İstanbul’dan Saray’a gelirken hep göz gözeydik. ‘Halimden sen anlarsın’ diyen bakışları içimi yaralamı, yaralamaktadır. O bakışları tüm otobüslerin camlarında görebilirsiniz. Kim koydu derlerse, itiraf ediyorum, ben koydum. Unutulan her güzelliğin bir fotoğrafını koymaya devam edeceğim insanların baktığı her yere. Sonra gelip oralara yerleşince, gazete ya da ekmek almaya giderken söyleşimizi koyulaştırdık. “Hakkımda girişimler olmadı değil ama yeterli direnç gösterilemedi ve bu yüzden çürümeye ve sonuç olarak da ölüme terk edildim.” Dedi gözlerimin içine bakarak. Aslında söylemesine bile gerek yoktu. Çünkü pencerelerine çakılan tahta parçaları, dökülen sıvaları ve duvarlarına yazılan yazılar onun durumunu açıklamaya yeter ve artardı. Oysa bir asırı, yüz yılı aşan tarihi bilmek isteyenlere çok şey anlatıyordu. O hepimizden daha iyi biliyordu ki, ‘insanlar artık rant peşinde. Geçmişleri yok, bugünleri yok ve gelecekleri de olmayacak.’ Mevcut yapılanmayı biraz düşününce bizim eski okula hak vermemek elde değil.
Sevgili Cihad öğretmenim (Cihad Girgin) geçirdiği kaza nedeniyle dinleniyor. Geçenlerde istediği gazeteleri alıp yanına uğradığımda, ‘eski okulu’ yazmak istediğimi söyledim. Laf lafı açar ya, öyle oldu. Onun da bu konuda girişimleri olmuş. Cihad öğretmenim seksen yaşında o da ilk okulu orada okumuş babası Demirci Şükrü Usta da. Ki bir anısı oldukça önemli babası Demirci Şükrü Usta’dan bu anı: “Oğlum biz sınıfta ders görürken yan sınıflarda Yunanlılar babalarımızı döverdi”. Yani, işgal dönemlerinde hem okul hem işkencehane. Tarihe tanıklık etmiş bir binayı gel de ölüme terk et. Anlaşılır gibi değil. Ki ciddi bir araştırma yapılsa, işgal dönemlerinde nice olayların, köyün kuruluşuna dair bilgilerin; okuldan mezun olup ülkemizin sosyal ve siyasal yaşamında etkili olmuş isimlerin çıkmayacağını kim söyleyebsilir. Eski okul ama çoğumuzdan deneyimli değil mi?
Ara ara yanına uğradığımda kapının üstündeki tabelayı gösterdi göz yaşlarını gizlemeden. Doğru dürüst hiçbir şey okunmuyordu. Tarihi bile silinmeye yüz tutmuştu. O ara aklıma Selman Akı’nın “Büyükyoncalı’nın Dününe Yolculuk” adlı kitabı geldi. Kitabın 37. Sayfasında “Bugün hâlâ kullanılan Aziziye Cami’sinin 1893 yılında yapılırken, Öğretmen Mustafa Sıtkı Mete’nin girişimiyle 1910 Ağustos’unda inşaatına başlanan ve köy halkının katkılarıyla bitirilen okul binasının 1911 Nisan’ında eğitime açıldığını.” (Alıntının biçim ve biçemine dokunulmamıştır) belirtilmektedir. Bir öğretmenin girişimi ve köy halkının katkılarıyla yapılan bu okulun yaşı tamı tamına 106 dır. Başkalarının elinde olsa o okula gül gibi bakılmış, tarihi ile ilgili resim ve yazılı belgeler toplanmış bir köşesinde sergileniyor olurdu. Ne acıdır ki bu eylem biçimi salt Saray’a, Büyük Yoncalı’ya ait değil. Ülkemin genelinde gittikçe yaygınlaşan bir eylem biçimi. Geçmişin silinmesi pek umursanmıyor. Çünkü para etmiyor. Öylesine zekiyiz ki, bugüne dünlerimizi atlayarak geliyoruz. Kendi kendimsizi kandırmada da üstümüze yok hani.
Daha önceki bir yazımda belirtmiştim. Küçük Yoncalı’nın eski okulu ( Sözünü ettiğimiz Büyük Yoncalı’nın okulundan genç) muhtarlığın ve köylülerin çabalarıyla restore edilmiş, muhtarlık, kütüphane ve tarım aletleri müzesine dönüştürülmüştür. Burada da en azından böyle bir eylem yaşama geçirilebilinir. Ya da sistemin(kapitalizmin) çıkarlarına uygun olarak bir iş adamına 49-99 yıllığına, hadi bir yılda benden olsun50-100 yıllığına (şaka), restorasyonu karşılığı verilebilir ve o şahıstan tarihine uygun değerlendirilmesi istenebilinir.
Bir deniz yıldızını kurtarmıyoruz çok daha önemlisi tarihe tanıklık eden bir okulu kurtaracağız eğer becerebilirsek. |