Başka seçeneğimiz yoktu. Bu tür kaçamakların tek dostu geceydi ve ben duvarın dibinde onu bekliyordum. Gelmedi. Günlerce gittim, geceyi çağırdım ve bekledim gelmedi. O kenti terk ettim, onu da. Oradan tanıdıklarım ara sıra dalga geçercesine, ‘kardeş dün akşam gölgeni gördük duvar dibinde’ diyerek konuşup duruyorlar beni kızdırmak için. Oysa kızacak yaşı çoktan geçtim. Onlar söylemlerini aktarıyorlar bir şekilde kendilerini kurtarmak adına. Ben yaşıyorum. Bu anlatacaklarım da işte böylesine gevezelik yapanları kızdırmak için.
Gecede kalmayanlar; geceyle konuşmayanlar; geceyle yolculuk yapmayanlar ve gecenin yalnızlığını paylaşmayanlar, lütfen gece üstüne konuşmasınlar. Gerekçelerini açıklayacağım. Çünkü bu tür konuşmalarıns neredeyse tamamı hayal ürünü oluyor. Ete kemiğe bürünmediği için, insanda yaşanmışlık duygusu yaratamıyor. Yaşanmışlık en büyük içselleştirmedir. İnsanlara dikkat edin içselleştirdiklerine daha hakim oluyorlar ve o alanda başarıları da dikkat çcekiyor. Sanatta, edebiyatta bu yaşanmışlığın gücünü daha çok ve net görürüz.
Örneğin dağ başındasınız, çobansınız. Gece, siz, koyunlar ve bir de zaman arkadaşlığı yapan ayla yıldızlar var. Çaydanlığınızı (çuğun da diyorlar) kaynak suyuyla dolduruyor, ateşinizi tezek ve odun parçalarıyla alevlendiriyorsunuz. Çaydanlık geceyle konuşurcasına fokurdarken, siz de sırtınızı toprağa verip, gecenin koynunda bilmem ne yıldız takımıyla söyleşidesiniz. Ay, yıldızlar, koyunlarınız, siz ve gecenin yalnızlığında birbirinizle dertleşerek içiyorsunuz çayınızı. Yok yok, ay, yıldızlar ve gece, ve de koyunlar hiçbir zaman çay içmezler. Tüm çayı siz içiyorsunuz akıl almaz bir mutlulukla. Sabahın ışıkları kapınızı çaldığında, çaydanlığınızın simsiyah rengini gördüğünüzde şaşırmıyorsunuz ve çayın tadıyla bu simsiyah rengin hiçbir ilgisi yokmuş gibi görünüyor herşey. Oysa çaydanlık böylesine kararırken çay demini alıyor ve tadını size aktarıyor. Bu tür geceleri anlamlandırabilmek için içselleştirmek gerekir. Yoksa sıradanlaşır ve anlamı olmayan bir yaşanmışlığa dönüşür.
Geceyi bir de yayan yolculuklarda denemelisiniz iyice kavrayayebilmek için. Örneğin Büyük Yoncalı’dan Saray’a; Küçük Yoncalı’dan Büyük Yoncalı’ya; Küçük Yoncalı’dan Saray’a. Dudaklarınızda mutlaka bir türkü olmalı ve köpek ulumalarına türküyle eşlik etmelisiniz. Yok eğer büyük kentlerdeyseniz işin rengi değişik, türküleri oralarda yormaya hakkınız yok. Oralarda bir araba sarhoş kafayla size çarpmasın diye dikkatle hareket edersiniz . türkü söyleseniz bile içinizden akan bir nehir gibidir türküler. İstanbul Esenyurt’tan Halkalı’ya; Bakırköy’den Halkalı’ya yolculuk yapabilirsiniz. İzmir’de yolculuk güzergahlarınız değişir. Bornova’dan Alsacak’a; Konak’tan Üç Kuyular’a gidebilirsiniz. Bu tür yolculukların çoğu mecburiyettendir, geri kalanları ise zevk için. Örneğin Muğla’da bilimselm bir çalışma adına o tepelerdeki Şen Köy de sizi yolculuktlmara çağırabilir. Tüm yolculuklar geceleyin anlam kazanır. Çünkü siz ve gece varsınız o dünyada. Gündüz yolculuklarını herkes görür ve gizemi olmaz gündüz yolculuklarının.
Buna benzer nice geceleri kendime yoldaş ettim, yaşadım doyasıya ama onu hiç bulamadım. Geceden korktuğunu sanmıyorum. Resmen bir terk edişti bu; ‘sevmiyorum seni’ demekti. Çaresiz kabullenecektim. Önceleri onu bulmak adına ta yüreğine kadar gittiğim gecelere, şimdi terkedilişin acısıyla gidiyordum. Geceler bitmedikçe benim gidişlerim de bitmeyecek anlaşılan. |