Şark sözü doğuya aittir. Ancak şark kurnazlığını genelde siyasetçiler yaptıkları için buna şark kurnazı derler. Şark kurnazı yanlızca doğudan çıkmaz. Diğer bölgelerde de çıkar. Biliyorsunuz ki, kurnazlık menfaatçiliktir, çıkarcılıktır, aldatmacıdır ve daha da ötesi üç kağıtçıdır. Şark kurnazın milleti, ırkı, cinsi ve bölgesi yoktur. Kurnaz kurnazdır. Şark kurnazı Türk siyasetinin güvenilmez kişileridir.
Şark kurnazlığı, başkalarını yanıltarak, belli etmeden kandırarak istediğini elde etmektir... Aklı sıra çaktırmadan üç kağıtçılık yaptığını sanan insanlara söylenen sözdür. Şark kurnazı ucuz hesapların adamı olmaktır. Şark kurnazı, kendini dünyanın en akıllı adamı sanır. Fakat kurban gözüyle baktığı şahıslar, genelde şark kurnazıyla aynı topa girerek küçülmekten korkmaktadır.
Ufak tefek şeylerden tasarruf edip ve hatta karşındakini aldatarak, aslında çok daha zarar eden zihniyettir. Buna köylü aklı da denir. Bir koyayım beş alayim; kısa zamanda köşeyi döneyim; yayılayım, genişleyeyim, üreyeyim, etrafımı kendime benzeteyim ziyneti.
Şark kurnazının bireysel olarak kişilere, makro düzeyde topluluklara kalitesizlik katan özellikleri vardır. Adından anlaşılacağı üzere ağırlıklı olarak Anadolu toplumlarında gözlenir. Genetikle alakası yoktur. Kalıtsal olmayıp, tersine öğrenilen, edinilen davranışlar kodudur. Bünyeye musallat oldu mu bir kez, kişi bunu bir yaşam tarzı olarak getirerek benimser.
Şark kurnazları genellikle hallerinden pek memnun tiplerdir, yanlış anlamaya mahal vermemek için hemen ekleyelim, memnuniyetleri sürdürdükleri hayattan, bulundukları konumdan kaynaklanmamaktadır. Bunlar bilakis, daimi bir şikayet konusu olmuştur şark kurnazları için, mütemadiyen yakınırlar, ottan boktan şikayet ederler, hep onlar haksızlığa uğramışlardır, olmaları gereken yer bulundukları nokta değildir. Ağlayıp, zırlamak, buna karşın somut bir şey
önermemek ayırd edici özellikleridir.
İşin diğer bir boyutu da, şark kurnazlığı yalancılıktır, sahtekarlıktır, ahlaksızlıktır, menfaatçılıktır, bencilliktir. Şark kurnazları genellikle eğitimli ve kültürlü değildir. Ama onlar "kıvrak zekâ" sahibi olmalarına güvenirler. Adı üzerinde, kurnazdırlar.
"Şark kurnazı" kavramı, biri Arapça öteki Farsça iki kelimeden oluşur zaten: Şark (doğu) ve kurnaz "kolay kanmayan, başkalarını kandırmasını ve ufak tefek oyunlarla amacına erişmesini beceren, açıkgöz."
Şark kurnazlarının çoğunun aldığı eğitim, yetersiz ve kalitesizdir. Bazen "hayat üniversitesini bitirmekle" övünerek komplekslerinden saldırganlık üretirler. Onlar için önemli olan şey, teori değil pratiktir. En büyük özelliklerinden biri "pratik zekâlı" olmaktır.
Bu "deha"larının yardımıyla, üzerinde en ufak bir eğitim bile almadıkları sanat-kültür konularından "mesela, heykel ya da film", karmaşık teknolojik meselelere kadar "mesela, rezidans yapımı ya da uçak dizaynı" her alanda "parlak fikirler" ileri sürebilirler.
İster taksi şoförü veya manav olsunlar, ister işadamı veya siyasetçi, mutlaka her konuda "yeterince birikim" sahibidirler. Nasıl olduysa çarşı-pazar tecrübesi, sokak kavgaları, yedikleri kazıklar, çektikleri yoksulluk ve çileler derken, hayat boyu her durumda işe yaradığını düşündükleri "sihirli bir yöntem" sahibi olmuşlardır.
Bu yöntem öyle üniversiteler bitirmekle, birkaç diploma almakla, profesör olmakla, çok dil bilmekle falan olmaz. Hatta bazen insan fazla okuyarak "kafayı tırlatabilir", günlük hayattan kopabilir, şark kurnazlarına göre. İçten içe, hatta bazen de açık açık nefret ederler aydın insanlardan.
Kendilerine uzak gördükleri "entelektüel", "elit", "büyük kentli" ve "İstanbullu" gibi sıfatların karşısına "millet"le, "bölgecilikle", "mağdurluk edebiyatı"yla ve "din"le çıkmayı severler.Kendilerini "halktan biri" ve "çoğunluğun temsilcisi" olarak göstermeye bayılırlar. Ama aslında insanları, halkı-halkları pek sevmezler. Onları kullanmayı severler; onların saygısı, korkusu ve bağlılığıyla bir yerlere gelmeye bayılırlar.
Şark kurnazları kendilerine hayrandır. Kelimenin bütün anlamlarıyla dolup taşan bir hayranlıktır bu. Kargacık, burgacık görüntülerinde ve fiziksel özellikleri arasında mutlaka "eşsiz", "övünülecek", hatta bazen "lakap" olarak kullanılabilecek bir şeyler bulurlar. Yürüyüşleri, hareketleri, bakışları, jestleri, mimikleri, sesleri ve konuşma tarzları da pek bir farklıdır. Ama en çok da "akılları"...
Hani gerçekten bütün akıllar pazara çıkarılsa, tereddütsüz kendi aklını seçecek insanlardır şark kurnazları.
Bunca sevgi ve güvene mazhar olan harikulade egolarından geriye pek az olumlu duygu kalır haliyle. O kırıntıları da "kendilerine bağlılık ve yakınlık" temelinde dağıtırlar. Önce "kan bağı" ve "aile ilişkileri" gelir. Örneğin, alengirli ve karanlık bir işin peşindeysen bunu sana en yakın kişilerle yapmalısın. Söz gelimi oğlunla. O, bir seferde dediklerini anlayacak kapasitede olmasa bile. Çünkü "senin kanındandır" ne de olsa, satmaz. Sonra başka akrabalarını az buçuk da olsa güvenli sayarsın. Ardından elbette aynı dinden, o da yetmez, mutlaka aynı mezhepten kişileri...
Yabancılar, başka dinlerden ve mezheplerden gelenler, farklı ırklara ve milletlere ait olanlar potansiyel düşmandır; onlara zinhar güvenilmez. Şark kurnazı, insanları kendi menfaati doğrultusunda kullanmak için "onlardan biri" olmayı, onlar gibi konuşup davranmayı, onların zaaflarını öğrenip yararlanmayı iyi becerir.
Din, onun yardım aldığı en önemli araçların başında gelir. Dinin birçok emrini "çalma, öldürme, adaletsizlik yapma, kibirlenme!" umursamasa da, dini algı ve kalıpları ustaca kullanır.
Allah'la arasındaki de bir tür "çıkar ilişkisi" sayılır. Dinin şartlarını yerine getirerek öteki dünyaya yatırım yapmaktadır aslında. Ama dinin ahlaki içeriği onu ilgilendirmez ve günlük yaşamında etkili olmaz.
Ülkemizde şark kurnazlığının siyaset alanındaki yansımasını en iyi anlatanlardan biri Aziz Nesin olmuştur. Daha 1961'de yazdığı Zübük (kitabı okumadıysanız ya da 1980'de çekilen ve başrolünü Kemal Sunal'ın oynadığı filmi izlemediyseniz, şiddetle tavsiye ederim), on yıllar, belki de yüzyıllar boyunca yaşadıklarımızın özeti gibidir.
Devam edecek…
|