|
||
Abdullah Yüce yi Tanır mısınız? | ||
Köşe Yazıları Haberi | ||
Kendine özgü şarkılarını, damardan okuyan tam bir halk sanatçısıydı. Çok disiplinli bir öğrenci olmama rağmen, sırf onu dinlemek için okuldan kaçmıştım. Dün, onun 20’nci ölüm yıldönümüydü. Öteki unutmayanlar gibi, onu ben de unutmadım. Onu, hemen herkes; “Bu ne sevgi ah, bu ne ıstırap” adlı hüzzam şarkısıyla tanır. Çok yoksul bir aileden geliyordu. 1920 senesinin Aralık ayı’nın 4’ünde, İstanbul’da doğdu. 1995 yılının Kasım ayı’nın 27’sinde yine İstanbul’da öldü. Öldüğünde 75 yaşındaydı, ama sesinin özelliği ve güzelliği hiç bozulmamıştı. Hafız olan babası İsa Efendi, Mevlit ve Kur’an okuyarak evini geçindiriyordu. Maddi imkansızlık sebebiyle oğlunu okutamadı. Abdullah da, Ortaokulu terk edip, gazinolarda temizlik işleri yapmaya başladı. Abdullah Yüce, 4 yıl askerlik yaptıktan sonra tekrar gazinolara döndü. Temizlik yaptığı o gazinolar, 1946 yılında onun sesini keşfettiler. Sahne boşluğu olduğunda, sırf araları doldurmak için onu sahneye çıkardılar. 1949 senesinde, Hasan Bayri’nin “Bu ne sevgi ah, bu ne ısdırap.” diye başlayan o şiiri, Kastamonu Lisesi Müzik Öğretmeni Nuri Bey tarafından hüzzam makamında bestelendi. Şarkı, pek beğenildi ve Kastamonu Halkevi’nin konserlerinde okundu. Şarkıyı, aynı yıl Abdullah Yüce de taş plağa okudu. Şarkı, böylece Türkiye çapında duyuldu ve çok tutuldu. Abdullah Yüce, şarkının bestekarı olarak takdim edilince, Yüce birden bestekarlar sınıfına girdi. ABDULLAH YÜCE, SAHNELERDE Okuduğu bu ilk şarkıyla meşhur olan Abdullah Yüce, artık tek başına sahneye çıkmaya başladı. Çıktığı sahneler, öyle büyük gazinolar filan değil, daha çok sokak aralarındaki “Anadolu Saz, Çağlayan Saz” gibi salaş gazinolardı. Müşterileri de tepelerden değil, halkın tam içinden çıkıp geliyordu. 1950’li yıllar, onun sanatında zirve yaptığı yıllardı. Hem gazinolara çıkıyor, hem de plak yapıyordu. Adı bestekara çıkınca, “Hiç mi gülmeyecek benim de yüzüm? ve Yaşamak mümkün mü acaba sensiz?” diye başlayan iki hüzzam şarkı yaptı ve şarkıları çok tutuldu. Abdullah Yüce, boş durmuyordu. “Bir sigara iç oğlan, Semaverim fıkırdar, Akan göz yaşlarım, Yollar niçin bitmiyor? Kalbime girdin ah diye diye, Gül kokulu saçların…” gibi şarkılar bir birini takip etti. Hele, Naci Tektel’in bestelediği saba makamındaki o meşhur “Uzayıp giden tren yolları” adlı şarkı ile, Abdullah Yüce sanatında iyice zirve yaptı. 1950’li yılların sonuna doğru, onun sahne aldığı gazinolara, sırf onu dinlemek için ben de gittim. Hatta, bir seferinde izin alamayınca, okuldan bile kaçmıştım. Sahneye, taneleri iri, imame’si uzun püsküllü bir tespihle çıkardı. Bir sandalyeye ilişip, şarkılarını hep damardan okurdu. Dinleyen herkes efkarlanır, çoğu ağlar ve onu hep ayakta alkışlarlardı. Çok iyi bir saz takımı vardı. Şükrü Tunar, Kadri ve İsmail Şençalar gibi değerli bestekar sanatçılar, ona sazlarıyla eşlik ederdi. Şarkıları, avam şarkılardı, ama herkesin dikkatini çektiği için, Sadettin Kaynak’la, Selahattin Pınar da, onu yakından tanıyıp takdir ettiler. Ona şarkılarından verip, plaklara okuttular. RAHMETLİ FAKİR GELDİ, FAKİR GİTTİ Halkın gönlünde taht kuran Abdullah Yüce, bu dünyaya fakir geldi, fakir gitti. Sahnelerden ayrılmadan önce ve ayrıldıktan sonra, onunla sıkça görüştük. Onu takdir ettiğimi bildiği için, beni pek severdi. Oturup, uzun uzun sohbet ederdik. Rahmetli, bu dünyaya fakir ve garip bir insan olarak geldi ve öyle gitti. Bana bir gün içini döktü ve; “Çok sevildim, ama hiç para kazanamadım. Çünkü, çalıştığım hiçbir yerle pazarlık etmedim. Ne verdilerse yetindim. O sebeple, hiçbir şeyim olmadı, ancak geçinebildim.”dedi. Ölümüne 4-5 ay kala, onu Unkapanı’ndaki Otobüs Durağı’nda, otobüs beklerken gördüm. Arabama aldım ve daireye getirdim. Dertlerini, sıkıntılarını anlattı. “Yeni nesil, beni tanımıyor.” dedi. Ancak, o unutulacak bir kimse değildi. “Kendine güveniyorsan, Fahrettin Aslan’a aracı olayım, seni sahneye çıkaralım” dedim. Cevabı çok kısa oldu. “Artık, mecalim yok” Hiç mi gülmeyecek benim de yüzüm? Yaş bitti kan doldu her iki gözüm, Dilimde kurudu son bir çift sözüm, Hem aşık, hem yetim hem de öksüzüm. Tutulsa nefesim, gözüm kör olsa, Unutamam seni ben, ömrüm de solsa, Son defa o güzel yüzünü görsem, Ağlasam, inlesem sonra da ölsem. diye başlayıp devam eden o hüzzam şarkısını, belki de son defa bana okumuştu. Kaybının 20’nci yılında seni, saygıyla, rahmetle ve özlemle anıyorum sevgili dostum. |
||
|
||
Etiketler: |
|
Bu modül kullanıcı tarafından yönetilir, ister kod girilir ister iframe ile içerik çekilir. Toplamda kullanıcı 5 modül ekleme hakkına sahiptir, bu modül dahil tüm sağdaki modüller manuel olarak sıralanabilir.