İstediğimiz kadar kaçıp kurtulmak isteyelim, bu koşullarda olanaksız görünüyor bu kaçış. Hem işin koşulları gereği hem de insan ilişkilerinin kimi boyutları gereği bu ilişkileri sürdüreceğiz bir süre daha. Yani ne kadar kızarsak kızalım İstanbul’la işimiz daha bitmedi. Aslında Türkiye’nin neredeyse dörtte birinin bu kentte somutlaşması çok sağlıklı bir durum değil. En azından eşitlikçi bir eylem değil. Abartısız söyleyelim ki İstanbul’un kimi ilçeleri ülkemin büyük kentleri sayılan Ankara, İzmir, Adana, Bursa’dan nüfus olarak büyükler. Bu nüfussal büyüklük doğal olarak insan yaşamının tüm alanlarını etkiliyor. İş sahaları bu duruma göre konumlanıyor; işsizlik bu olguya göre göç yönünü saptıyor ve yeni, başat bir yapılanmanın yaşamımızı belirlemesi sağlanıyor. Her taşın altından insan çıkıyor ve şikayet eden de insan. Neyse yolculuğumuizu sürdürelim..
Otobüs yavaşlıyor Esenyurt’a gelince. İroni olsun diye yazıyorum, ‘bu yavaşlamanın nedeni son dönemlerde Esenyurt adının terörle birlikte anılması’. Aslında böyle bir şey yok. Mahmutbey gişelerinin kaldırılması falan dedik bir zaman, şimdi ise kaldırıldı ama diyoruz. Trafik, Trakya yönünden gelen araçlar için Esenyurt’ta yavaşlamak noktasında epeyce zamandır. Alışıyoruz her şeye alıştırıldığımız gibi. Alışmak da bir algı operasyonu neticede. Belli bir süreç geçince unutuyorz tüm yaşadıklarımızı çünkü otogardayız, otobüs hedefine ulaşmıştır.
Yayın dünyasıyla ilişkili sorunlarımızı büyük bir koşuşturmayla çözmeye çalışırken zamanın da deli gibi kaçtığının ayrımındayız. Bir gece buralarda kalmamak adına işleri sonlandırmak istiyoruz. Bu istağimizin çözümü sırasında hiçbir tanıdığa denk gelmemek için içimizden dua ediyoruz. Yapılması gerekenler yapılmıştır ve dönüş saatimize kadar zaman biriktirilmiştir.
Önce Berfin Bahar dergisine İsmet Arslan’a uğruyorum, biraz laflıyoruz. Sağolsun Serpil Tatar güzel bir çaüy vererek rahatlayıyor yorgunluğumuzu. İsmet, Berfin Bahar’ın Ocak 2017 tarihli 227. sayısını ve yeni yayımladığı Abdullah Rıza Ergüven’in “Muhammed’in Tümceleri” adlı çalışmasıyla, Ferdi Tayfur’un “Paraşütteki Çocuk” adlı son romanını veriyor, çantam iyice doluyor. Vedalaşıyorum İsmet ve Serpil’e yolum birazdan Metin Aybek’le kesişecek Sultanahmet Tramvay Durağı’nda. Hakan Sürsal kayınpederinin rahatsızlığı nedeniyle gelemiyor buluşmamıza.
Gecenin ilerlemesine yardım ediyoruz Şehremeni’deki Derya Birahanesi’nde. Kaan Polatlar, Cafer Yıldırım, Metin Aybek ve ben, doğal olarak edebiyata ve özellikle şiire dalıyoruz. Yazmanın, üretmenin yanında mücadeleden söz ediyoruz. Yayımlamak için mücadele, okurla buluşması için mücadele ve elbetteki ürettiğimizin o alanda iyisi olması için kendimizle de mücadele. Gerçekten de bu konuları laf olsun diye konuşmamak gerekiyor. Ciddiye almak zorundayız. Karşımızdakiler ellerindeki olanaklara rağmen bu konuda artı mücadele veriyorlar. Çünkü mücadelenin derinlikli anlamı toplumsallığa çıkıyor biraz düşündüğümüzde. Salt bir alanın mücadelesi değil toplumsal mücadeleye hizmet eden bir parçanın mücadelesi olarak görmek gerek. Çünkü karşımızdaki güç her zaman, yaptıkları her şeyi kendilerine hizmet eden olarak düşünür ve eylemli kılarlar.
Gece bize aldırmadan ilerliyor önce Metin’le Kaan kalktılar. Cafer’le biraz daha söyleştikten sonra biz de kalktık. O yönünü Esenkent’e doğru çevirdi ben de Esenler Otogarı’na. Yeni bir günde yeni bir yerde ve yeni konularda buluşmuk dileğiyle ayrıldık birbirimizden. |