|
||
ATATÜRK, “AĞAÇSIZ ORMAN VE AĞAÇSIZ TOPRAK VATAN DEĞILDIR. | ||
ATATÜRK, “AĞAÇSIZ ORMAN VE AĞAÇSIZ TOPRAK VATAN DEĞILDIR. | ||
SARAY Haberi | ||
Korona virüs belası nedeniyle bu yıl bir çok kutlama ve etkinlik gibi programlar iptal edildi. Bu etkinliklerden birisi de Orman Haftası. Her yıl Orman Haftası etkinlikleriyle fidan dikim çalışmaları yapılıyordu. Özellikle okullarda kutlanan bir hafta olan Orman Haftası'nın tarihi merak konusu oldu. Orman Haftası kapsamında her yıl çeşitli devlet kurumları ve çeşitli STK'lar fidan dikim çalışmaları yapıyor. Tam adı Orman Haftası ve Ağaç Bayramı olan bu haftanın amacı, çocuklara ormanların önemini benimsetmektir. Hafta boyunca fidanlar dikilir ve ağaç ile ormanların doğa ve ekonomiye katkıları etkinliklerle anlatılır. 'Orman Haftası' ya da 'Ağaç Bayramı' adıyla da anılan ve tam adı Orman Haftası ve Ağaç Bayramı olan hafta, 21 - 26 Mart tarihleri arasında kutlanır. Türkiye genelinde okullarda kutlanacak hafta kapsamında fidan dağıtımı ve ekimi faaliyetleri yapılıyordu. Bu yıl korona virüs belası nedeniyle Orman Haftası kutlanmadı. Orman Haftası, insanlara ormanların önemini öğretmek amacıyla kutlanan özel bir haftadır.. Ormanlarımızı korumaya yönelik ve orman sevgisini aşılayan "Orman Haftası" ne zaman kutlanır? Tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de Orman Haftası başladı ama kutlamalar yasak. 21 Mart'ta Güney yarım kürede sonbahar, Kuzey yarım kürede ilkbaharın başlangıç günü olması nedeniyle 1971'de Avrupa Tarım Birliği ve Birleşmiş Milletler Gıda Tarım Örgütü bu günü "Dünya Ormancılık Günü" olarak kabul etmişlerdir. Orman Haftası, her yıl 21-26 Mart tarihlerinde kutlanmaktadır. Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk’ün ağaca ve ormana olan sevgisi 1930’lu yıllarında, “Ağacın kökleri köşkün temelini kaydırdığını, yaprakları da köşkün pencerelerini kapattığını gören bahçıvan ağacı kesmeye çalışmaktadır. O sırada Atatürk durumu fark edince ağaç kesimine müdahale eder ve sıkıntıyı şu şekilde çözer: “Atatürk'ün Ağaç ve Orman Sevgisi Yıl 1930 ATATÜRK Yalova köşküne doğru çıkmakta. Bir de bakar bir bahçıvan koca bir çınar ağacını kesmek üzeredir. Yahu der; sen hayatında hiç böyle bir ağaç yetiştirdin mi ki? Kesmeye muktedir görüyorsun kendini ve niye? Der. Bahçıvan derki; Paşam çınar ağacının kökleri köşkün temelini kaldırdı, yaprakları da köşkün pencerelerine müdahale ediyor. Ya köşkü kaybedeceğiz ya ağacı keseceğiz. Onun için de kusura bakmayın ama biz ağacı kesiyoruz Bir an düşünür; Hayır, gerekirse köşkü ağaçtan uzaklaştırırız der. Derler ki bu gün Mustafa Kemal bir hoş. Ne demek köşkü tutupta ağaçtan uzaklaştırmak? Ama inanır mısınız mühendis değil, mimar değil, ziraatçı değil ama ne yapar biliyor musunuz? İstanbul’daki köprü altındaki tramvay raylarını Yalova’ya taşıtır. Köşkü hiç yıkmadan olduğu gibi tutarak kendisi de kazma kürek temelini kazar ve köşkün altına tramvay raylarını döşeyerek köşkü ağaçtan 4 metre 80 santim kenara çekerek hala Cumhuriyetimiz gibi ayakta durmakta olan çınar ağacının kurtuluşunu temin eder. Orman, sevgiyle büyür ve sevgiyle korunabilir. Şüphesiz ki, bu sevgiye sahip insanlar içinde Atatürk’ün yeri ayrıdır. Atatürk, “Ağaçsız orman ve ağaçsız toprak vatan değildir. Eğer vatan denen şey kupkuru dallardan, taşlardan, ekilmemiş alanlardan, çıplak ovalardan, kentlerden, köylerden oluşmuş olsaydı, onun zindandan hiçbir farkı olmazdı” diyor. İnsanlara ağaç sevgisi aşılanmadığı sürece önlemler yetersiz kalır. Bir çınarın bir dalının kesilmemesi için köşkün yerinin değiştirildiğini bilmeyen var mı, bilmiyorum. Halkın günümüzde “Yürüyen Köşk” olarak isimlendirdiği köşk Yalova’dadır. Deniz kenarında, 13 Eylül 1929 tarihinde Atatürk’ün yazlık köşklü olarak inşa edilmiştir. Atatürk, 1936 yılında gittiği yazlık köşkün bahçesinde ağacın dalını kesmeye çalışan bir bahçıvanla karşılaşır, hemen durdurur ve kesimin nedenini öğrenmek ister. Bahçıvanın gerekçesi, ağacın gelişip uzayarak köş- kün duvarlarına dayandığıdır. Dallar yapının penceresinden içeriye girmeye başlamıştır. Ağacın dalının kesilmesine razı olmayan Atatürk ağacın dalının kesilmemesini, binanın uzaklaştırılmasını emreder; “Ağaç kesilmeyecek, köşk kaydırılacak” der. Verilen emir üzerine, 8 Ağustos 1936 tarihinde, önce bina çevresindeki toprak büyük bir dikkatle kazılıp yapının temel seviyesine inilir. İstanbul’dan getirilen tramvay rayları döşenir. Santim, santim çalışılarak, bina yapı altına sokulan raylar üzerine oturtulur. Atatürk ile birlikte, kardeşi Makbule Hanım ve Yunus Nadi ile görevlilerin hazır bulunduğu 10 Ağustos 1936 günü, bina 4.80 m kaydırılarak çınardan uzaklaştırılır ve çınar dalı kesilmekten kurtarılır. Her bir karesinde tarih yazılan ve onlarca kararın alındığı “Yürüyen Köşk”, günümüzde, Atatürk’ün kullandığı son derece mütevazi oda takımları ile çınarın gölgesinde durmakta ve müze olarak kullanılmaktadır. Afet İnan, Çankaya Köşkünden meclis binasına giderken, o günün Ankara'sında bir tek iğde ağacı vardı, diye yazıyor. Atatürk, onun önünden geçerken arabasını durdurup iner, selam verirmiş. Neden böyle yaptığı sorulunca; “O, yediğim meyvenin, sığındığım gölgenin, soluduğum havanın bir neferi. En az öbür neferler kadar bunun da selama hakkı var” diye cevap vermiş. Bir gün bir de bakmış ağaç kesilmiş; yolu genişletmek için kesmişler. “Yahu”, diyor, “Bana sorsaydınız, o ağacı kurtaracak yol bulurdum.” Sonra dayanamıyor, arabaya biniyor, sürücüyle arkadaşının önünde, hüngür hüngür ağlıyor. Falih Rıfkı Atay, “Babamız Atatürk” kitabında, kendi ağzından dinledi- ğini, bir gün Kurmay Başkanı İsmet Bey’le Diyarbakır çöllerinde atla giderken Mustafa Kemal’in “Çabuk bana yeni bir din bul. Ağaç dini... Bir din ki ibadeti ağaç dikmek olsun” dediğini, Atatürk’ün çiftlik dağlarının ormanlaşması ile bizzat uğraştığını, hemen hemen her ağaçta hakkının olduğunu, nerede bir söğüt görse pikniğe gittiğini yazmaktadır. Yine Falih Rıfkı Atay, Atatürk’ün doğa sevgisini şöyle anlatıyor: “Atatürk, tabiatı ve ağacı çok severdi. Atatürk Orman Çiftliğini boz topraktan ormanlık haline getirdi. Ağaçların dikilişini, duruşunu, büyüyüşünü adım adım izledi. Akköprü tarafından Çiftliğe giden yolun etrafındaki boş topraklar meyvelik olmuştu. Bir gün bu meyvelik ten geçerken birdenbire şoförüne, ‘Dur!’ dedi. Arabadan inerek orada bulunanlara, ‘Burada bir iğde ağacı vardı. Ne oldu?’ diye sordu. Kimse iğde ağacını bilmiyordu. Atatürk’ün biraz önceki neşesi kalmamıştı. Yol boyunca hep iğde ağacını aradı. ‘İğde, yaşlanmış ve çelimsiz bir ağaçtı. Fakat yaşıyordu. Baharda güzel kokular veriyordu’ diye sızlandı. Hasan Rıza Soyak, Atatürk’le ilgili anılarını kaleme aldığında, “Evet, ben de hatırlıyorum; bu iğde ağacının sökülüp atılması ona çok dokunmuştu; ağacın yerine daha güzeli dikilmek üzere kesilmiş olması gerçeği bile onu teselli edememişti. Bu acıklı olayı uzun zaman unutamadı... Her sözü edildikçe hayıflanır, yapanlara karşı kırgınlı- ğını belirtirdi” diye yazmaktadır. Çankaya’da bahçedeki ağaçlar büyür ve çok yaşlı bir ağaç Atatürk’ün geçeceği yolu kapatır. Ağacın bir yanı havuz, bir yanı dik bir yokuştur. Atatürk ağaca yaslanarak güçlükle karşı tarafa geçmektedir. Bahçenin bakıcısı “Emrederseniz hemen keseyim, efendim” der. Atatürk bahçıvanın yüzüne bakar, “Sen hayatında böyle bir ağaç yetiştirdin mi ki keseceksin?” der ve ağacı kestirmez. Afet İnan, “Hatıralar ve Belgeler” adlı kitabında; “Mustafa Kemal, bir sahil çocuğu olduğu için denizi çok severdi. Fakat son hastalık günlerinde hasret çektiği yer, bir çam ormanlığı olmuştur. ‘Bana memleketimizin ormanlık güzel yerlerinden tanıdıklarını anlat. Arzum, yeşillik ve ağaçlık ve de yaz kış yeşil duran ağaçlar arasında olmaktır’ diyen sesi hala kulaklarımda akisler yapıyor” diye yazmaktadır. Kendi adını taşıyan Atatürk Bulvarı’na çam fidanları dikildiği vakit pek sevinmiş, “Bunlar tutarsa, Ankara’nın yaz kış yeşil duracak bir tabiat zenginliği olacak” demiştir. Atatürk bir gün, İstanbul’un eski vali ve belediye başkanlarından Muhittin Üstündağ ve Afet İnan ile birlikte, Boğazda bir motor gezisinde Salacak önlerinden geçerken, “Bu güzel yerleri ağaçlarla bir kat daha güzelleştirmek için, İstanbul Belediye Başkanı olmak istiyorum” diyerek Valinin ağaçlandırma yapmasını imalı bir şeklide ifade etmiştir. Atatürk, ağaç sevgisi ve yeşile olan tutkusunu şu sözlerle ifade eder: “Ağaç, çiçek ve yeşillik medeniyet demektir. Yeşil görmeyen gözler renk zevkinden mahrumdur. Burasını öyle ağaçlandırınız ki, kör insan bile yeşillikler arasında olduğunu fark etsin… Son arzum, yeşillik ve ağaçtır. Fakat yaz ve kış yeşil olan ağaçlar arasında olmaktır. Son arzum, vasiyetim gerek ziraat ve gerek memleketin servet ve sıhhat-i umumiyesi noktayı nazarından ehemiyet-i muhakkak olan ormanlarımızı da asrî tedavi ile üst seviyede bulundurmak, temsil etmek ve azamî ifade ile temin etmek esas düsturlarımızdan biridir.” Söğütözü’nde dinlenmeyi severmiş. Bir gün sohbet sırasında, “Ah, şurada bir kulübem olsa, ama de kulübe yapılırken buradaki ağaçlar ne olacak?” diye söylenmiş. Etrafında bulunanlar, “Aman Paşam, bunlar söğüt ağacı, o gö- nülsüz ağaçtır, söker başka yere dikeriz, mutlaka tutar” demişler. Atatürk bir an düşünmüş, sonra; “Buradaki ağaçları kendi ellerimle sökeceğim, kendi ellerimle dikeceğim, tuttuklarını göreceğim, o zaman kulübenin yapımına izin veririm” demiş. Ağaçlar başka yere dikilmiş ve hepsi tutmuş. Ağaçların yerine küçük bir kulübe yapılmış. Çankaya’nın ağaçlandırılmasında da Atatürk’ün büyük emeği vardır. Atatürk İstanbul’da iken, Çankaya Köşkü’nde yapılan genişletme çalışmaları sırasında, büyük bir ağacın kesilmesi gerekmiş. Yaz bitiminde dönüşte Atatürk, bu ağacın yokluğunu hemen anlamış. “Şu yanda bir ağaç vardı, ne oldu?” diye sormuş. Kimsede bu soruyu yanıtlayacak cesaret olmamış. “Yazık, çok yazık... Yahu bu iş ağaca dokunulmadan yapılamaz mıydı sanki? Bana söyleseydiniz bir çaresini bulurdum” demiş ve öfkelenip yeni yapıya girmeden geri dönmüş. Atatürk, yalnız doğayı sevmekle kalmamış, ağaçları, yeşili, çiçekleri de koruması altına almıştır. Bir gün Sabiha Gökçen’e, “Sabiha kızım, ben hayattayken çiçeklerimle kendim meşgul oluyorum. Onlara bakıyorum, baktırıyorum. Biz bakmasak dilleri mi var, bizden su isteyecek, gübre isteyecek, ışıklı bir yer ya da gölgelik isteyecek” der. Bir keresinde de, bir dal badem baharını vazo içinde gördüğünde, Afet İnan’a yakınmış; “Bahar gelmiş ne güzel, fakat bu güzel çiçekler meyve vermeden solacak ve sade bizim birkaç günlük göz zevkimizi tatmin edebilecek, ne yazık” demiştir. Değil ağaçların kesilmesi, Çankaya’daki eski köşkün önüne dikilmiş akasya ağaçlarını bahçıvanın biraz fazla budaması bile onu üzüntüye boğmaya yetiyormuş. Atatürk, bir ağaç dalının kesilmesine rıza göstermeyecek kadar yeşili ve ağacı severmiş. Türklerin Orta Asya’dan kuraklık ve ağaçsızlık yüzünden göç ettiklerini pek iyi bildiği için, ağaca karşı, sevgi ve saygı gösterilmesini teşvik etmiş ve “Orman servetlerimizin korunmasına, lüzumuna ayrıca işaret etmek isterim. Ancak burada mühim olan, koruma esaslarını, memleketin tüm ağaç ihtiyacını devamlı olarak karşılaması icap eden ormanlarımızı muvazeneli ve teknik bir suretle işleterek istifade etmek esasıyla makbul bir şekilde teyid etmek mecburiyeti vardır” demiştir. İşte ağaç sevgisi budur. Nedense bunlar bize öğretilmiyor. Bir zamanlar bir dalın bile kesilmesine izin verilmezken, günümüzde talan edilen, yakılan, villalara peşkeş çekilen yeşil varlıklarımız, her geçen gün azalmaktadır. Orman sevgiyle büyür ve sevgiyle korunur. Bütün ülkeler ormanın korunması için yeni teknolojik önlemler almaktadır. Ama her şeyden önce, ağaç ve orman sevgisini aşılamaktadırlar. Yeterli orman sevgisi toplumda yer bulursa, yangın çıkmaz, talan olmaz ve ormanlar yaşar.”
|
||
|
||
Etiketler: ATATÜRK,, “AĞAÇSIZ, ORMAN, VE, AĞAÇSIZ, TOPRAK, VATAN, DEĞILDIR., |
|
Bu modül kullanıcı tarafından yönetilir, ister kod girilir ister iframe ile içerik çekilir. Toplamda kullanıcı 5 modül ekleme hakkına sahiptir, bu modül dahil tüm sağdaki modüller manuel olarak sıralanabilir.