Bu ticaret, Demokrat Parti’yle başladı. Necmettin Erbakan’ın partileriyle devam etti. Adalet ve Kalkınma Partisi’yle zirve yaptı.
Değerli okuyucularım; “Din”in, siyasette prim yaptığını ve yapacağını bilen Atatürk, devlet düzenine salt bu sebeple “laiklik” ilkesini getirdi ve Anayasa’ya koydu.
Bu, öyle pek kolay olmadı. Karşı çıkan mollalar, dinden badema nemalanamayacaklarını anlayınca, Atatürk’e karşı çıktılar. Mecliste, şiddetli tartışmalar oldu. Buna karşın, din ticaretine fazlaca itiraz edemeyen mollalar, Atatürk’ü başka cenahlardan vurmaya kalktılar.
Şevket Süreyya Aydemir, üç ciltlik kitabında bu olayı pek güzel anlatır.
“Laiklik” ilkesinin getirilmesiyle beraber, Evkaf ve Şer’iye Vekaleti kaldırılarak, yerine Diyanet İşleri Başkanlığı kuruldu.
Bundan önceki bir yazımda, bu kurumun kuruluş amacıyla, görev ve sorumluluklarını anlatmaya çalışmıştım.
1950’li yıllara kadar, kurum üstlendiği görevi gereği gibi yerine getirdi. 1950-60 arasında iktidarda bulunan Demokrat Parti, siyasetle ticareti birbirine karıştırdı ve din ticaretini öne çıkarıverdi.
ATATÜRK’ÜN VE İSMET İNÖNÜ’NÜN HATALARI
Atatürk 1934 yılında, Müslümanların ibaretlerini, Arapça yerine Türkçe okumalarla yerine getirebileceklerine dair Elmalılı Hamdi Hoca’dan önemli bir fetva aldı.
Hoca, Diyanet İşleri Başkanlığı da yapmış ve Atatürk’ün isteği ile ilk Türkçe Kur’an Meali’ni hazırlamıştı.
Bu fetva üzerine, ezan minarelerde Türkçe okunmaya başladı. Bu uygulama, sadece bir tavsiyeydi ve bu konuda bir kanun çıkarılmamıştı.
Uygulama, Atatürk’ün ölümünden sonra da devam etti. İsmet İnönü’nün talimatıyla 1941 yılında bir kanun çıkarılarak, ezanın Türkçe okunması yasal hale getirildi.
Fetva ile yapılan uygulamaya rağmen, ezanın Türkçe okutulması hataydı. Ezan, yalnız Türklerin değil, dünyadaki bütün Müslümanların namaza ortak çağrısıydı ve Türkçe okunamazdı.
Adnan Menderes, 1951 yılında yeni bir kanunla bu uygulamaya son verdi. İyi de yaptı. Yaptı, ama “din ticareti”ni de, kendisine iyi bir siyasi kazanç kapısı yaptı.
Özellikle 1954 ve 1957 genel seçimlerinde, bu kazançlı ticaret Menderes’i peş peşe iktidara taşıdı. Daha sonraki yıllarda da, bu ticaretten bir türlü vazgeçilmedi.
BÜYÜK DİN TÜCCARI; NECMETTİN ERBAKAN
Merhum Erbakan, kapatılmalarına rağmen kurduğu bütün partileriyle bu ticaretten asla vazgeçmedi.
Hiç unutmuyorum. Bir seçim arifesinde geldiği Tekirdağ’da önce merkezde, yarım saat sonra da Barbaros Nahiyesi’nde ikindi namazını, böylece iki defa kıldı. Birinci namazda, biz de vardık. Ancak, aynı vakit namazını yarım saat sonra yeniden kılması, herkesi şaşırtmıştı. Sorduklarında, dalgınlıkla unuttuğunu söylemişti. Oysa, maksat başkaydı.
Bugünkü iktidar partisi de, Necmettin Erbakan’ın siyasi mirasıdır. Ne var ki, din ticaretinde Erbakan’ı fersah fersah geçtiler ve onu mumla arattılar.
İşin ilginç yanı, her türlü yolsuzluğa bulaşan ve hırsızlıkla suçlanan bu iktidarın kimi Bakanları ve kimi bürokratlarıyla, şerikleri suçüstü yakalandıkları halde, yüzleri hiç kızarmadı. Ve, kendilerini suçüstü yapanları cezalandırıp, yağ gibi yine suyun üstüne çıktılar. Biz de, tribünlerden seyrettik.
BU DURUMDA, DİYANET NE İŞ YAPAR?
İlk yapacağı iş, hırsızlığın ve yolsuzluğun “haram” olduğunu anlatıp, bu olup bitenler karşısında halka bilgi vermek, onun tepkisine ve üzüntüsüne ortak olmaktı. Ama, yapmadı.
Oysa, Diyanet İşleri Başkanlığı’mız, bu yolsuzluk operasyonundan üç gün önce Cuma Namazı’nda, minberde okutulmak için hatırladığı hutbeyi kaldırdı ve okutmadı. İlk, büyük hatası ve görev kusuru bu oldu.
Daha sonraki zamanlar içinde de, bu konuda Diyanet’ten hep fetva ve hutbeler bekledik, ama boşuna bekledik. Diyanet, “duvar” gibiydi.
ONUN ARABASI VAR, GÜZEL Mİ GÜZEL …
Diyanet İşleri Başkanı; “yolsuzluk ve hırsızlık” gibi, milletin pek hassas olduğu bu çirkinliği, soyadı gibi “Görmez”den geldi ve mükafatını aldı. Hem de, yeni alınan son model Mercedes makam otosu ile ödüllendirildi.
Başkan’ın, lojmanını 400 bin liraya yeniden dizayn ettirip jakuzili hale getirmesi hoşuna gittiyse de, bu araba onun da içine sinmedi.
Önce, “Arabayı Diyanet Vakfı aldı.” dendi. Ancak, Cami önlerinde para toplayan Diyanet Vakfı’nın, böyle bir araba alması dikkat çekerdi. O sebeple, “Devletin bütçesinden alındı.” dendi.
Bedeli, açıkladıkları gibi 300 bin lira değil, bir milyon liradan da fazlaydı.
Başkan, karşısına geçip bir arabaya, bir de başındaki sarığa baktı. O görmeyen Başkan, sarığının üstünde Mercedes’in armasını görünce, “Arabayı; ibret-i alem için geri veriyorum.” dedi.
Verdi mi, vermedi mi, henüz bilinmiyor.
DİYANET İŞLERİ KALDIRILSIN MI?
Kimi siyasi partiler, “Kaldırılsın” ya da “Bizim iktidarımızda kaldıracağız.” diyor, ama hayır! Başkanı yanlış yaptı diye, kurum siyasete bulaştı diye, asla kaldırılamaz. Çünkü, onun kuruluş amacı çok isabetli.
Siyasete bulaşan, iktidarın güdümünde giden ve halkı aydınlatmak yerine, günahlara karşı sessiz kalan bu kurumun Başkanını ve siyasete bulaşan kadrolarını değiştirirsiniz, olur biter.
Ne var ki, yeni Başkanı kendi meşrebinize göre değil, yüce dinimizin buyruklarına göre seçerek, bunu yapmanız lazım gerekir.
Hepsinden gerekli olansa, bu memlekette din ticaretinin artık ve mutlaka engellenmesidir.
|