Edebiyat dünyasının en zor dalı olan şiir, çoğunluğumuza göre en kolay yazılandır. Biraz sözcükleri birbiriyle akraba kıldın mı ve alt alta yazdın mı, işte oldu sana bir şiir. Hani çok konuştuğumuz, genelde hepimizin söylediği, biraz daha gerçekçi olan ‘her üç kişiden ikisi şair’ ya da tam bir soyutlama şaheseri diyeceğim ‘her üç kişiden beşi şair’ tümceleri, aslında yapılan işlerin derinliklerine inmeden, alışkanlığa dönüştürülüp sürdürülmesinden başka bir şey değil. Buradan varmak istediğim yer, şiir üzerine yazılan yazılan ve yayımlanan kitaplar. Yazılan yazıların sözü edilir miktar ve nitelikte olduğunu söyleyebilirim ama kitapların düşündüğümüzün çok altında yayımlandığını vurgulamalıyım.
Bu kitaplardan biri de Asım Öztürk’ün geçtiğimiz yılın sonunda İnsancıl Yayınları’ndan yayımlanan Şiirin Diliyle. Üretken bir şair olan Asım Öztürk’ün sanki şiirin dışında başka bir şeyle ilgilenilmediği düşünülürdü. Fazıl Hüsnü Dağlarca’yı düşündüğüm gibi. Oysa son yıllarda, birçok dergide sıkça bu tür çalışmalarını yayımladı. Biçimden biçeme; sözcük kullanımından, felsefeyle olan ilişkisine; şiirin kendi dilini konuşmasından tutun da, şiirin direnmesine, haklı çıkmasına kadar birçok noktaya değinmekte bu çalışmasında.
Aslında kendi poetikasını yazıya dökmek ve yazıya dökülen poetikaya göre şiirini yazmak olası mıdır? Bilemiyorum. Kendi görüşüm: değil. Çünkü şiirin beslendiği alanın büyüklüğü ve bu alandan şairin topladıkları, üstüne üstlük bu toplananların şiir diliyle kavranılıp şiirleştirilmesi öyle pek teoriye falan sığacak gibi değil. Nre var ki teoriye sığmaz diye şiir üzerine düşünmeyecek miyiz? Elbette, tam aksine daha çok düşünecek ve düşüncelerimizi kaleme alacağız. Bu kaleme almalar, eğer birbirimizi okuyorsak çok işe yarayacak ve tartışmalarla şiirin penceresini daha da genişletecektir. Şiirin binlerce tanımı varken, gerçekten tanımsız kalmasının nedeni, bu dehşet veren özgürlüğüdür.
“Oluşturulan her dilin şiir dili olmadığını bilerek, onun çok değişik katmanlardan ve karışımlardan her yazana göre ayrı özellikler taşıdığını bilerek ele almalıyız.” Saptamasını yapıyor Asım Öztürk. Buradan şöyle bir yürüyüşe geçilebilinir: şairlerin okuma, gözleme durumları ve bu durumların şairdeki içselleştirilmesi, yaratılacak şiirin de kimliğidir. Birincisi bu kimlik ancak üretilen şiir olursa verilir. İkincisi bu kimliğin şiir tarafından kazanılmasi için de şairin, şair kimliği önem kazanır. Yumurta tavuk sorunu değil elbet. Şiir damarı olan insanların, şiirin emek istediğini de düşünerk çalışmaları sonucunda elbette hem şiire, hem de iyi şiire(!) ulaşacakları tartışmasız. Bir anlamda dil mimarlığı da denebilir şiir çalışmaları için.
Asım Öztürk, Şiirin Diliyle adlı çalışmasıyla, şiirimizin şiir olmasında gerekliliği olan düzlüklerin inşaası eylemine önemli bir katkı sunmuştur. Şiirin, şiir olabilmesi için, çevresinin yabani otlardan temizlenmesi gerekmektedir. Bu da şiir üzerine düşünerek, yazarak gerçekleştirilebilinir. Böylece engel düzlükler destek düzlüklere dönüşmektedir.
Şiirin diliyle konuşursak şiiri daha iyi anlarız.
|