Güneş, başını dağlardan kaldırır kaldırmaz eşlik ederim ona. Bu eşlik etme kimi camlarda sürer gider, kimi de yüreğimde. Kimi zaman da kendimi sokaklara vurur, yol boyu arkadaşlık ederim. Bugün de öyle oldu: uyandı, uyandım. Vurdum kendimi dağlara giden yollara. Sessizliğin oluşturduğu bir dinginlikle koyuldum doğayı seyretmeye. Ağaçların çiçeğe durması hayırlıydı geleceğimizin bereketi için. Ya soğuk vursaydı, ölseydi çiçeklerimiz, meyvesiz kalsaydı çocukluğumuz hayırlı olmazdı elbet. Böylesine bir hayır eylemiyle güne başlamak sanki ömrümü uzattı. Kırların kendi çiçekleri ve onlara eşlik eden arılar, kelebekler ve kimi tanımadığım böcekler, doğayı ve ona bağlı olarak da dünyayı zenginleştirmekten başka işleri yoktu ve bu hayırlı eylemlerini büyük bir doğallıkla, sevdayla yerine getiriyorlardı. Ben de hayranlıkla ve şaşkınlıkla izliyordum onları.
Aslında doğa tümüyle insanlar için bir hayır merkezi. Doğanın içinde hasta olma şansın yok. Hasta olmuşsan eğer, ya doğanın dışına çıkmışındır ya da doğaya dışarıdan yabancısı olduğu şeyleri aktarmışsındır. Düzeni bozulan doğa da hayırdan ister istemez ayrılarak şer’e bulaşmıştır. Yoksa bunu çok iddialı söylüyorum, doğa, her zaman insan ve dünya için bir hayır merkezidir. Doğanın içine eğlenmek için giden sen, ailen ya da arkadaşların, oradan ayrılırken gerekli temizliğini yapıyor musun? Yoksa elinde ne kadar artıklar var ise doğaya dağıtıyor, atıyor musun? Hatta dayanamayıp şişeleri kırıyor da bırakıyor musun? Ondan sonra doğa bana bunu yaptı diye şikayetleniyorsun, haksız mıyım?
Çok uzaklara gitmeye gerek yok, kendi yöremize dönelim, bakalım. Güneşkaya’nın neyi eksikti acaba? Masaları, tuvaleti, çöp bidonları, suyun başında yılanları, kaplumbağası, balığı, kısaca ben doğayım, seni koynuma alıyorum ama beni kirletme demiyor muydu? Kulaklarımın ağır işitmesine rağmen ben o sesi duyuyordum. Soğuksu yine aynı özelliklere sahip değil miydi? Daha nereleri nereleri… Güngörmez, Bahçeköy yolu, Kavacık yolu, Demirler Köyü yolu, Çukuryurt’un üst tarafları, hepsi ama hepsi sizlerin emrine amede değil miydi? Siz ne yaptınız içtiğiniz bira, rakı, şarap şişelerini poşete koyup bağlayacağınıza kırıp ortalara savurdunuz.
Bu tür kültürle hiçbir yetkili baş edemez, faşizm bile, aklınıza gelecek başka diktatörlükler bile. Baş edemez çünkü dışarıdan bu cahil kültürü okumak o kadar kolay değildir. Herkesin başına bir güvenlik görevlisi de dikilemez. Halbuki eğlen, türkünü söyle, yemeğini ye, içkini iç ama kalkarken tüm pisliklerini poşetle, ağzını bağla bir kenara koy. O zaman da görevli arkadaşlar gelir onları kaldırır. Ama sen hiçbir şey yapma ondan sonra bülbül gibi şikayet şakımalarında bulun. Akıl işi değil bu.
Geçenlerde Berber Metin’e uğradım hem traş oluyorum hem de söyleşiyoruz. Konumuzla ilgili bir şey söyledi Metin:
‘Bizim çocukluğumuzu da Saray’ın Vize çıkışındaki dereye, eski köprünün üstünden abilerimiz çivileme atlardı’
Şaşırmadım. Çünkü çok sonraları benim gördüğümde bile çekici, güzel bir dereydi ve flora, fauna olarak da zengindi. Yine o zamanlarda tanıklık ettim içinde buzdolabı kapağı, sünger yatak v.s.lere.
Dedim ya, güneşle beraber günaydım dünyaya ve düştüm yollara dere bayır. Tek düşüncem insanlığın hayır merkezi olan doğanın yaşatılması ve yatmak içinde korumak gerektiğinin bilincinde olunması.
Haydi hepinize hayırlı olsun, papatyalar, gelincikler ve çimenden çimene yayılan en fedakar göçmen kuşumuz leylekler…
|