CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak bugün Genel Merkez’de düzenlediği basın toplantısında şunları söyledi:
“İlginç zamanlarda yaşayasın” diye bir Çin deyişi var. Bu aslında bir beddua. İnsanlık işte böyle bir zamandan geçiyor. Bir yanda sağlığı tehdit eden COVİD-19 salgını, diğer yanda küresel sistemin en önemli merkezi başta olmak üzere tüm dünyada hızla tırmanan sosyal tansiyon, 2020’yi şimdiden son birkaç yüzyılın en ilginç zamanlardan biri yaptı.
DÜNYA ARAFTAN GEÇİYOR
Dünya adeta bir “araftan” geçiyor. Bu işin sonunda nasıl bir tabloyla karşılaşacağımız konusunda kafalar karışık. Ancak öyle anlaşılıyor ki; beşeri ve fiziki sermayesini koruyabilen, üretim kapasitesine ve üretme yeteneklerine sahip çıkabilen, sorunları demokrasiyle, toplumsal dayanışmayla göğüsleyen, istişareyle çözüm üretebilen ülkeler, bu dönemin sonunda rakiplerine fark atacak.
BECERİKSİZ, BASİRETSİZ, LİYAKATSİZ, KİBİRLİ VE BASKICI
Türkiye, bu talihsiz döneme; beceriksiz, basiretsiz, liyakatsiz, kibir hastalığıyla malul, baskıcı bir yönetim anlayışının elinde yakalandı. Dünyada diğer hükümetler yurttaşlarına kesenin ağzını açarken, şu salgın döneminde Saray hükümeti milletimizi tek başına bıraktı. Beş maskeyi bile milletimize bedava dağıtamadılar.
BİR ÖYLE, BİR BÖYLE
Daha dün “normalleşme sürecine girdik” dediler, bugün yaşadıklarımıza bir bakın. Sağlık Bakanı, iki gün önce çıkıyor, “sokağa çıkma yasağının devam etmesi yönünde bir önerimiz yoktur” diyor. Esnaf da, bakana ve sarayın açıkladığı normalleşme takvimine inanıyor hafta sonu için hazırlığını yapıyor. Restoranlar etini, sebzesini, meyvesini alıyor, garsonlar işe çağrılıyor. “Seyahat serbest” deniyor, insanlar güveniyorlar otobüs ve uçak biletlerini alıyorlar. Ama dün gece “15 ilde hafta sonunda sokağa çıkılmayacak” diye bir İçişleri Bakanlığı genelgesi yayınlanıyor.
GÖNLÜ RAZI OLMAMIŞ
Şimdi biz de tabi bugün tam; “Devlete güvenip, hafta sonu müşteri ağırlamak için hazırlık yapan esnafın zararını kim karşılayacak? Milletin elinde kalan uçakla otobüs biletleri ne olacak?” diye sormaya hazırlanırken… Bu karardan önce ortalarda görünmeyen AK Parti Genel Başkanı, öğleye doğru çıktı, kararı iptal etti. Hem de ne diyerek: “Gönlüm razı olmadı. Evet, böyle bir talep var, Sağlık Bakanlığı’ndan, İçişleri Bakanlığı’nın uygun görüşleri de var ama benim gönlüm razı olmadı ben bunu iptal ediyorum” diyerek.
BİR İLERİ, İKİ GERİ
Yani böyle bir ileri, iki geri adım atarak bu süreci nasıl yöneteceksiniz, ülkeyi nasıl yöneteceksiniz? Bilim Kurulu bu kararın neresinde? Sizin planlarınız, programlarınız yok mu? Bu nasıl bir çapaçulluk, nasıl bir dağınıklık, nasıl bir gayrı ciddilik?
RECEP BEY’E Mİ, TAYYİP BEY’E Mİ, ERDOĞAN’A MI İNANALIM
Önce Sağlık Bakanı çıkıyor, “Böyle bir düşüncemiz yok” diyor. Sonra AK Parti Genel Başkanı çıkıyor, “Sağlık Bakanlığı önerdi” diyor. Sonra Recep Bey çıkıyor, “Günlük vaka sayısı yeniden yükselince bu kararı aldık” diyor. Tayyip Bey, “Gönlüm razı olmadı” diyor. Erdoğan, “Sokağa çıkma yasağını iptal ettim” diyor. Şimdi bunun hangisini dinleyeceğiz, hangisine inanacağız, hangisine güveneceğiz? Recep Bey’e mi, Tayyip Bey’e mi yoksa Erdoğan’a mı? Bu, ülke yönetimindeki savrulmayı çok açık, seçik bir şekilde ortaya koyuyor. Ucube rejim böyle dönemlerde en çok ihtiyaç olan güveni bitiriyor. Tek bir kişinin aklını, tüm milletin aklının önüne koyarsanız işte böyle olur.
DERDE DERMAN OLAMADIKÇA ÇAREYİ KUMPASTA VE YALANDA ARIYOR
Ne milletin sesini, ne de ekonomik buhranın ezip geçtiği kesimlerin feryadını duyuyorlar. Bu kibir hastalığıyla malul olmuş yönetim, milletin derdine derman olamadıkça, çareyi siyasi kumpaslarda ve yalanlarda arıyor. Toplumu kutuplaştıran, muhalefeti düşman gibi gösterip öcüleştirmeyi amaçlayan gerçek-ötesi popülist siyasetle ayakta kalabileceğini zannediyor. Hızla otoriterleşiyor, ülkemizi her geçen gün biraz daha dünyadan koparıp içe kapatıyor.
MÜFLİS BEZİRGAN SİYASETİ
Dün, TBMM’de, bu müflis bezirgan siyasetinin yeni bir senaryosu sahneye kondu. Demokrasi, millet iradesi ayaklar altına alındı, Milletvekilimiz Enis Berberoğlu’nun vekilliğinin düşürülmesi, 20 Temmuz sivil darbe sürecinin yeni bir adımıdır. Meclis tutanaklarına açıkça yansıdığı gibi: Enis Berberoğlu hakkında “siyasi ve askeri casusluk” iddiaları düşmüştür. Verilen cezanın gerekçesi, “gizli kalması gereken bilgileri açıklamak”tır. Ama her zamanki gibi sarayın mafyatik trolleri gece devreye giriyor ve arkadaşımızı, mahkemenin bile suçlu bulamadığı “casusluk” suçuyla sabaha kadar sosyal medyada linç etmeye çalışıyorlar.
ZULÜMDÜR, DÜŞMANLIKTIR, GAREZDİR
Enis Berberoğlu’nun milletvekilliği; bu davadan yargılanan diğer şahıslarla ilgili suçlama kalmamışken, başka bir yargılanan yok. Bir sürü suçlanan vardı şimdi hiç kimse yok. Milletvekilimiz Anayasa Mahkemesine başvurmuş ve Anayasa Mahkemesinin kararını beklerken ve Meclis’in geçmiş uygulama ve içtihatları da yok sayılarak, düşürülmüştür. Hele gece yarısı arkadaşımızın evinden apar topar gözaltına alınması tam bir zulümdür, şahsi bir garezle yapılmıştır, açıkça CHP düşmanlığıdır. Hiç kimsenin şüphesi olmasın. İp koptuğu yerden bağlanır. Ve elbette hak, batıla galip gelir. Millet iradesiyle inatlaşanlara, millet sandıkta gereken dersi verir.
ABD’LİLER İÇİN İSTEDİĞİ HAK VE ÖZGÜRLÜĞÜ KENDİ MİLLETİNE ÇOK GÖRÜYOR
Amerika Birleşik Devletleri’nde yüzbinlerce insan, “nefes alamıyorum” diyerek sokaklara döküldü. Gösteriler ırkçı polis şiddetiyle başladı ve kısa sürede çok sayıda eyalete yayıldı. Daha sonrada diğer ülkelerde başladı. Bu olaylar, bizdeki Saray hükümetinin siyasi riyakârlığını da görme imkanını bize verdi. Başkentin göbeğinde Kızılay’da es kaza 20 kişi bir araya gelse, gaza ve suya boğan Saray, Amerika’daki gösterilerden sonra “barışçıl protestonun bir hak olduğunu” söylemeye başladı. Türkiye’de muhalif gördüğü her medya kuruluşuna, RTÜK ve Basın İlan Kurumu sopasını vuran Hükümet, Amerika’daki olaydan sonra, “basın özgürlüğünün öneminden” söz etmeye başladı. Yine Türkiye’de eşitlik, özgürlük ve adalet taleplerine demir parmaklıkla cevap veren Saray hükümeti; aynı talepleri Amerikalılar için meşru gördü. Peki, adama sormazlar mı? Amerikalılar için istediklerini kendi milletin için, kendi vatandaşların için, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları için neden istemezsin? Amerikalıya hak gördüğünü, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına niye hak görmezsin?
GELDİĞİMİZ YER: FİİLİ DİKTATÖRLÜK
Yapılan iş ortada: Tek adam rejiminin Türkiye’yi uluslararası demokrasi endekslerinde getirdiği yer “fiili diktatörlük.” Şimdi sarayın damadı, bu fiili diktatörlüğün milletin işine, aşına, cüzdanına verdiği zararı örtebilmek için “dünyada en çok sermaye çeken ülkede demokrasi yok” demiş. Herhalde kast ettiği ülke Çin… Ama “Bilgi sahibi olmadan, fikir sahibi olmak” işte böyle bir şey... Saray sosyetesinin başına ve damadına tavsiye ederim. Arada bir Türkiye’nin de üyesi olduğu uluslararası kuruluşların veri tabanlarına da zaman harcasınlar.
BAŞKANLIKLA YÖNETİLENLER İNSANİ GELİŞMİŞLİKTE EN SONDA
Sadece TÜİK’e bakmasınlar, kendi ürettikleri istatistiklere bakmasınlar. O zaman fikir sahibi olmadan önce bilgi sahibi de olurlar. Dünya üzerindeki 185 ülke içinde Çin, milli gelirine oranla, en çok doğrudan yabancı sermaye çeken ülkeler liginde 124. sırada. Türkiye ise hemen onun ardından 125. sırada. Yani yerimiz zaten Çin’in hemen arkası. Hadi diyelim Damat da, kayınpederi de, okumayı, araştırmayı sevmiyor. O zaman danışmanlarından bir istesinler, bir baksınlar. Dünya’da en yüksek insani gelişmişlik düzeyine, en yüksek refaha sahip 10 ülkenin kaçında, bırakın bizdeki gibi ucube tek adam rejimini, başkanlık rejimi var. Ben söyleyeyim: Sıfır. Dünyanın en müreffeh 10 ülkesinin 9’u parlamenter demokrasiyle yönetiliyor. Geriye kalan İsviçre ise doğrudan demokrasiyle yönetiliyor. Peki, insani gelişmişlikte sonda kalan 10 ülkenin kaçı, parlamenter demokrasi ile yönetiliyor? Onu da söyleyeyim: O da sıfır. Yani sondaki ülkelerin hepsi ya başkanlık ya da yarı başkanlık rejimiyle yönetiliyor.
TEK ADAMLIĞIN FATURASI 200 MİLYAR DOLAR
Sosyete damat hiçbir şey yapamıyorsa, kayınpederinin tek adam parti devleti rejimine hız verdiği, 2014’ten bu yana ülkemizde üretilen milli gelir rakamlarındaki erimeye bir bakmalıdır. 2013’te 950 milyar dolar olan milli gelirimiz, şimdi 750 milyar dolara kadar düştü. Bu yıl çok muhtemeldir ki, 700 milyar dolarında altına inebilecektir. Sadece son altı yılda tek adamlık hevesinin neden olduğu ekonomik kayıp 200 milyar dolar.
BU ELBİSE BU ÜLKEYE DARDIR
Şimdi bugün damat çıkmış diyor ki; ikinci çeyrekte bu krizi dünyada en az hasarla atlatan ekonomi olacağız. Nasıl olacaksınız, ne yaptınız da olacaksınız? İşte biz milletimizin cüzdanı dolsun, “mutfakta tencere boş kalmasın” diye güçlendirilmiş parlamenter demokrasi diyoruz. Hukukun üstünlüğü ve kuvvetler ayrılığını savunuyoruz. Tek adam parti devleti rejimi elbisesi, Türkiye gibi koskoca bir ülkeye dar gelmiştir. Günyüzü göstermemiştir milletimize. “Türkiye’yi nefessiz bırakan” bu rejimle, hem aşımız hem de işimiz küçülmüştür. Zırva tevil kabul etmez. Bugün yaşadığımız ekonomik ve siyasi buhranın ardında bu kibirli yönetimin; milleti bölerek, kutuplaştırarak, ötekileştirerek koltuğunda oturma hırsı vardır.
SARAYDAN BAŞKA MUTLU OLAN YOK
Ülkemizde bugün saray sosyetesi dışında mutlu olan kimse yok. Kamu kaynakları bir avuç yandaş için seferber edilirken, millet tabaklarda kalan artık yemeklerin peşinde sokaklarda bağıra bağıra dolaşıyor. Ama yine saray sosyetesine mensup bir damadın işbaşına getirildiği TÜİK, “Mayıs ayında gıda fiyatları artmadı” diyor. Çarşıda pazarda meyveye, sebzeye, ete ne ödediğini bilen vatandaşımız da buna isyan ediyor. Millet son bir yılda kahvaltı sofrasında, demlediği çayın fiyatının yüzde 25, masaya koyduğu beyaz peynirin fiyatının yüzde 23, sahana kırdığı yumurtanın fiyatının yüzde 26, masaya getirdiği reçelin fiyatının yüzde 23 arttığını biliyor, yaşıyor. Elinde fiş var. Öğlen yemeği için bir makarna haşlamaya kalksa, makarnanın fiyatının son bir yılda yüzde 28 arttığını, birde üstüne sarmısaklı bir yoğurt dökse, sarımsağın fiyatının bir yılda yüzde 110 arttığını, masaya bir kapta bulgur pilavı koysa, bulgurun fiyatının yüzde 30 arttığını biliyor. Birde pilavın yanına etsiz bir kuru fasulye koyuyum derse kuru fasulyenin fiyatının yüzde 39 arttığını da görüyor. Para milletin cebinden çıkıyor ama TÜİK, “sen cebinden çıkan paraya bakma, benim dediğime bak son bir yılda gıda fiyatları öyle yüzde 20’ler, 25’ler değil sadece yüzde 12 arttı” diyor.
İŞSİZLİKLE BİRLİKTE YOKSULLUK DALGASI DA GELİYOR
Diğer yandan ülkenin iş gücü de hızla eriyor. Şubat ayında 2 milyon yurttaşımız işgücünün dışına çıktı. Yani ne iş arıyor, ne başka hiçbir şey yapmıyor evde oturuyor. İnsanlarımızın iş bulma umudu kalmamış, artık iş bile aramıyorlar. Gerçek işsizlerimizin sayısı 9 milyonu aşmış. Önümüzdeki hafta Mart ayı işsizlik rakamları açıklanacak. Sayın Erinç Yeldan ve Ebru Voyvoda’nın son yaptığı çalışma da bundan önceki çalışmalarda olduğu gibi korkunç bir işsizlik dalgasının yaklaştığına işaret ediliyor. 2020’de işsizler ordumuza 6 milyonun üzerinde yurttaşımızın eklenebileceği hesaplanıyor. Böyle bir işsizlikle beraber tabi büyük bir yoksulluk dalgasının gelmesi de kaçınılmaz. Sorun çok ciddi. Ama saray sosyetesinin umurunda bile değil.
VATANDAŞ 18 AY VADELİ KREDİYLE TATİL YAPACAKSA, O EKONOMİ BİTMİŞTİR
“Başka ülkeler neler yaptı” diye merak dahi etmiyorlar. Ezberlerini bozmuyorlar. Zaten borca batan milletimizi daha fazla borca batırarak, yalancı bahar yaratma peşindeler. Damat kamu bankalarının adeta reklam yüzü oldu. Sürekli kamu bankaları üzerinden kredi paketi üzerine paket açıyor. Ekonomiyi, sadece borç vermekten ibaret zannediyor. Oysa “karşılaştığımız sorun sıradan bir sorun değil; onun için biz pansumanla, aspirinle bu sorunu aşamazsınız” diyoruz. Dilimizde tüy bitti bunu söylemekten. Ama benim oğlum bina okur, döner döner yine okur. Hala milleti kamu bankaları üzerinden borçlandırıp çarkları döndüreceklerini sanıyorlar. Millete bir hafta tatil için 18 ay vadeyle kredi açıyorlar. Yani benim milletim bir hafta tatile gitmek için 18 ay kredi ödeyecek duruma düştüyse, o ekonomi zaten bitmiştir. Amaç günü kurtarmak mı, yoksa salgının ardından hızla toparlanmak için ülkenin üretim kapasitesi ve yeteneklerine sahip çıkmak mı?
BORÇLUNUN DÖŞEĞİ ATEŞTEN OLUR
Borçlunun döşeği ateşten olurmuş. 18 yıldır milletimiz zaten boğazına kadar borca batırıldı. Borçla toplumsal rıza yaratmaya çalışan bir iktidar var. Şimdi millet “bu borçları nasıl ödeyeceğim” diye kara kara düşünüyor. AK Parti iş başına gelmeden, 2002 yılında; ülkemizde her çocuk 1.964 dolar dış borçla dünyaya geliyordu. Şimdi her çocuğumuz 5.291 dolar dış borçla doğuyor. 2002’de ailelerin tüketici kredisi ve kredi kartı borcu 6,6 milyar TL idi. Şimdi aynı borç 633 milyar TL’ye çıktı. Diyecekler ki oradan buraya çok zaman geçti bu rakamlar Gayri Safi Yurtiçi Hasılaya oran olarak söylenir. Onu da söyleyelim. Bu rakamların milli gelire oranı da aynı dönemde yüzde 2‘den yüzde 14’e yükseldi. Yani 7 kat artmış. İşsizliğin ikiye katlanacağının beklendiği bir ortamda, bu borçları kim nasıl ödeyecek?
O DÖVİZLER KİMLERE SATILDI
Kamu bankaları yüzde 9’lara varan faizle mevduat topluyor, bunu da yüzde 6,5 faizle dağıtıyor. Krizi aşmak amacıyla kamu bankalarının aşırı istismar edildiğini görüyoruz. Korkarım, oluşan kamu zararları da saklanıyor. Türkiye buna benzeyen süreçleri 1990’larda yaşadı ve bunun bedelini de 2001 krizinde çok ağır bir şekilde ödedi. 2001 krizinden hemen sonra bankacılık sistemimiz yeniden yapılandırıldı. Bankaların mali yapılarını güçlendirmek için milletimiz 47,2 milyar dolarlık bir maliyete katlandı. Güçlendirilen mali yapı güçlü bir düzenleyici ve denetleyici çerçeveyle tahkim edildi. O gün alınan tedbirler sayesinde, bankacılık sisteminin güçlü mali yapısı, ekonomimizin en önemli içsel dayanıklılık noktalarından biri oldu ve bundan önceki krizleri de hafif atlatmamızın arkasındaki nedenlerden biride buydu. O gün çok zor elde edilen bu kazanımlar, şimdi bozuk para gibi harcanmamalıdır. Kamu bankalarına bir görev zararı verilecekse, bunların karşılığının mutlaka bütçeye konması gerektiği unutulmamalıdır. Saydam olmayan işlemlerden kaçınılmalıdır. Bakın bu yılın ilk dört ayında kamu bankaları üzerinden 44 milyar dolarlık döviz satışı yapıldığını, kamu bankalarının kendisinden değil, uluslararası haber ajanslarından öğreniyoruz. Geçtiğimiz yılın başından bu yana da yani 2019’un başından buyana da satılan döviz miktarı tam 77 milyar dolarmış. Biraz önce söylediğim 40 küsur milyar doların çok çok üstünde. Buradan soruyorum, kamu bankaları eliyle bu 77 milyar dolar kimlere ve kaça satıldı? Kimler bu dövizleri ucuza kapattı? Bunları açıklayın. Açıkladınız mı? Hayır. Böyle kapı arkasında iş tutma politikalarıyla güven sağlanabilir mi? Hayır. Günü birlik ve yarına Allah kerim anlayışıyla alınan, neye hizmet ettiği belli olmayan bu kararlarla, bu buhranı yönetemezsiniz, yönetemiyorsunuz da zaten.
KUVAYI MİLLİYE RUHUNDAN BAŞKASINI BULAMAZSINIZ
Ülkeyi ve ekonomiyi yönetemeyince de ne yapıyorsunuz? CHP’ye saldırıyorsunuz. Mahkemenin casuslukla suçlamadığı milletvekilimize trolleriniz casus diyor. Milletvekilliğini düşürüyorsunuz. Sabaha karşı gözaltına alıyorsunuz. “Kaymakamın başında durduğu soğanlar” nereye gidiyor diye soran ilçe başkanımızı terörist diye tutukluyorsunuz. Minarelerde şarkı çalanı yakalamıyorsunuz, ama sosyal medyada paylaşanı, CHP üyesi diye, bayramda içeri alıyorsunuz.
UYSAL KOYUN DEĞİLİZ
Enis benim 40 yıllık arkadaşım. Ne yaparsanız yapın… Ne Enis’ten ne de CHP’den, ne de CHP’yi destekleyen herhangi birinden; kuran için, ezan için, bayrak için, vatan için, millet için, işgalcilere karşı göğsünü siper eden Kuvayı Milliye ruhu dışında bir şey çıkaramazsınız. Bizi sokağa çekmeyi başaramazsınız. Ama yumuşak başlıyız dediysek de uysal koyun olmadığımızı, bileceksiniz, öğreneceksiniz.
Ne demiş atalarımız: İş bilenin, kılıç kuşananın. Belediyelerimiz hükümetin bıraktığı dayanışma açığını kapatmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Milletimizin sıkıntılarını hafifletmek için gecelerini gündüzlerine katıyorlar. Dayanışmanın ne olduğunu bu sıkıntılı gününde halkın yanında nasıl durulacağını herkese gösteriyorlar. İnşallah belediyelerimizin yaktığı bu çoban ateşleri en kısa sürede büyüyecek ve milletimizin karartılan ufkunu aydınlatacaktır.
Benim söyleyeceklerim bu kadar. Şimdi varsa sorularınızı alabilirim.
Soru- Sağlık Bakanı Çarşamba sokağa çıkma kısıtlamasıyla ilgili Bilim Kurulu kararı yok demişti. Ama dün gece yarısı İçişleri Bakanlığı duyurdu ve yasak geldi. Bugün öğlende Sayın Cumhurbaşkanı gönlüm razı olmadı dedi ve yasağı iptal etti. Bu iptalden hareketle Erdoğan’ın aldığı bu karar Soylu’nun bundan sonraki siyasi geleceğini nasıl etkiler? Sizin bu konuyla ilgili yorumunuz nedir?
Faiz ÖZTRAK- Şimdi tabi buradaki ilginç konu şu, Erdoğan “gönlüm razı olmadı” diyerek bu yasağı kaldırdım derken, sadece İçişleri Bakanlığından bahsetmiyor, İçişleri Bakanlığı’nın görüşü var diyor. Ama bir başka birinin daha talebi var diyor, Sağlık Bakanlığı’nın talebi var diyor. Sağlık Bakanı “benim talebim yok” diyordu iki gün önce. Erdoğan Sağlık Bakanlığının talebi var diyor. İçişleri Bakanlığı’nın da uygun görüşü var ve bu kararı aldık diyor. Açık söyleyeyim, tam bir komedi. Bu ülkenin nasıl yönetilemediğini göstermek bakımından çok güzel bir örnek... Akşam başka konuşuyorlar, sabah başka konuşuyorlar. Ama şunun altını çizerek bir kere daha söyleyeyim, bu krizden böyle çıkılmaz, bu pandemi böyle aşılmaz. Bu buhran bu şekilde bitirilmez, bu şekilde küresel ekonomide ortaya çıkacak fırsatlardan bu ülke yararlanamaz. Türkiye’nin bugün en çok ihtiyaç duyduğu şey güvendir. Maalesef tek adam parti devleti rejiminde bu güven hızla tüketilmektedir.
Soru- Sayın Enis Berberoğlu’nun milletvekilliğinin düşürülmesi konusunda CHP bundan sonraki süreçte ne yapacak? Yeni bir adalet yürüyüşü benzeri bir tepki olacak mı? CHP’nin meclis çalışmalarından çekilmesi de sözkonusu olabilir mi?
Faiz ÖZTRAK- Şunu söyleyeyim her şeyden önce. Bir kere tabi çeşitli zeminler var. Bu zeminlerde muhalefet olma hakkımızı sonuna kadar kullanacağız. Onun dışında başka bir şeyi izin verirseniz şu aşamada söylemeyim. Ama şunun altını çizmek istiyorum, Enis Berberoğlu’na yapılan hem hukuka, hem anayasaya aykırıdır.
Soru- HDP eski milletvekili Sırrı Sakık’ın dokunulmazlıkların kaldırılması konusunda CHP’ye yönelik eleştirileri vardı. Bu eleştirilere ilişkin yanıtınız nasıl olacak?
Faiz ÖZTRAK- O geçen dönemdi ona gerekli yanıtı zaten verdik. Şu anda yeni bir dönemdeyiz. Parlamento döneminden bahsediyorum.
Soru- Meclis Başkanı Mustafa Şentop teamül değil hukuk geçerliyse Enis Berberoğlu’nun dosyası neden iki yıldır bekletildi sorusuna, yargı paketlerinden yararlanma ihtimali ve Covid-19 sürecini gerekçe gösterdi. Sizin bu konuyla ilgili yorumunuz ne olacak?
Faiz ÖZTRAK- Şimdi bir kere birinci söylemem gereken şey şu, biraz önceki soruyla da bağlantılı olarak. Enis Bey bu mahkumiyet kararı verildikten sonra parlamentoya girmiştir. Dolayısıyla bugün dokunulmazlığı işlemektedir. O nedenle bugün Meclis Başkanının yapması gereken şey Enis Bey’in dokunulmazlığının kaldırılıp kaldırılmamasını oylatmaktı. Bunu yapmamıştır. Bu anayasa bakımından hatadır. Onun için diyorum yeni bir dönem bu dönem. Diğer dokunulmazlıkla ilgili düzenleme bir önceki dönemde kaldı.
İkinci söylemem gereken şey şu, Meclis Başkanı diyor ki, infaz yasasıyla ilgili değişikliklerden yararlanacak milletvekilleri var mı yok mu o nedenle bu kararları okutmadan önce, fezlekeleri okutmadan önce bu düzenlemenin yapılmasını bekledik. Ondan tam sonrada, arkasından da Covid-19 meselesi geldi, salgın meselesi geldi onun için bugüne kaldı. Şimdi yani hakikaten tam sirkat söyleme meselesine geliyor iş.
Yani bakın, şunu açıkça ifade edeyim. Eğer bu kararı diğer düzenleme çıkana kadar bekletiyorsanız o zaman Enis Bey hakkındaki hüküm Anayasa Mahkemesi (kararıyla) kesinleşinceye kadar da bekletmek durumundasınız. Yani biraz önce ifade ettim tam bir şecaat ve sirkat meselesi. Bakın, elinizde bu yetki var kullanmışsınız ama birdenbire yeni döneme girerken bu kararları okutmuşsunuz. Şimdi Enis Bey’in mahkumiyetine dönüp baktığınız zaman zaten oldukça kısa bir süre kalmış. Ayrıca suçlama da casusluktan çıkmış, gizli bilgileri açıklamaya dönmüş. Dolayısıyla böyle bir suçlamayla karşı karşıya kalan vekilin cezasını dönem sonuna kadar yani bu fezlekeyi okutmayı dönem sonuna kadar ertelemekte söz konusu olmalıydı. Ama bu da yapılmamıştır. Anlaşılan bir yerlerden talimat gelmiştir ve bu fezleke okutulmuştur. Enis Beyin fezlekesi okutulmuştur. Söylüyorum, yapılan CHP düşmanlığıdır başka bir şey değildir.
Teşekkür ediyorum.
|