Yolculuğumuzun başına döndüğümde Posof, Arpaçay, Doğu Beyazıt ilklerimiz. Babamın memurluğunun başlangıcı. Sonrasında Muğla/Bodrum, Mersin/Anamur, Hatay/İskenderun, Hatay/Kırkhan ve İzmir/Ballıkuyu diyerek yolculuğumuz sürüyor. Durmak yok yola devam. Çünkü memura sürgünlük yakışır hele de iktidarla anlaşamıyorsa. Kars, yeniden İzmir/Bayraklı, İzmir/Eski Foça, Denizli, Kdz. Ereğli ve babamızın emekliliği. Toprak, mülkiyet ilişkisi olmadığındanr yolculuğa devam diyoruz. İzmir, Kars, Sinop/Gerze, Ankara/Polatlı, Tekirdağ/Çorlu, Çankırı/Kurşunlu, yeniden Kars, Erzurum, Van, Hakkari, Erzincan,Ankara, Kdz. Ereğli, Adana, Uşak, Karabük, İstanbul, Tekirdağ/Saray yeniden İstanbul ve şimdilik son durak gibi gözüken Tekirdağ/Saray/Büyük Yoncalı. Bu sıralama öylesine. Ekmek peşindelik. Arada birçok istasyon sayabilirim: Samsun,Edirne, Kırklareli, Ordu, Artvin, Ağrı, Gaziantep, Konya, Aydın, Çanakkale, Balıkesir, Kütahya v.b. bunları yazmamın nedeni birçok kültür, kent yapısı ve insan-kent ilişkisi. Bir de tüm bunların yanına okumayı, bilgilenmeyi eklediğinizde, doğal olarak yaşama bir bakış açısı elde edersiniz. Bu bakış açınız noksanlık taşır elbet ama sizi yanlışa da götürmez kolay kolay. Bir de yaşadığı yerlere, insanlara karşı kendini sorumlu gören, şair yazar, aydın, kısaca insan olarak düşünmek zorundayız doğruyu-yanlışı; iyiyi-kötüyü. Bu notlamayı burada bırakıp başka bir notu aktarayım.
Tarsus Yenice’de bir etkinlik sonrası Belediye Başkanı Veli Serin ve Kültür Müdürü Tuncay Akdağ ile istasyonda, İsmet İnönü ve Churchill’in buluştuğu vagonun karşısında söyleşiyoruz. Yanılmıyorsam başkanın üçüncü dönemi. Kent pırıl pırıl, tüm alt yapı tamamlanmış. Başkan birden duruyor ve sürdürüyor konuşmasını, “keşke ilk dönemimi tamamen insana yatırım yaparak geçirseydim.” Bir öz eleştiri mi yoksa vardığı deneyim sonunda öyle yapılmasının insanlık için daha iyi olacağı düşüncesi mi? Bu bir saptama. Bu notu da bir kenara bırakıp esas konumuza geçelim.
Bir kentin gelişimi nedir? Oranın gelişmişliği nereden anlaşılır? Çok katlı binalarının fazlmalığıyla mı yoksa tiyatro ve sinemalarının fazlalığıyla mı? Gazete, kitap okumanın nitel ve nicel kimliğiyle mi yoksa günün her saatinde yaşanan trafik keşmekeşiyle mi? Tarımı ve sanayisiyle denge kurmakla mı yoksa nerelere kurulduğu belli olmayan, atıklarını içme ve yer altı sularına karıştıran sahte fabrikalarla mı? Gerici kurs ve kıyafetlerle mi, çağdaş kurslar ve yaşam biçimiyle mi? Bu tür soruları çoğaltabilirim. Bu arada şu ara notu da geçeyim. Benim burada eleştirdiğim iktidar, Saray Belediyesi, Tekirdağ Büyükşehir Belediyesi falan değil. Benim eleştirdiğim bilincini kendine yaraşır seviyeye çıkaramayan insan. Kim ne iş yaparsa yapsın, o işe sevdalı değilse hiçbir başarı şansı yok. Ama sevdası her şeyi kendine yontmaksa bu konuda bir şey diyemem çünkü deneyimsizim. İşte o insan yaratılmadıkça, ki o yaratılma da koşullara bağlıdır, dünyanın güzelleşeceğini kimse düşünmesin. İnsanımız çocukları ve torunları için de merak etmesin, bu gidişle zaten onların yaşama şansı yok
İnşaat mühendisi, mimar, şehir planlamacıası değilim, anlamam da o işlerden ama düşünceye kırmızı ışık yakılmıyor. Acaba yapılan her konutun altına, daire sayısına karşılık gelen sığınak, otopark yapılsa kentler daha güzel olur mu? Çok özel durumlar için belli, uygun yerlere acil durumlar için otopark yapılsa neler çirkinleşir acaba? Emin olun para ikinci plana düşüp, insanca yaşamak birinciliğe getirilse birçok sorunun hemen çözüldüğünü görmek hiçbirimizi şaşırtmayacaktır.
Saray gelişiyor mu? Hayır. Tekirdağ gelişiyor mu? Hayır. İstanbul gelişiyor mu? Hayır. Türkiye gelişiyor mu? Hayır. Dünya gelişiyor mu? Hayır. Evet demek isteyenler varsa eğer, bir zahmet, günlük okunan gazete sayısını, kitap sayısını; seyredilen film ve tiyatro oyunu sayısını araştırsınlar ve çıkan sayıyı, yapılan binalardaki daire sayısına bölsünler ve sonucu da kamuoyu ile paylaşsınlar.
Boyu her gün uzayan ama aklı her gün küçülen insana benziyor dünya. Şu yağan kar bile kirliliğimizi kapatamaz. |