Değerli okuyucularım; Dünkü yazımda, Ekmeleddin İhsanoğlu’nun Cumhurbaşkanlığı için uygun bir aday olduğunu, onu her geçen gün çok daha iyi tanıdığımızı ve bu göreve layık olduğunu anlatmaya çalıştım.

     İhsanoğlu’nun, Başbakan’la bu seçime eşit şartlarda girmediğini, Başbakanın devletin bütün imkanlarını ve Başbakanlık gücünü kullandığını, İhsanoğlu’nun ise, böyle bir gücünün ve imkanının olmadığını ifade ettim.

      Başbakan, görevinden istifa etmediği ya da devletin imkanlarını kullanmaya devam etmek istediği takdirde, bu yaptığı adaletle bağdaşmaz ve asla ahlaki olamaz. O durumda, başvurulması gereken  üç seçenek var.

     Birincisi, Yüksek Seçim Kurulu doğrudan ya da başvuru üzerine, bu yönde bir karar vermeli, seçimlerde aday olan bütün kamu görevlilerinin istifa ettirildiğini göz önüne alıp, Başbakanın da istifa etmesi gerektiğine hükmetmelidir.

   İkincisi, siyasi partilerin başvurusu üzerine, Danıştay’dan bu konuda görüş alınmalıdır. Danıştay bu konuda ehil ve yetkilidir.

   Üçüncüsü ve en önemlisi ise, Anayasa Mahkemesi’ne başvurup, bu haksızlığın düzeltilmesi için bir karar istenmelidir.

                                “GELDİKLERİ GİBİ GİDECEKLER !”

      Bu söz, Başbakan’ın ağzına bir türlü alamadığı Büyük Atatürk’e aittir. İşgal Kuvvetleri’nin gemileri İstanbul Boğazı’nı kuşattıkları zaman, bu vahim durumu soranlara Atatürk böyle diyor. Ve, sonunda aynen öyle oluyor. O gemilerle beraber işgalciler, geldikleri gibi gidiyorlar.

       2002 yılında büyük bir “acz” içine düşen Koalisyon Hükümeti’nin beceriksizliği sayesinde iktidar olan AKP, 12 yılda bakın bu güzelim memleketi ne hale soktu.

      Memleketi bu hale getiren bu iktidar ve şerikleri de, yakında geldikleri gibi gidecekler.

     Bunun ilk işaretini, önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçiminde göreceğiz. Başbakanın, bu seçim sebebiyle Samsun’da yaptığı konuşma ve diğer konuşmaları, seçildiği takdirde ülkenin nasıl bir uçuruma yuvarlanacağını çok açık biçimde gösteriyor.

     Ülkenin Cumhurbaşkanı olmak isteyen bu zat, hala “Türk Milleti” demiyor. “Milletimiz” diyor. İçinde “Türk” sözcüğü olduğu için “Türk Silahlı Kuvvetleri” demiyor, “TSK” diyor. Bir türlü “Atatürk” demiyor,  hep “Mustafa Kemal” diyor. ”Türkiye Cumhuriyeti” demiyor, “Memleketimiz” diyor. Ve bütün tabelalardan ülkemizi ve Cumhuriyeti simgeleyen “T.C” leri kaldırtıyor.

   “Mübarek dinimizi”, “Diyanet destekli olarak, hala siyasi çıkarı için kullanıyor.

    Milleti, “kendinden olanlar ve olmayanlar olarak” sürekli ikiye bölmeye çalışıyor.

      Seçildiği takdirde, sadece Cumhurbaşkanlığı’nın değil, Başbakanlığın yetkilerini de kullanacağını söylüyor. Partisiyle bağlarını koparmayacağını ifade ediyor.

      Ve, seçileceğine de, son derece inanıyor. Halkımızı, bilinçsiz bir topluluk yerine koyup, kendisine oy vermeye mecbur olduğunu sanıyor.

       Her halde, bu memlekette kendisini “Allah’a benzetenlerle, bilmem neresinin kılı olurum” diyenlerin çok olduğunu sanıyor.

                                            ÇARE SANDIK’TA

      Seçim, Yüksek Seçim Kurulu’nun denetiminde yapılacak. Adaleti yerle bir eden bu iktidardan adil bir seçim beklemek, her halde saflık olur.

      O sebeple, Yüksek Seçim Kurulu’nun  “çok güvenilir.” olduğu söylenemez.

      Halkımızın yapacağı, bir günlük işinden ya da tatilinden fedakarlık edip, sandığa gitmesi ve  oy’unu mutlaka kullanmasıdır.

      “Benim, bir oy’umdan ne olur ki?” dememek lazım. Bütün oy’lar birer oy’dan ibarettir ve seçimin sonucunu o birer oy’lar belirler.

        Daha sonra, “Keşke elim kırılsaydı da, o kişiye oyumu vermeseydim.” demenin, hiçbir anlamı ve faydası olmayacaktır.

        Açık söylüyorum; yaptıkları ve yapacakları bütün fenalıklar bir yana, Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanı seçilmesiyle ülkemiz bölünmeye bir adım daha yaklaşacak ve bölünecektir.

      Bölücüler, ülkemizin Güneydoğusunda “yeni ve bağımsız Kürdistan’ı” ilan etmek için, onun seçilmesini dört gözle bekliyorlar.