CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak, bugün Genel Merkez’de düzenlediği basın toplantısında şunları söyledi:
SİVAS KONGRESİ İLK KURULTAYIMIZDIR
Bugün Sivas kongremizin başlamasının 101. yıl dönümü. Sivas Kongresi, sadece ülkemiz için değil, partimiz için de son derece önemli, özel bir gündür. Sivas Kongresi, Cumhuriyetimizin ve partimizin kurucusu, ilk Genel Başkanımız Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ifadesiyle, “Cumhuriyet Halk Partisi’nin ilk kurultayıdır.” Milletimizi emperyalizme karşı Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti çatısı altında birleştiren, kutlu mücadelesini başlatan Kongre’nin yıl dönümünde, canlarını ve kanlarını ortaya koyarak bu toprakları bize vatan kılan kahramanlarımızı, Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü ve aziz silah arkadaşlarını, bu vesileyle bir kez daha saygı ve rahmetle anıyoruz.
SAĞLIK BAKANININ RAKAMLARI TÜİK’İN RAKAMLARINA BENZEDİ
Zor geçen yaz aylarını yavaş, yavaş geride bırakıyoruz. Yaz bitiyor ama ülkenin yakıcı sorunlarının harareti bir türlü düşmüyor. Bir yanda yeniden zirve yapan salgın, diğer yanda; mutfaklarımızı, esnaflarımızı, çalışanlarımızı, KOBİ’lerimizi, çiftçilerimizi kavuran ekonomik buhran milletimizi perişan ediyor. Milleti unutan, liyakatsizlikle malul, oradan oraya savrulan, aspirin tedavisiyle, pansumanla ve boş boş konuşarak, “cambaza bak” diyerek günü kurtarmaya çalışan, tek kişilik saray hükümeti ülkenin sorunlarını daha da ağırlaştırıyor. Dünyada salgın ilk olarak Çin’in Wuhan kentinde başlamıştı. Şimdi uzmanlar Ankara’nın salgında yeni Wuhan olduğunu söylemeye başladılar. Devleti yönetenler halka doğruları söylemekle mükelleftir. Ama Sağlık Bakanının açıkladığı rakamlar, TÜİK’in rakamlarına benzedi. Artık yayımlanan rakamlara, açıklanan bu rakamlara kimse inanmıyor. Salgın yönetimi şeffaf değil. Uzmanlar verilere ulaşamıyor.
SORUMLULUK VATANDAŞA, GİDİŞAT ALLAH’A EMANET
Bu nedenlerle salgınla ilgili sağlıklı bir modelleme de yapılamıyor. Doğru dürüst bir mücadele stratejisi oluşturulamıyor. Devletin valisi; “Allah rızası için sokağa çıkmayın” diye yalvarıyor. Mücadelenin sorumluluğunu vatandaşa, salgının gidişatını da Allah’a bırakıyorlar.
SAĞLIK ORDUMUZUN KAYIPLARI ARTIYOR
Bilim Kurulunun adı var, kendi yok. Bilim Kurulu üyeleri, “alınan kararlarda bizim bir rolümüz yok” demeye başladılar. Bilim Kurulu’nun bir rolü yoksa bu kurulu neden kurdunuz? Biz CHP olarak, “süreç yönetiminin merkezinde Bilim Kurulu olmalı” dedik. “Hükümete önerilen tedbirleri, Bilim Kurulu içinden bir sözcü açıklarsa, işin ciddiyeti ve inandırıcılığı artar” dedik. Saray hükümeti, milletin sağlığını ilgilendiren bu önerilerimizi dinlemedi. Bu dönemde, hekimlerimizin, sağlık çalışanlarımızın fedakârlıkları her türlü takdirin üstündedir. Ancak ön cephede savaşan sağlık ordumuzda, kayıplar ve yılgınlık giderek artıyor.
SORUNLAR SAHİPSİZ KALDI
Hastanelerimizde hemşire ve hasta bakıcı sayılarında, ciddi bir açık var. Diğer tarafta da atanamayan binlerce hemşire bekliyor. Burada ciddi bir yönetim sorunu var. Sağlık personeli açığı, hastalarımızın hastanelerdeki bakımlarını da etkiliyor. Salgın hastalığa yakalananların bir kısmının yanında, aileleri refakatçi olarak kalıyor. Personel eksikliği nedeniyle hastalar evlerine gönderiliyor. Ambulansla taşınması gereken korona hastaları ve bütün gün boyunca onların yanında kalan refakatçileri toplu taşıma araçlarıyla evlerine gitmek zorunda kalıyorlar. Ankara’da Şehir Hastanesi adeta virüsün merkez üssü haline geldi. Şimdi şehir hastaneleri kurulduktan sonra kapatılan bazı hastaneleri, yeniden açmaktan söz ediyorlar. İlaç ve tıbbi malzeme dağıtımında ciddi sıkıntılar var. Tıbbi malzemelerde çok ciddi fiyat artışları var. Korona testlerinde standart bir fiyat, standart bir uygulama yok. Başta üniversite hastanelerimiz olmak üzere hastanelerimiz borç batağında. SGK, özel hastanelere gerekli ödemeleri yapmıyor. Bu nedenle, özel hastanelerin yoğun bakım ünitelerinin de kullanılmadığını, açılmadığını duyuyoruz. Tıp Teknolojisi Üreticileri Derneği Başkanı onların kamudan 16 milyar TL’lik alacağı olduğunu söylüyor. Bunlar nasıl ayakta duracak. Tüm bu sorunlar sahipsiz kalmış durumda.
VİRÜS 30 AĞUSTOS’TA BULAŞIYOR, 31 AĞUSTOS’TA BULAŞMIYOR
Sarayın kibirli kişisi kendi sağlığı için duyduğu endişeyi, maalesef milletin sağlığı için duymuyor. Saraydaki korumalara, memurlara, görevlilere, bakanlara düzenli testler yapılırken, milletimiz hastanelerde test yaptırmak için saatlerce üst üste kuyruklarda bekliyor. Sarayda yapılacak adli yıl açılış töreni için, muhalefet partilerinin Genel Başkanlarından bile test istemeye cüret edecek kadar canından korkan AK Parti Genel Başkanı, sel bölgesine gitti sosyal mesafe falan dinlemeden de miting düzenledi. Tabi kendisi otobüsün üzerinde, oradan milletin kafasına çay atıyor. Her ne hikmetse 30 Ağustos’ta bulaşan virüs; 31 Ağustos’ta AK Parti mitingine katılanlara bulaşmıyor.
ÖTV’YE FAHİŞ ZAM “RASYONEL”MİŞ
İşler iyi gitmiyor. Ama “kabahat samur kürk olsa, kimse sırtına almaz” derler... AK Parti sözcüleri Hitler’in propaganda bakanına rahmet okutuyorlar. Kendilerinin hatalı olduklarını, yanlış yaptıklarını asla kabul etmiyorlar. Pandeminin pik yapmasının sorumlusu da tedbir almayan yöneticiler değil vatandaşlar oluyor. Geçen gün AK Parti Sözcüsü çıkmış, arabalarda fahiş ÖTV zammını, “rasyonel göstergelere bakarak yaptıklarını” söylüyor ondan sonrada ekliyor: Araba zammı, salgında millete verdikleri destek paketleri nedeniyle yapılmış… Yine sorumlu millet. Milletimiz artık araba almayı unutacak, evlerindeki boş buzdolaplarıyla avunacak.
DOĞRUDAN GELİR DESTEĞİNDE, G-20’DE SONUNCUYUZ
AK Parti Sözcüleri herkesi kör, âlemi de sersem sanıyor. Salgında IBAN numarası gönderip, milletten bağış istediklerini unutmadık. Anlaşılan topladıkları bu bağışlar yetmemiş, şimdi vergilere dayanıyorlar. Millete beş maskeyi bile ücretsiz dağıtamayan saray hükümetinin millete faturası her gün biraz daha ağırlaşıyor. Saray, salgında dünyada milli gelirine oranla, bütçeden vatandaşına en düşük desteği veren hükümetlerin arasında yer aldı. Bütçeden yapılan ilave harcama veya vazgeçilen gelirler milli gelirimizin yüzde 1’ini bile bulmuyor. Karşılıksız verdikleri destek devede kulak bile değil. G-20 içinde, vatandaşına en az doğrudan gelir desteği veren hükümet, bizdeki hükümet, saray hükümeti.
AİZCİ ZİHNİYET, BORÇ VERMEYE “DESTEK VERMEK” DİYOR
Destek deyince bildikleri ya faizle borç erteleme, ya da faizle borç verme. Bu faizci zihniyet, borcun adını da destek yapıyor. Özellikle esnaflarımızı bu dönemde perişan ettiler. Devletine 40 yıl vergi veren esnaflarımıza, “salgında evde kal” dediler. Ama onlara 40 gün bile bakamadılar. İşçinin kendi kumbarası, İşsizlik Sigortası Fonu’ndan 2 milyon çalışanımıza ayda 1.168 lira gibi komik bir maaş bağladılar. Bu parayla ne yapılır? Kira mı ödenir, fatura mı ödenir, pazara mı gidilir?
EMEKÇİYE REVA GÖRÜLEN PARA, AÇLIK SINIRININ YARISI BİLE DEĞİL
Dört kişilik ailenin açlık sınırı açıklandı, Ağustos ayı itibariyle 2 bin 900 TL’yi geçmiş; emekçiye reva görülen para 1.168 TL yani açlık sınırının 4 kişilik ailenin açlık sınırının tekrar ediyorum yarısı bile değil. İşçiye kumbarasını kırdıranların, saraylarına taktırdıkları tek bir musluğun fiyatı ise işçiye verdikleri 1.168 liranın 8 katı. 2 milyon işçimiz, Mart ayından bu yana, bu komik paralarla ayakta kalmaya uğraşıyor. Bir de geçinemiyorum deyip, başka iş aramak için istifa ederse işyerindeki kıdem tazminatı da yanıyor. İşçilerimiz “kırk katırla kırk satır” arasına sıkıştırıldı.
GENÇLER SARAYA BAKIYOR, UMUDU KESİYOR
Sosyete damadın ve kayınbabasının yönetiminde işi, gücü olan 3 milyon 208 bin yurttaşımız işini kaybetti. İşsiz yurttaşlarımızın sayısı 10,5 milyonu aştı. İşbaşı yapamayanlarla birlikte, 15 milyonun üzerinde yurttaşımız şuanda çalışmıyor. 20-29 yaş arasında; ne okuyan, ne de çalışan, evinde oturan, anasının, babasının eline bakan tam 4 milyon 675 bin gencimiz var. Daha da vahimi, gençlerimiz yurdundan ve geleceğinden umudunu kesiyorlar. 18-29 yaş arasındaki; her 100 gencimizden 76’sı, “Bir başka ülkede yaşama fırsatı çıkarsa, giderim” diyor. Gençlerimiz yine bu ülkede “liyakatle bir yerlere gelme” ihtimalini de görmüyorlar. 18-29 yaş arasındaki her 100 gençten 78’i “Torpilin, liyakatten daha önemli olduğunu” düşünüyor. Nasıl düşünmesinler ki? Kafalarını kaldırıyorlar Saray’a bakıyorlar: Damatların bakan, rüşvetçilerin büyükelçi olduğu, beslemelerin, yanaşmaların çifter çifter maaşlar aldığını görüyorlar.
GENCİNE UMUT VEREMEYEN HÜKÜMET ÜLKENİN ÖNÜNDE TAKOZ OLUR
Milletimizin kafasını sürekli beka laflarıyla ütüleyenlere sesleniyoruz: Türkiye’nin en önemli beka sorunu, umudu kalmayan gençlerdir. Gencine umut veremeyen bir hükümet, ülkesine de umut olamaz. Olsa olsa ülkesinin önünde takoz olur. Bu hafta açıklanan milli gelir ve büyüme rakamları da aslında bunu ortaya koydu.
KILAVUZU DAMAT OLANIN…
İki yılda milli gelirimiz 145 milyar dolar eridi. Tam 145 milyar dolar. 12 yıl öncesinin bile altına düştü. Yani gelir olarak 12 yıl birden geriledik. Ama sosyete damat, “başka ülkeler bizden daha fazla küçüldü” diye avunuyor. Millete grafikli tweetler atıyor. Erdoğan da belli ki damadının grafiklerine inanmış, AK Parti MYK’sında, “ABD’nin yüzde 31,7 küçüldüğü yerde, biz yüzde 9,9 küçüldük. Ekonomimiz gayet iyi” diyor. Kılavuzu damat olan kayınpederin, böyle konuşması da elbette normaldir. Fakat sıkıntı şu ki, damadın verdiği rakamlar doğru değil.
YA KASITLI YANITLIYOR YA DA EKONOMİK OKUR-YAZARLIK SORUNU VAR
Dört gündür; damat acaba milleti yanıltan tweetini ne zaman düzeltecek, ne zaman bu milletten özür dileyecek diye bekliyoruz tık yok. O halde doğrusunu söylemekte yine bize kaldı… ABD büyüme hızlarını iki tür açıklıyor. Bunlardan bir tanesi bir önceki çeyrekten sonraki çeyreğe gerçekleşen büyüme hızını, 4. dereceden kuvvetini alarak hesaplıyor. Yüzde 31,7 olanda bu. Böylece ekonomide konjonktürel döngüleri, daha iyi yakalamaya çalışıyor. Biz ise milli gelirdeki değişimi, son gerçekleşen milli geliri bir önceki yılın aynı dönemindeki milli gelire bölerek hesaplıyoruz. ABD bizim uyguladığımız yöntemle de büyümeyi açıklıyor. Buna göre damadın yüzde 31,7 dediği daralma aslında yüzde 9,1. Yani ABD’ye bakıp, “Biz onlardan daha iyiyiz” diye avunmalar da doğru değil. Şimdi sosyete damat ya kasıtlı olarak hem milleti hem de kayınpederini yanıltıyor; ya da ciddi bir “ekonomik okur-yazarlık” problemi var.
EKONOMİ YÖNETİMİNDE DAMADI UYARACAK KİMSE DE KALMAMIŞ
Ekonomik Güven Endeksi’nin nasıl yorumlanacağını bilmeyen damat, Türkiye’de ve ABD’deki büyüme hesapları arasındaki farkı da maalesef bilmiyor. Ama işin daha vahimi; ekonomi yönetiminde, damadın yanlışlarını görüp uyaran kimsede kalmamış. Zaten bu zaafın, bu liyakatsizliğin sonuçlarını hem paramızın değerinden, hem faizlerdeki artıştan, hem de artan vergi yükünden gayet iyi görüyoruz.
64 MİLYAR DOLARLIK REZERVİ UCUZA KAPATANLAR KİMLER
Dün Türk Lirası, Dolar ve Euro karşısında, tarihinin en düşük değerini gördü. Dolar 7,5 TL’ye, Euro ise 9 liraya doğru hızla ilerliyor. Neye rağmen? Yılbaşından bu yana eritilen, 64 milyar dolarlık net döviz rezervine rağmen. 2019 sonunda net rezervler 36,5 milyar dolarken, şimdi eksiye düşmüş eksi 27 milyar dolar olmuş. Merkez Bankası’nın elinde kendine ait döviz kalmamış. Birileri de bu satılan dövizleri ucuza kapatmış. Biz soruyoruz bu ucuz dövizleri kimler aldı, kimler kapattı, kimler servetine servet kattı? Satanların gıkları çıkmıyor. Ama iktidara geldiğimizde de bunun hesabını soracağımızdan kimsenin şüphesi olmasın.
DEVELÜASYON-ENFLASYON SARMALI
Beceriksiz damat, parasını yurt dışına kaçıranlara ucuz dolar vereceğim diye milletin milyarlarca dolarını eritti. Şimdi artık atacak barut kalmadı. Neymiş? Türk Lirası’nın değer kaybını nasıl hangi makul gerekçelerle açıklarmış buna bakıyor, buna uğraşıyor. Diyor ki, “Evet paramız değer kaybediyor ama Rekabet gücü kazanıyoruz”. Yarın faizli kredilerle ekonomiye yaptıkları kortizon tedavisi sonucunda “devalüasyon-enflasyon” sarmalı başladığında ne ekonominin rekabet gücü kalacak, ne de milletin satın alma gücü… Zaten kalmıyor da.
AKLINLA BİN YAŞA DAMAT!
Ticaret Bakanlığı, Ağustos ayı dış ticaret verilerini açıkladı. Dış ticaret dengesindeki vaziyet gerçekten çok kötü… Ağustos ayında geçen yılın aynı ayına göre; ihracatımız yüzde 5,7 azalırken, ithalatımız yüzde 26,4 artmış. Geçen yılın ilk sekiz ayında, her 100 dolarlık ithalat karşılığında 84 dolarlık ihracat yapılırken, bu yılın aynı döneminde ancak 75 dolarlık ihracat yapılmış. TL’deki olağanüstü değer kaybına rağmen, dışarıya mal satamıyoruz, ithalat da devam ediyor. Büyüyen dış açığı kapatmak içinse, daha çok borçlanmak zorunda kalıyoruz. Ama aklıyla bin yaşasın, damat yine övünecek bir şeyler buluyor. Diyor ki, “altın ithalatını dikkate almazsak”, ihracatın ithalatı karşılama oranı ilk sekiz ayda yüzde 90 oldu. Yani, “Okullar olmazsa maarifi ne güzel idare ederdim” diyen bakan misali, o da “altın ithalatı olmasa” ekonomiyi ne güzel yönetecek.
8 AYDA 16 MİLYAR DOLARLIK ALTIN İTHALATI
Bir koyundan kırk post çıkaran finansal mühendislik oyunlarıyla piyasalar altüst oldu. Millet, hala kaldıysa elindeki avucundaki parayı korumak için dövize, altına koşuyor. Bu yılın ilk sekiz ayında altın ithalatımız 16 milyar dolara dayanmış. Bunun 4 milyar doları da tek bir ayda, Ağustos ayında gerçekleşmiş. En çok altın ithal ettiğimiz ülkeler ise Irak, Birleşik Arap Emirlikleri, İsviçre, Libya, Rusya. Bu yılın sadece ilk yedi ayında; Libya’dan 576 milyon dolarlık altın gelmiş. Libya’dan bu büyüklükteki bir ithalatı ilk defa yapıyoruz.
İŞSİZLİK VE HAYAT PAHALILIĞI MİLLETİ EZİYOR
Milletimiz hayat pahalılığı ve işsizlik arasında eziliyor. TÜİK’in makyajlı rakamlarıyla bile enflasyon çift haneye yerleşti kaldı. Şu an dünyada en yüksek enflasyona sahip 20 ülkeden biriyiz. Bu rakamlara da son aydaki devalüasyon tam olarak yansımamış durumda. Buna rağmen TÜİK marketinde, son bir yılda, kavunun fiyatı yüzde 53, karpuzun fiyatı yüzde 52, mercimeğin fiyatı yüzde 49 artmış. Kayısı yüzde 41, sarımsakta yüzde 40 zam görmüş. Milletin pazarda, markette karşılaştığı gerçek fiyatlar ise tabi bunun çok çok üstünde. İşsizlik bir yandan, hayat pahalılığı diğer yandan milletimizi ezip geçiyor.
DOST BİN İSE AZ, DÜŞMAN BİR İSE ÇOKTUR
Bu basiretsiz hükümet sadece salgın ve ekonomik sorunlar karşısında acz içinde değil. Dış politikada da büyük yanlışlar yapıyor. Bölgemizde ve dünyada tek bir dostumuz kalmamış durumda. Atalarımız ne güzel demiş, “Dost bin ise azdır, düşman bir ise çoktur”. Elimizde kala kala bir Venezüella, bir de Katar kalmış. Şimdi birinden peynir ithal ediyoruz. Diğerine de atadan dededen kalan malları, kanal arsalarını satıp para alıyoruz.
DOSTUM PUTİN, DOSTUM TRUMP
“Dostum Putin, dostum Trump” diye diye bugünlere geldik. Şimdi nerede dostunuz Putin? Nerede dostunuz Trump? “Dostunuz Putin”, Astana süreci, şu, bu demeden PKK uzantılarını Moskova’da kabul edip fotoğraf veriyor. Suriye’de bir federasyon kurulmasının kilit taşlarını döşüyor. “Dostunuz Trump’da”, Suriye’de PKK’lılarla petrol anlaşmaları imzalıyor. Güney Kıbrıs’a silah ambargosunu kaldırıyor. Yaşadıklarımızı görünce insanın “böyle dost düşman başına” diyesi geliyor. Ama ayrıca Sarayın bekçisi de şu olan bitenlere sessiz kalıyor. 2,5 milyar dolar verdik, Rusya’dan S-400 aldık. Şimdi depoda çürüyor. 1,5 milyar dolar verdik, ABD’den F-35 aldık. Uçaklar teslim edilmedi. Üzerindeki bayraklarımız silindi. Bu beylerin gıkı çıkmadı. Toplamda “dostlara” 4 milyar dolar verdik, şimdi onun üstüne de bir bardak soğuk su içtik.
MEHMETÇİĞİN SIRTINDAN İÇ POLİTİKADA RANT DEVŞİRMEYE ÇALIŞIYORLAR
Doğu Akdeniz’de gemilerimiz, askerlerimiz canla başla ulusal haklarımızı korumak için çabalıyor. Peki, soruyoruz? Askerimizin omuzundaki yükü hafifletmek için hangi diplomatik veya siyasi girişimlerde bulunuyorsunuz? Tam aksine Mehmetçiğimizin sırtından iç politikada siyasi rant devşirmek için çaba gösteriyorlar. Dilimizde tüy bitti. “Mısır’la oturun, anlaşın” dedik. “Bölge ülkeleriyle uzlaşın, Doğu Akdeniz’de çıkan doğal gazı Türkiye üzerinden geçirecek adımları atın” dedik. “Suriye’nin toprak bütünlüğünü korumanın, Suriye’de barışı sağlamanın yolu, Ankara ve Şam arasından geçer” dedik. Dinlemediler. Sadece Libya ile bir anlaşma imzaladılar. Biz de tabi ki bu anlaşmayı destekledik. Ama öyle görünüyor ki şimdi bu anlaşmanın geleceği de tehlikede. Libya yönetiminin başı Sarrac Macron’u ziyaret ediyor. Dış politikada esas olan ülkemizin ve milletimizin menfaatleridir. Aslında İhvan kardeşliğine verdiğiniz değer kadar, ülkemizin çıkar ve menfaatlerine değer verseydiniz bugün bu duruma gelmezdik.
AKŞAM YEMEĞİNDEN SONRA GÜNAYDIN
Yunanistan da, Türkiye’nin diplomatik yalnızlığını gördü. Yıllardır süren boş hayallerini gerçekleştirmeye yeniden heveslendi. Ülkeyi yöneten kibir abidesinin aklı başına; daha şimdi geldi. “Herkesle oturup görüşmeye hazırız” diye konuşmaya başladı. Buna “akşam yemeğinden sonra günaydın” derler. Bu çağrıları uyardığımızda yapsaydınız ya… Bu kadar emeği ve parayı çöpe atmasaydınız ya. Ülkemizin hayati çıkarlarını riske etmeseydiniz ya. Biz Doğu Akdeniz’de milletimizin hak ve hukukunu koruyacak her türlü diplomatik arayış ve girişimi bekleriz ve destekleriz. Ülkemizin hak ve menfaatlerini korumak için yapılması gereken ne varsa mutlaka yapılmalıdır.
GÜÇLÜ ORDU YETMEZ, GÜÇLÜ EKONOMİ, DEMOKRASİ, HUKUK DEVLETİ DE GEREKİR
Türkiye dış politikada fabrika ayarlarına geri dönmek zorundadır. Nedir o ayarlar? “Yurtta sulh, cihanda sulh.” İlkin içeride, sonra da dışarıda sulh ve sükûnu sağlamaktır. Türkiye’miz elbette güçlü kaslara yani güçlü bir orduya sahip olmak zorundadır. Ama bu tek başına yetmez. Bu sert gücümüzü, güçlü bir ekonomiyle, güçlü bir demokrasiyle, güçlü bir hukuk devletiyle, güçlü bir diplomasiyle tahkim etmek zorundayız. Ama ideolojik bagajının esiri olmuş, milletimizin hak ve menfaatlerinin önüne bu bagajı koyan, yıpranmış, güven duyulmayan kadrolarla bunları yapmamız mümkün değil. Bunları ancak Cumhuriyet Halk Partisi yapabiliriz.
VESAYETİN ALASINI YAŞATIYORLAR
Atanmışların vesayetinden şikâyet ederek iktidara gelenler, şimdi tek adam parti devleti rejiminde millete, milletin seçtiklerine vesayetin âlâsını yaşatıyorlar. Atanmış memur bakanlar, milletin seçtiği vekillere ağza alınmayacak sözler söylüyorlar. Hedef gösteriyorlar, tehditler savuruyorlar. İşin kötüsü, millet iradesine saldıran bu anlayış, AK Parti Sözcüleri tarafından da sahipleniliyor. Bu ucube yönetim sisteminde bakan dediğiniz kişiler, millet tarafından mı seçildi milletvekilleri gibi? Hayır. Millete ve TBMM’ye karşı bir sorumlulukları var mı? O da hayır. Tüm bu bakanları seçen tek bir patron var. O da sarayın kibirli başı. Bu sistemde atanmış bakanların kendine ait bir iradesi bile yok. Tek kişinin iki dudağı arasından çıkacak sözleri emir telakki etmek zorundalar. Daha yeni çok yakın bir zamanda yaşadık, gördük. Atanmış bakanların kendi iradeleriyle istifa etme ehliyetleri bile yok. O bile yasak. İşte biz bunun için ülkemize; birinci sınıf, güçlendirilmiş bir parlamenter sistemi getirmekte kararlıyız. Koskoca bir millet tek bir kişinin vesayeti altına giremez. Bir kibirli adam koskoca ülkeyi trol aklıyla, trol ağzıyla yönetemez.
SUYUN ÖTE YAKASINDAN GELENLER EVLADI FATİHANDIR
Büyük edebiyatçımız rahmetli Yaşar Kemal; “Bu ülkede dört şey olmayacaksın. Kadın, çocuk, ağaç ve sokak hayvanı” demiş. Yaşananlara bakınca hak vermemek elde değil. Kadına, çocuğa, ağaca, sokak hayvanlarına yönelik saldırılar giderek sıradanlaşıyor. Toplum önündeki kadınlara yönelik, sistematik bir taciz ve hakaret furyası başladı. Milletin karısının kızının canına, ırzına, haysiyet ve şerefine hakaret eden bu yaklaşımı, bu sefil anlayışı şiddetle lanetliyoruz. En son Sayın Şirin Payzın’a, MHP MYK Üyesi Selami Şişman’ın yaptığı hakaretleri şiddetle kınıyoruz. “Kapana kısılmış, suyun öbür yakasının köksüz lağımcıları” ne diyorsunuz, ne demek bu beyefendi? Suyun öte yakasından gelen yurttaşlarımız bu ülkenin asli unsurudur. Suyun öte yakası dediğin, Evlad-ı Fatihân’dır. Sen, Evlad-ı Fatihân’a hakaret etme cüretini, böyle bir sefil dil kullanma cesaretini nereden alıyorsun? Bu ülkenin kurucuları suyun hangi yakasındandı? Rahmetli Alparslan Türkeş suyun hangi tarafındandı? Bu nasıl bir dildir? Bu nasıl bir akıldır? Sayın Devlet Bahçeli MYK üyesinin bu sözleri için acaba ne diyecektir? Gerçekten merak ediyoruz. Eğer siyasiler bu seviyesizliğe inerse, durumdan vazife çıkarmaya çalışan bazı kendini bilmezler kim bilir neler yapar.
ŞEYH MÜSVEDDESİ, DİN BEZİRGANI
Bu ülkenin kadınlarına yönelik giderek artan hakaretler yetmezmiş gibi, bu ülkenin küçük çocuklarının canı da, ırzı da tehdit altında… Birkaç gündür rezil bir olay kamuoyunun gündemini meşgul ediyor. “Hele İslami bir devlet olsun, vakti saati var her şeyin” diyen bir şeyh müsveddesi, bir din bezirganı çocuk tacizi nedeniyle tutuklandı. Milletimizin temiz, saf duygularını istismar eden bu insan müsveddesi, AK Parti protokolünde başköşelerde yer alıyor. Bakanlar, belediye başkanları yemeklerde bu zatla bol bol fotoğraf çektirmiş. Sahte şeyhleri protokolde ağırlayan “keşke Yunan kazansaydı” diyenlere saygıda kusur etmeyen Tayyip Erdoğan ve çevresi, bu tıynetteki insanlara açıkça cesaret veriyor.
TELE-1’E EKRAN KARARTMA, MÜPTEZEL KANALA SADECE PARA CEZASI
Yargı da bu rezilliği yapanı değil, rezilliği duyuranları cezalandırmaya kalkıyor. Haberlere erişim engeli getirilerek halkın gerçekleri öğrenme hakkını engelleniyor. Unutulmasın, özgür basın demokrasinin ve milletin hakkının hukukunun korunmasının en önemli teminatıdır. Ama sarayın emrindeki RTÜK, Diyanet İşleri’ni ve Erdoğan’ı eleştiren Tele-1’in ekranını karartırken dün bu ülkenin kurucusu Mustafa Kemal Atatürk’e onun kabrine hakaret eden müptezel kanala, sadece idari para cezası vererek işi geçiştirdi. Kimse unutmasın, keser döner sap döner gün gelir bu hesap da döner.
FIKRA BU KADAR…
Bu arada sarayın “altun çocuğu”, Macron’un gazetecilere söylediklerine bakıp, “Fransa gazeteciler için tehlikeli bir ülke oldu” demiş. Bu fıkra burada bitiyor… Ne diyelim… Müyesser Yıldız’ı, Barış Pehlivan’ı, Hülya Kılınç’ı, Murat Ağırel’i acaba Macron mu hapislerde çürütüyor? Ama kimse şüphe etmesin. Milletimiz ne olduğunu gayet iyi görüyor. Yaklaşan hesap günü için hazırlığını yapıyor. Sandık önüne geldiğinde de bu kifayetsizlere yerini gösterecek, şöyle bir çekilin kenara diyecek. Bunları evlerine gönderecek.
AİHM BAŞKANINA FAHRİ DOKTORA
Son olarak; AİHM Başkanı Spano ülkemizi ziyaret ediyor. Spano’nun Türkiye’deki insan hakları ihlallerini, keyfi ve siyasi tutuklamaları, yargı bağımsızlığı sorunlarını konuşmak, AİHM kararlarının neden uygulanmadığını sormak yerine, ülkemizde KHK ile en fazla öğretim görevlisini ihraç eden üniversite olan İstanbul Üniversitesi'nde fahri doktora unvanı alacağı bir törene katılacağı söyleniyor. Biz bunu kınıyoruz.
Benim söyleyeceklerim bu kadar. Varsa şimdi sorularınızı alabilirim.
Soru- Doğu Akdeniz’de hem taraflaşma, hem diyalog çağrılarını aynı anda görüyoruz. Fransa savaş gemisi gönderirken NATO arabuluculuk girişimlerini sürdürüyor. Tarafların bu girişimlere yanıtlarını nasıl değerlendiriyorsunuz? Cumhuriyet Halk Partisi çözüm için hangi tavsiyelerde bulunacak?
Faik ÖZTRAK- NATO’nun bu diplomatik girişimi, tarafları müzakere masasına çağıran girişimini önemsiyoruz. Yunanistan’ın bu girişim karşısında gösterdiği tepki ise anlaşılır gibi değil. Öyle görünüyor ki, sarayın ülkeyi yalnızlaştırma siyaseti Yunanistan’a çok fazla cesaret vermiş. Cumhuriyet Halk Partisi olarak bu meselelerin öncelikle diplomasi yoluyla çözülmesine taraftarız bunu destekliyoruz.
Soru- 5 yıl önce 22 soru, 22 cevap adıyla Kürt sorununa ilişkin yayınlanan raporun güncellenmesine dönük çalışmalarda hangi aşamaya gelindi? Toplumsal Mutabakat Komisyonu, Ortak Akıl Heyeti ve Gerçekleri Araştırma Komisyonu’nun kurulması isteneceği iddiaları da var. Bu konuya ilişkin görüşünüz ne olacak?
Faik ÖZTRAK- Şunu açıkça ifade edeyim, baştan da bunu koymuştuk. Biz bu meselenin TBMM’de çözülmesinden yanayız. Bu çerçevede de hazırlanacak olan rapor bu yönde olacaktır. Teşekkür ederim.
|