Merhum Ziya Taşkent’in bestelediği Muhayyer şarkıdan söz etmiyorum. Benim derdim, yönetenlerin kanun, kural, hukuk tanımadığı bir ülkede yaşamak. Gücüme giden, iş te o.
13 yıla yakın bir süredir, kanun, kural ve hukuk tanımayan bir iktidarın yönetimindeyiz. Geçmiş iktidarların hataları sebebiyle, bu iktidara adeta hasret kalmıştık.
Çünkü, Adalet ve Kalkınma gibi, muhtaç olduğumuz iki kavramı isim yapmışlar ve bu kavramların başlıklarını kullanıp, AK olduklarını ve hep AK kalacaklarını söylemişlerdi.
Ayrıca, “Referansımız İslam” diyerek, “Din, İman Ve Allah Korkusu”nun, icraatlarının temelini teşkil edeceğini ve ilk hedefleri olduğunu söylemişlerdi.
Önce inandık, sonra da güvenip oylarımızı verdik. Seçildiler ve Türkiye bayram havasına girdi. Liderlerinin seçilme engeli gibi küçük bir pürüz çıksa da, o da ittifakla benimsenen bir Anayasa değişikliğiyle çözüldü ve herkes rahatladı.
Oysa, başımıza nelerin geleceğini, nasıl bir tuzakla karşı karşıya olduğumuzu, gelmiş geçmiş iktidarları, üstelik mumla nasıl arayacağımızı ve pişman olup yakamızı kurtarmak için nasıl çırpınacağımızı hiç düşünemedik.
Nasıl düşünebilirdik ki sevgili okuyucularım? Hangi dinin “dindar” ı, bunların yaptıklarını yapabilirdi? Dünyanın en medeni insanlarının yaşadığı Avrupa ülkelerinde bile, din eksenli siyasi partiler vardı. Hangisi, dinlerini sömürerek siyaset yapmıştı?
Üstelik, bizim Anayasa’mıza göre din işleri ile devlet işleri birbirinden ayrılmış, bunu garantileyen “laiklik ilkesi” Anayasa’ya açıkça yazılmıştı.
YAZIK OLDU YÜCE DİNİMİZE !
Türk toplumu “laik” bir toplumdu, ama hemen her ferdi dinine sıkı sıkıya bağlıydı. Devletin laiklik ilkesine hiçbir itirazı yoktu. Çünkü, inancını dilediği gibi yaşıyor, ibadetini dilediği gibi yapabiliyordu.
Ne var ki, bu iktidar onu sömürmeyi ve onu vasıta yapıp siyaset yapmayı göze almıştı. Hem de, partilerinin kapatılması pahasına.
Nitekim öyle oldu. Kapatılmaya ramak kaldıkları halde, din ticaretini bırakmadılar. “Din, İman, Allah, Kur’an” deyip, yüce dinimizin yasakladığı ve haram saydığı bütün eylemleri yaptılar ve hala yapmaya devam ediyorlar.
Yalnız bizim dinimizde değil, bütün dinlerde “hırsızlık, yolsuzluk” haram olup günah bir fiil sayıldığı halde, en çok onu yaptılar. Ama, suçüstü yakalandılar.
Hayrettir, yakalananlar cezalandırılmak yerine, onları yakalayanlar cezalandırıldı. “Hırsızlık ve Yolsuzluk” dedikten sonra, daha da gerisini yazmıyorum. Çünkü, öteki bütün eylemleri, hep bu iki eylemin içinde yer aldı.
Değerli okuyucularım, bu eylemler ayyuka çıktığı ve bütün dünyada yankı yaptığı halde, o makamlardaki bir tek kişinin yolsuzluktan, hırsızlıktan takibata uğradığını ve ceza aldığını görmedik.
Çaldıkları paralarla suçüstü yapılanlar bile serbest bırakıldı ve çaldıkları faiziyle birlikte, kendilerine iade edildi.
Bütün bunlar bu ülkede, bizim memleketimizde oldu. Bütün bunlar, bu iktidarın döneminde oldu. İşte o nedenle, bu ülkede ve bu yönetimin altında yaşamak doğrusu gücüme gidiyor.
CUMHURBAŞKANI, NEDEN TARAFSIZ DAVRANMIYOR?
1950 yılında üçüncü Cumhurbaşkanı seçilen Celal Bayar, 1946 da Demokrat Parti’yi kurduklarında, kullandığı bastonun ucunu DP harfleri biçiminde yaptırmıştı.
Cumhurbaşkanı seçildiğinde, bu bastonu birkaç gün kullanınca kıyamet koptu. “Sen, nasıl tarafsızsın?” diyerek üstüne hücum ettiler. O da, bastonu bıraktı. Onun bütün tarafsızlığı, işte bundan ibaretti.
Ya şimdiki Cumhurbaşkanı? Anayasa’nın açık hükmüne ve namusu ve şerefi üzerine ettiği tarafsızlık yeminine rağmen, partisinin açıkça ve hemen her gün propagandasını yapıyor. Meydan meydan dolaşıyor. Kur’an-ı Kerim’i eline alıp, eski partisine alenen oy istiyor.
YÜKSEK SEÇİM KURULU NEDEN VAR?
Elbette seçimlerin dürüst biçimde yapılması için var. Anayasaya göre, yüksek hakimlerden oluşan bu kurulun vazifesi, seçimleri adil, dürüst ve şaibesiz biçimde yaptırmaktan ibaret.
Gelin görün ki bu kurul, kendisine Anayasa ile verilen görevi yerine getirmiyor. Tarafsız kalması gereken Cumhurbaşkanı, meydanlara çıkıp eski partisine oy isterken ve bu maksatla devletin bütün imkanlarını kullanırken, kurul gıkını bile çıkarmıyor.
Onunla da kalmayıp, bu konuda kendisine gelen şikayetleri anında ve oy birliği ile reddediyor.
Söyler misiniz? Dürüst bir seçim için kime güveneceğiz? Seçim sonuçlarının doğruluğuna nasıl inanacağız?
GÜCÜME GİDİYOR, BÖYLE YAŞAMAK!
Yolsuzlukların ayyuka çıktığı ve diz boyu olduğu, vatandaşların iki kampa bölündüğü, komşu ülkeleriyle kavgalı olduğu, dünyadaki itibarının giderek azaldığı, adam kayırmanın doruğa ulaştığı, kanun, kural, hukuk tanımamanın prim yaptığı, adaletin yerle bir edildiği, görevini yapan hakim ve savcıların günahsız yere tutuklandığı, askerinin kışlasına hapsedildiği, bunu fırsat bilen bölücü örgütün ülke topraklarında cirit attığı ve alternatif ülke yarattığı, adam kayırmanın ve partizanlığın geçim kapısı yapıldığı, topraklarının yabancılara parsel parsel satıldığı, burnunun dibindeki adalarının dahi korunamadığı, yüce dinimizin siyasi çıkarlara alet edildiği, yüce kitabımızın seçim meydanlarında oy avcılığı için kullanıldığı, israfı haram sayan dinimizin din görevlilerinin tepesindeki zatın, milyonluk araçlarla gezmek istediği, lüksün, israf ve savurganlığın dillerden düşmediği, kamu mallarının ve alanlarının talan edildiği, yandaş zenginlerin daha da zenginleştirildiği, fakirlerin daha da fakirleştiği, velhasıl burada sayılamayacak kadar büyük yolsuzluk, kanunsuzluk ve haksızlıkların yapıldığı ve yaşandığı bir ülkede, “Gücüme Gidiyor, Böyle Yaşamak!”
|