İnsan mutlu olmasını bilir ve kavgasını verirse her yerde mutluluğu yakalayabilir. Mutluluğun rengi, dini, sınıfı yoktur. An dinginleşmesi olarak da adlandırabiliriz mutluluğu. Eğer ki ayrımında olalım olmayalı, öyle şeyler yaşamamış ve dinginleşmemiş olsaydık dünya resmen kan gölüne dönerdi. Tüm uzlaşmaz çelişkilere rağmen, insanın yaşamında bir ara istasyon olan, zerre kadar da olsa mutluluktan söz etmek yanlış olmaz sanırım. Örneğin Saray’dan söz edelim mutluluk bağlamında. Demirler köyüne gidiyorsunuz bir dostunuzla ve arabada Stefan Bulgar’dan şiir okuyorsunuz. Şimdi bunu sevgili Stefan Bulgar’a anlatsam o bile inanmaz. Türkiye’de, Tekirdağ’in Saray ilçesinde bir köye giderken benim şiirimi okuyorlar. (Stefan Bulgar, şair, yazar bir dostumuz. Hıristiyan Türklerin yaşadığı Moldovya’nın Cumhurbaşkanı adaylarından 1996-97’lerde İzmir’de bir şiir festivalinde tanışmıştık.) Bu işi gerçekleştiren kim? Sevgili Sevim Hamdi Alp’le benim. O an tüm sıkıntıların unutulduğu ve yaşama daha sıkı sarıldığımız bir an.
Kimileyin de, lapa lapa yağan karı seyrederken İrfan Yalçın’ın Engerek adlı romanını okumak. Bu mutluluk duygusu yaşama nereden baktığınıza bağlı aslında. Kimi para gözlükleriyle seyreder yaşamı; kimi çantasında sakladığı ve her akşam açıp yeniden yeniden kontrol ettiği tapularıyla. Kimileri kışın üşüyen kuşları besleyerek; kimi yoksulluğu ortadan kaldırmak için düşünerek mutlu olur. Bizim mutluluğumuz, genelin mutluluğu içinde şekillenen bir mutluluk. Bunlardan biri de Bahçeköy’e gidip Yusuf’un orada çay, kahve içip insanlarla söyleşmek. Evet ciddi bir mutluluk duygusuyla tanışırız her seferinde yolculuğumuzun.
Önceleri bir raslantıyla başlayan bu yolculuk sonrasında dostlarla birlikte bir alışkanlığa dönüştü. Aydın bir dost olan Yusuf, bu kimliğiyle ve tutarlı davranışlarıyla bahçeköy dışından ve daha uzaklardan birçok insanın dostluğunu kazanarak, o güzelim çay evini bir dinlenme, huzur bulma yerine dönüştürmüş. Günlük gazeteler, kitaplar ve insanın sevgisini çoğaltan söyleşiler. Aslında oraya gidip dönünce, bizlerin, insanların ne kadar, bu tür dingin yerlere gereksinimi olduğunu çok açık biçimde anlıyorsunuz. Daha sonra Sevim Hamdi Alp ile yolculuklarımızı sürdürüdük. Birkaç kez de Hasan Evirgen’le. Sonrasında da Cihad Girgin dostumuzla. Bu yolculukların gidişi de güzel dönüşü de. Dışırdan gelen edebiyatçı dostlarımın hemen hemen hepsini Küçük Yoncalı ve Bahçeköy’e götürmüşümdür. Çünkü buralarda her zaman bir sanat eserine kapı açacak imgeler, esinler var. Elbette bu bir rastlantı gitme anlamında ama başka köylerde de bu tür yaratımlar gerçekleştirilebilinir. Köy muhtarı arkadaşlar böylesine güzellikler adına düşünmelidirler. Hatta köylerinin kuruluş zamanını saptayarak şenlikler yapmanrın yollarını aramalıdırlar. Dört mevsimi yörelerinde çekici hale getirmeliler. Bunun bir kültürel çaba olduğunu bilerek insanlarını bu yola yönlendirmeli ve onların da fikirlerini alarak bu tür eylemleri yaşama geçirmelidirler. Her yörenin hem fauna hem flora olarak özgün yanları vardır, düşünmek ve araştırmak gerekir. Mutluluğu çoğaltmak için harcanan emek hiçbir zaman boşa gitmez.
Yeniden Bahçeköy’e döndüğümüzde bu emeği gerçekten görürüz. Sokaklarında, dükkanların önünde, camisinin ve mezarlığının çevresinde yaratılan temizlik ve titizlik o güzel emeğin ürünüdür. O en kutsal, yüce dediğimiz emek, işte somutlaşan eylemlerle anlam kazanır. ‘Bahçeköy yolcusu kalmasın’ derken, huzurun, güzelliğin, mutluluğun yolcusun kalmasın demek istedik.
Haydin arabalarımız kalkıyor.
|