan inanç sistemi “tek doğru”, etnik köken de “en üstün”dür; ve bu özellikleriyle kendilerinden olmayanı ötekileştirici ve düşmanlaştırıcı rol oynarlar. Her inanç ortaya ilk çıktığında, varlığını, var olagelen diğer inançları dışlama ve düşmanlaştırma üzerine kurar; bundan dolayı özünde/temelinde kendinden olmayanı ötekileştirme ve düşmanlaştırma vardır. Sadece kendi anlayışları çerçevesinde birleştirici olan bu iki alan, kendi anlayışları dışındakilere yaşam hakkı tanımaz. İnsanlık tarihi inançlar arası ve etnik guruplar-toplumlar arası savaşlara, can kıyımlarına tanık olmuştur ve günümüzde hâlâ olmaktadır. Haçlı Seferleri (1096-1272) ve Avrupa’daki Otuz Yıl Savaşları (1618-1648) inanç alanına, Hitler Almanya’sının başlattığı İkinci Dünya Savaşı (1939-1945) ile Yugoslavya’nın dağılmasıyla sonuçlanan iç savaş da (1990-2000) etnik alana ait savaş örnekleridir. Savaşların kökeninde her ne kadar ekonomik paylaşım yatıyor olsa da, buna kılıf olarak inanç ya da etnisite veya her ikisi birden giydirilmekte, böylece savaş nedenine inanç ve etnik kimlik kazandırılmış olmaktadır. Sonuçta bu iki alan savaşa kolayca malzeme yapılan, malzeme olan sosyolojik olgulardır. Aynı inanç sisteminin mezhep, cemaat, tarikat gibi alt sistemleri arasında bile birbirini ötekileştirici ve düşmanlaştırıcı tutum söz konusudur. Dolayısıyla bu iki alanın insanlığın tek paydası olduğunu ya da olacağını savlamak olası değildir. Oysa göreceğiz ki, evrende itici (ayrıştırıcı) durumlar/süreçler “yok olma”yla, çekici (birleştirici) durumlar/süreçler “var olma”yla –ve daha gelişkin üst sistemler oluşturmayla- sonuçlanmaktadır. Tüm bunlardan dolayı inanç ve etnik köken, doğaya uyumlu toplumsal düzen oluşturmada yer almamalıdır; daha doğrusu, öne çıkarılmamalıdır; bunlar, insanın özel alanında bulunmalıdır. Toplumsal yaşamın düzenlenmesinde ve biçimlendirilmesinde “bilim” yer almalıdır. Yine bundan dolayı, eğitim-öğretim sistemi sade ve sadece bilimsel bilgi üzerine inşa edilmelidir; kişi, etnik ve inanç kimliğini bunun üzerine oluşturmalıdır. DEVAM EDECEK |
|||
Etiketler: BİLİME, ÇAĞRI:, TOPLUMSAL, YAŞAMI, DOĞADA, ARAMAK-3, |
|
Bu modül kullanıcı tarafından yönetilir, ister kod girilir ister iframe ile içerik çekilir. Toplamda kullanıcı 5 modül ekleme hakkına sahiptir, bu modül dahil tüm sağdaki modüller manuel olarak sıralanabilir.