Çocukluğumuz gittikçe yaşlanıyor ve biz buralardan bir şeyler çıkartarak onun ömrünü uzatmaya çalışıyoruz. Bitinceye kadar da bu uğraşımız sürecek. İşte o günlerde annemiz, babamız, coşkumuzu pek anlayamaz, elimizde bir domates ve ekmek parçasıyla dışarı fırlamamızı engellemek ya da frenlemek adına, ‘kapıyı açık bırakma, kapa kapıyı’ gibi seslenmelerle hem uyarı görevlerini yaparlardı hem de ‘sakın bir daha olmasın’ tehtidini. Çoğunlukla dirlemesek de yerine getirmemizi de küçümseyemeyiz. Burada söylenmek istenen, kapı açık kalınca içeriye köpek, kedi, yılan ya da çıyanın girmesidir esas olarak. Kapı, aynı zamanda bir mahremiyet örtüsüdür evler adına.
Bu kültürle yetiştik, çocukluk bitti, gençlik geldi ve kapıyı açık bırakmak/bırakmamak başka anlamlar kazanmaya başladı. Tabii bu süreçte başka anlamların ne olduğunu da öğrendik ve elimizin tersiyle ittik. Böyle bir eylemi kapitalizmin dizgin tutmadığı günlerde yapmak önemlidir. Aldığımız kültür ve sürdürdüğümüz yaşam, ister istemez belli bir yapılanmaya sürüklüyor insanı. Kabul etsek de etmesek de farklı farklı anlayışların hapishanesine yuvarlanıyoruz. Aklımızı, ister bireysel çıkarlarımız adına istersek toplumsal çıkarlarımız adına kullandığımızda bu hapishaneden başka yerlere (oralarıda bir hapishane midir, tartışılır?) geçebiliyoruz. Tüm bunları yaşadığımız sürecin nicelik ve nitelikleri belirliyor. Gençlik yıllarımızın hemen başlarında, ‘kapıyı açık bırakmayı/tutmayı’ terkettik.
Aradan yıllar geçtikten sonra, arkadaşlarımız ve dostlarımızla yaptığımız söyleşilerimizde anılara daldığımızda, ‘abi senin eline de çok fırsat geçmiş kullanmamışsın’ ya da ‘bazı insanlarla kapıyı kapamamak gerekir, gün gelir lazım olur’ türünden beni sevdiklerinden(!) serzenişte bulunmaya başladılar. Onların kalplerini kırmadan bu konuya yeniden dönme gereğini duyarak bu yazıyı yazmaya karar verdim.
İnsan olduğunu kavramak aynı zamanda beraber yaşadığımızı kavramak demektir. Bir arada yaşamayı kavrayamadığımızda, ki örneklerini görmek her zaman olası, canlılar aleminin en gerisine düşersek hiç şaşırmayalım. İnsan olmamız, hem çevremizi hem de geleceğimizi bugünün davranışları içerisinde değerlendirebilmemize çok sıkı bağlıdır. Bugünü kurtaranların, el oğuşturarak, ‘yarın Allah kerim’ diyerek, yarını da bir bahaneyle, (hırsızlık, yalancılık, üç kağıtçılık v.s. .v.s.) kurtarma mantığına girmelerine, eğer haklı görüyorsak şaşmamak gerekir.
Siz çevreyi korurken salt kendinizi düşünemezsiniz, diğerleri de çevreyi, doğayı korurken salt kendilerini düşünemez. Ortak olanın korunması doğallıkla aynı paydadan hareket edenlere, ayrımında olmasalarda bir paylaşım kimliği verir. Bu paylaşım kimliğinin eylemliliği, süreç içinde ‘ben’ci kimlikleri rahatsız edeceğinden, ağır ağır dünyamızı terk edecek olan ‘ben’in yerine ‘biz’ yerleşecektir. Böylelikle kavgalar, doymamazlıklar, aç gözlülükler gittikçe unutulacak, yaşamımızda belki düşündüğümüz ama somutlaştıramadığımız yeni bir yaşam biçiminin kapısı açılacaktır. İşte salt bu kapı açılsın diyedir çekielen çileler ve yine tek açık bırakılacak kapı, bu güzelliğin kapısı olacaktır.
Arkadaşlarımızın, dostlarımızın, hangi kapıyı kapadığımızı, hangi kapıyı açık bıraktığımızı anladıklarını umarak bitirmek istiyorum bu yazıyı.
Bir gün, herkesin güzelliklere aşık olacağını düşünerek… |