Dalgınlığımı istemeyerek de olsa taşırken, gördüm o gözleri. Gittikçe uzaklaşan otobüsün camına yapıştırılmış bana bakıyordu sanki. Bu bakışın bir çöl insanını ya da dağlar yaran bir babayiğidi aradığı düşünülebilinirdi, hüzünlüydü, çaresizdi. Çaresizliğini kendisinin dışındakiler görsün diye bir gayreti yoktu. Onu salt ben anlıyor ve yorumluyordum. Dalgınlığımı bir köşede, geri dönüp yeniden almak üzere bırakırken, onun gözlerine takıldım yine. Otobüs gideli çok olmuştu ama ben camdan o gözleri çalıp saklamıştım. Çok uyanık geçinen şoför de ayrımında değildi hırsızlığımın, muavin de. O gözler ve ben çekilip bir ıssızlığa söyleşmeye başlamıştık bile.
“Bu kadar dalgınken nasıl ayrımına vardın gözlerimin?”
“Dalgınlık başka şey duyarlılık başka. Sen, sorunun yanıtını duyarlılığımda ara.”
“Pek buraların insanına benzemiyorsun.”
“ Demek ki, ‘insan yaşadığı yere benzer’ tümcesi yanlış.”
“Neden?”
“Çünkü uzun yıllardır burada yaşıyorum.”
“Buradan nereye gelmek istiyorsun anlayamadım.”
“Belki haklısın. Bu uzun yılların içinde nereye gelmek istediğimi hiç düşünmemiştim.”
“Çok da aykırı bir şey değil eylemin. Çoğunluk nereye gelmek istediğini kararlaştırmadığı için sıradanlaşır ve ölür gider.”
“Desene bizde öylesine ölüp gideceğiz.”
“Yanlış anlama sözüm sana değildi. Sıradan biri değilsin, hırsızlığından belli.”
“Hırsızlığım gerçekten bu kadar önemli mi?”
“Birçok şeylerin yitip gittiği günümüzde, çekip gitmekte olan sıradan bir otobüsün camında, binlerce sevda acılarının, birikerek kat kat tabakalar oluşturduğu gözlerimin ayrımına varman ve bu gözleri kendilerini uyanık sanan şoför ve muavinin dikkatinden kaçırma hafife alınabilinir mi?”
“Bu kadar derinlikli düşünmemiştim ama sen söyleyince kendi eylemlimi ben de önemsedim, sağol.”
Derin derin bakışarak ve ara sıra iç geçirerek sürdürdüğüm konuşmamız, aşk üzerineydi. Her şeylerin çıkara dönüştüğü, sevmenin, aşık olmanın ve hatta kara sevdaya tutulmanın dağların ardında kaldığı bu günlerde, Leyla Mecnun, Aslı ile Kerem, Şirin ile Ferhat konuşmalarımızda canlanırken bizlerde o coşkulu denizde kulaç atıyorduk. Birden donuklaştı gözler ve birileri duymasın dercesine alçak sesle söylendi:
“Yaşamımın en güzel saatlerini yaşattın bana, sağol. Ama bekleyenim vardı benim, daldım. Unutmadan söylemek istedim. O şimdi gelir bekler, gözleri gözlerimi arar camlarda. Yıllardır biz böyle yaşıyoruz onunla. Beni yerime koyar mısın? Çok beklemesin, kıyamam ona.”
Donup kaldım. Nasıl bir hata işlemiştim? Yılların sevdasına kendi anlık sevdam adına ihanet etmiş, hançerlemiştim. Hemen gelmekte olan bir otobüsü gördüm ve koşturdum. O otobüsün de şoförü ve muavini görmeden gözleri cama yerleştirdim. O giderken uzun uzun seyrettim. Sevdalısı ilk gelen arabada bulamazsa gözleri bir sonrakilerinde arar diyerek teselli buldum.
Ağır ağır o sessizlikten çıkıp sıradan bir insan gibi, hiçbir şey yaşamamışcasına kalabalığın içine karıştım. |