İnsanlığın Kültürel Evrimi: Üçüncü ve Son Aşama
Değerli okurlar, önceki bölümde Kopernik’in Güneş Merkezli evren modelini gördüydük.
Devrimsel niteliğinden dolayı bu evren modeli beklendiği gibi hemen benimsenmedi(1). Birçok engelden birisi, Hıristiyan teolojisiydi; Yer Merkezli kozmolojiye karşı çıkmak, dine karşı çıkmak demekti. Bu, “bilim” ile “din”in bilek güreşine tutuşması demekti.
Modelin yarattığı heyecan onun özgünlüğünden değil, Batı için yeni bir düşünsel dönemin ilkelerinin oluşturulmaya başlandığı Rönesans (“Yeniden Doğuş”; Antik Yunan düşüncesinin yeniden doğuşu) dönemine (1450-1600) denk gelmiş olmasındandı. Herkesin yeniyi aradığı bir dönemde, Kopernik de kendi yenisini ortaya koymuştu(1).
Böylece insanoğlu bilim adalarını geride bırakmış, “bilim karası”na ayak basmış oldu.
Güneş Merkezli evren modeli, bazı düşünürlere göre “Ortaçağ ile Yeniçağ’ı ayıran bir sınır taşıdır.”(1)(2).
İnsanlığı üçüncü evreye geçiren bu değişimin adına, -bilimsel nitelikli- “bilim” olduğundan, “Bilim Çağı” demek daha doğru olur düşüncesindeyim. Bu çağda Dünya’nın yeniden tanımlanması ve her bir öğenin konumunun/yerinin yeniden belirlenmesi gereği doğmuştur. Usçu/akılcı, deneyci ve soyutçu filozoflardan gelen bu tanımlamanın özü, Rene Descartes’ın (1596-1650) şu sözlerinde kristalleşir: “Ben, bütün özü ve doğası düşünmek olan ve var olmak için hiçbir yere gereksinimi bulunmayan ve maddi hiçbir şeye bağlı olmayan bir cevherim.” Yine bazı düşünürlere göre “Bu söylem, güçlü bir biçimde akla dikkat çekmektedir. (…) yeni tavır değişikliği, esasen düşünsel gelişmeye işaret eder, (…) bu, insanın aklını, kendisinin efendisi durumuna getirmek demektir. Diğer bir deyişle artık tek dayanak ve tek mutlak güç, akıl olmuştur.” Böylece, bütün varlığı yöneten ve –bilimsel- bilgiye dayanan yeni bir güç ortaya çıkmıştır(2).
Aslında akıl hep vardı, bilgi de vardı; ancak aklı mutlak güç haline getiren, “bilimsel bilgi”dir. Bilimsel bilgi de sağduyuya değil, gözleme, matematiğe, deneye ve gerektiğinde soyutlamaya dayanan bilgidir. Dolayısıyla mutlak güç, “akıl” ve “bilimsel bilgi”den yani bunların toplamından oluşur. Bu yeni anlayış çerçevesinden bakıldığında, teolojik (tanrıbilim) ve metafizik (fizik ötesi/doğadışı) kabullerle donatılmış Aristoteles’in doğa ve evren görüşünün yetersiz olduğu görülür. Her şeyde olduğu kabul edilen düzenlilik artık yoktur; bütün varlık hiyerarşisi, yeniden düzenlenmelidir.”(2).
Rönesans döneminde ortaya çıkan bu gelişmeler insanların dikkatini bir yandan doğaya yöneltirken, diğer yandan kendi üzerine odaklanmasını sağladı. Bunun sonucunda insanlar doğayı/evreni gerçek mahiyetiyle kavramayı öne çıkardılar; böylece, insanların doğaya ilişkin görüşleri değişti, bilgi düzeyleri arttı. Doğa/evren ile ilgili bu düşünsel değişim ve dönüşüm, yeni bir yaşam felsefesi (öğrenimde, sanatta ve edebiyatta) arayışında olan Batı toplumlarında(3) önce Kilise’nin yani Din Kurumu’nun, sonra da sarmal haldeki “Seküler Yönetim (Hanedan/Kral/İmparator)-Din Kurumu (Kilise)” yapısının hegemonyasının kırılmasına yol açtı. DEVAM EDECEK
(1) Güneş Merkezli Evren Modeli.
(2) Güneş Merkezli Evren Anlayışı.
|