|
||
Beni de İsyan Ettirdiler ! | ||
Köşe Yazıları Haberi | ||
Ülkeyi yönetenlerin 10 yıldan beri süre gelen yolsuzlukları, diğer vatandaşlar gibi beni de isyan ettirdi. Bir zamanlar haklının değil de, güçlünün yanında yer alan adalet, bakın şimdi ne durumda? O bir zamanlar uğradığım zulmü, anlatmanın da şimdi tam zamanı. Değerli okuyucularım, 90 yıllık Türkiye Cumhuriyeti’nin yaşanan son 10 yılı, geride kalan 80 yılını bu millete mumla arattı. Yönetimi ele geçirerek, bu memleketin ve milletin üstüne bir “kabus” gibi çöken iktidarın, kalkmaya ve gitmeye hiç niyeti yok. Gelir gelmez, “çalışıyoruz” diyerek, bütün milli varlıklarımızı “özelleştirme” adıyla bir bir sattıkları gibi, vergilerimizi de, aldıkları borç paraları da hiç ettiler. Meğer onlar “çalıyoruz.” demek istemişler de, biz anlamamışız.. 17 Aralık Operasyonu gösterdi ki, çekip gittikleri gün, geriye “talan edilmiş” bir memleket kalacak. İşte, benim isyanım buna. Milletin, 10 seneden beri konuştuğu “Yolsuzluk”ları, artık bütün çıplaklığıyla ortaya çıktı. Her yer rüşvet, her yer yolsuzluk! “Yavuz hırsız, ev sahibini bastırır.” örneğinde olduğu gibi iktidar ve başı, bu pisliklerin üstüne gitmenin değil, baskıyla örtmenin derdindeler. Baksanıza, Emniyeti de, Yargıyı da, Mülkiye’yi de, hatta Eğitim Kurumları’nı bile, hallaç pamuğu gibi atıyorlar. Kendilerini kurtarmak için ne kural, ne de kanun tanıyorlar. “Kanun biziz.” der gibi, kanunları istedikleri gibi değiştiriyorlar. Hem de, her şeyi jet hızıyla yapıyorlar. Ortaya o kadar büyük korku saldılar ki, mesela Ulaştırma Bakanı’nın rüşvet alırken görüntülenen bacanağının suç ortakları tutuklanırken, bacanak ifadesi alınıp hemen serbest bırakıldı. Kutucu Banka Müdürü’yle, paralar, para kasaları ve para sayma makinesiyle basılan Bakan çocukları da yakında serbest kalırsa, sakın şaşırmayın. (2 ayda serbest bırakıldılar.) Başbakan’ın oğlu, ifade vermemek için korumalarla babasının yanında dolaşıyor. Gün geçmiyor ki, bulaştıkları yeni bir yolsuzluk pisliği ortaya çıkmasın. BENİM GÜNAHIM NEYDİ ? Bundan önceki yazımda; İstanbul Milli Eğitim Müdürü’yken çıkarlarına çomak soktuğum kimi güçlerin saldırısına neden uğradığımı, bu güçlerin haksız, suçsuz ve günahsız yere bana nasıl saldırdıklarını, yaşanan bu son rezillikleri görünce, başıma gelenleri kısa da olsa, yakında yazacağımı ifade etmiştim. Bir kimsenin, kendisi hakkında yazı yazmasının ne kadar zor olduğunu çok iyi biliyorum. Ancak, kimi durumlarda bundan kaçınılamayacağını, değerli okuyucularımın hoşgörüsüne sığınarak belirtmek istiyorum. Geçmişime bakıldığında, İstanbul Vilayet Merkezi’nde ve Milli Eğitim Müdürlüğü’nde; İl Milli Eğitim Müdür Yardımcısı, Vekaleten İl Kültür Müdürü, Vilayet Genel Sekreteri, Soruşturma Müfettişi, Milli Eğitim Vakfı İstanbul Müdürü ve nihayet İstanbul İl Milli Eğitim Müdürü olarak, aralıksız tam 21 yıl süreyle görev yaptım. Memuriyetim boyunca, hiçbir göreve talip olmadım. Bütün görevleri, takdir ederek ve layık görerek bana verdiler. Milli Eğitim Müdürlüğü’ne atanacağımı öğrenince, Sultan III.Selim’in sözleri aklıma geldi. Padişahlık bekleyen III. Selim şöyle demişti ; Layık olursa bana cihanda bu taht-ı şevket, Eylemek mahz-ı sefadır bana nasa hizmet. Yani, “Bu Osmanlı tahtı bana layık görülürse, insanlara hizmet etmek benim için zevk ve sefa olacaktır.” demek istiyordu.. Benim de aklıma bu söz geldi ve üzerinde küçük bir değişiklik yaparak; Layık görüldü bana bu makam-ı izzet, Eylemek mahz-ı sefadır şimdi halka hizmet. Dedim ve görevime, bu düşünce ile başladım. Dürüst görev yapacağıma içimden yemin ederek, önce bana sunulan ancak devlete külfet getiren bütün lüks ve konforu geri çevirdim. Ataköy’ün güzide semti 7-8’nci Kısım’da emrime tahsis edilen Nakkaştepe’de, emrime tahsis edilen bahçeli, deniz manzaralı, döşeli dayalı, personel tahsisli süper lüks tripleks villanın masraflarını daha da ağır bularak, ona da taşınmadım ve hiç kullanmadım. Öğretmenevleri’nde adıma tahsis edilen, döşeli dayalı süit daire ve odaları, masraflarından kaçınarak, hiç kullanmadım. Emrime tahsis edilen biri Mercedes, diğeri yerli Renault marka iki makam otomobilinden, yakıt sarfiyatı az olduğu için hep yerli aracı kullandım. Mercedes’e, hiç binmedim. Bütün bunların masrafları devlet tarafından karşılandığı halde, devletin parasını kendi keyfim için harcamayı kabul etmedim. Ve, kendi imkanlarımla yetindim. Kimi ödenekleri de, kullanmayıp geri gönderdim. O yıllarda, bugünün iktidar sahiplerinin devletin imkanlarını sonuna kadar kullanacaklarını, lüks içinde yaşayıp, parasını su gibi harcayacaklarını aklımın ucundan bile geçiremezdim. Görevimi, son derece “dürüst” ve İstanbul halkına karşı tam bir “tarafsızlık içinde” ve üstün bir başarıyla yerine getirdim. Bunun üzerine, 1994 yılının sonunda, “Türkiye’de Yılın Bürokratı” seçildim. Seçildim, ama bütün bunları yaparken, sanki günah işledim. DEVLETİ KORUMA UĞRUNA, “DON KİŞOT” OLDUM ! Değirmenlerle savaşmak isteyen Don Kişot’un akıbetini, daha İlkokul sıralarındayken öğrenmiştim. Ancak, bu bilginin bana faydası olmadı. Bir değil, iki kere dürüstlüğümün kurbanı oldum. Zaman, bir çok bilinmeyeni bilinir hale getirdiği için, ortalıkta bu kadar yolsuzluğun, bu kadar rezilliğin dolaştığını görünce, uğradığım haksızlığın ve zulmün artık bilinmesini istedim. Filvaki, benim yaptığım tam bir “Don Kişotluk” tu ve şöyle oldu. Önce, Yenibosna’daki bir arsayı, kimi güçlere vermediğim için, hedefe kondum. Yenibosna’nın, Camialtı mevkiindeki bu 30 dönümlük arsa, hazine malıydı ve İmar Planı’nda Okul yeri olarak ayrılmıştı. Arsa, paha biçilemeyecek kadar kıymetliydi. Bu arsaya, çevrede olmayan bir Ticaret Lisesi yapmayı düşünmüştüm. Lakin o güçler, arsayı üzerine konut yapmak için benden istediler. Önce, daha üst kişi ve makamlara gittiler. Ancak, kanun yetkiyi Milli Eğitim Müdürü’ne vermişti. Ben de, bütün menfaat tekliflerine, daha sonra da tehditlere rağmen, arsayı vermedim. Kimi dostlarım, “Bu yaptığın, tam bir Don Kişot’luk” dediler. Haklıydılar, bu şekilde davranarak öyle büyük düşman sahibi oldum ki, derecesi bende kalsın. İKİNCİ “DON KİŞOT” LUĞUM, DAHA DA İLGİNÇ ! Emlakbank-TOKİ işbirliğiyle Ataköy 7-8’nci Kısım’a büyük bir okul binası yapıldı. Koalisyon hükümetinin SHP kanadı, bu okula eski Milli Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in adının verilmesini istedi ve sözleşmeye de yazdırdı. Bina, geniş bir bahçe içinde, planlı, tam donanımlı, lüks ve büyük bir okul binasıydı. İnşaat bittikten sonra, Banka ve TOKİ, binayı bana teslim etti. İşte, ne olduysa ondan sonra oldu. Kimi Özel Okul, Özel Dershane ve sermaye sahipleri, bu okulu Özel Okul yapmak için benden istediler. Başvurdukları Emlakbank ve TOKİ, “Binayı biz, Milli Eğitim’e teslim ettik. Yetki, tamamen Milli Eğitim Müdürü’nde.” deyince, çevremi iyice kuşattılar. Bu durumu öğrenen Ataköy’lüler de peşime düştüler. Ataköy’lüler, okulun parasız/devlet okulu olmasını, adının da değiştirilmesini istiyorlardı. Değerli okuyucularım; binayı Özel Okul yapmak isteyenlerin teklifleri, dudak uçuklatıyordu. Gizli teklifler, adeta “açık artırma” gibiydi. Hepsini, elimin tersiyle ittim. Okulu, hiç kimseye vermedim. Adını da, “Ataköy Cumhuriyet Lisesi” olarak değiştirdim. (Ataköy’lüler bu tavrımı, büyük bir metal levha üzerine yazdırarak, şahsıma bir şükran ifadesi olarak okulun girişine astılar.) Ne var ki, binayı alamayanların bütün menfaat teklifleri, birden öfke ve düşmanlığa dönüştü. VE, HAKKIMDA KUSUR ARAMAYA BAŞLADILAR ! 35 yıllık memuriyetim sırasında, hiçbir görev kusurum olmadığı gibi, üstlerimin hep yazılı ve sözlü takdirlerine mazhar olmuştum. İdari ve adli hiçbir takibata uğramadım ve en küçük bir ceza almadım. Karakola ya da mahkemeye, tanık olarak bile gitmedim. Bunu öğrenen çıkarcı hasımlarım, sonu 0 ve 5’le biten yıllarda memurların verdiği Mal Bildirimi’ne muhalefet ettiğim, yani mal bildiriminde bulunmadığım ya da eksik bildirimde bulunduğum iddiasıyla, yalan haberleriyle ünlenen megaloman bir gazeteyi üstüme saldırttılar. Gazete, hakkımda tam 41 defa yalan haber yaptı. Ben de, bu paçavrayı dava ederek, önce haberlerin asılsız olduğuna dair “Tekzip Kararı” aldım. Daha sonra da, “Tazminat” ödemeye mahkum ettirdim. Bunun üzerine, daha çok üstüme geldiler ve hakkımda tahkikat açtırdılar. İki Müfettiş, iki defa köyüme (Küçükyoncalı’ya) ve Saray’a gelerek, tapu kayıtlarını incelediler. Babamın, 80 sene önce edindiği iki parça tarlanın hesabını bana sordular. İki Müfettiş de Ordu’ya giderek, babasının 100 sene önce edindiği iki parça Fındık Bahçesi’nin hesabını da Kayınvalide’me sordular. Yetmedi, kızımı evlendirirken çeyiz parası olarak harcadığımı söylediğim 500 milyon liranın da (sıfırları atılınca şimdi 500 lira oldu) hesabını bana sordular. Amaçları, beni suçlamaktı, ama olmadı. Hakkımda 14 sayfalık bir rapor düzenleyen Müfettişler, “suçlayıcı tek bir delil bulamadılar ve rapora koyamadılar.” Raporu inceleyen C.Savcısı, “Takipsizlik Kararı” vermek üzereyken, tanımadığım bir müfteri bulup, bu defa doğrudan Savcı’ya gönderdiler ve beni mahkemeye verdirdiler. Müfteri’nin yalanını belgelerle kanıtlayarak, “Beraat” ettim. Bu durumdan hoşnut olmayan megaloman yalancı gazete, yargının üzerine o kadar gitti ki, bana “Mal bildiriminde bulunmamak, eksik bildirimde bulunmak...” suçlamasıyla, 10 ay hapis yatmamı gerektiren bir ceza verdirdiler. Takipçiler, 72 günlük yargılama ile verdirdikleri bu cezayı, 70 günde Yargıtay’a onaylatınca, iyice şaşırdık. Şaşılacak başka bir şey daha oldu. Mahkemenin Hakimi, “Çok baskı altındaydık. Cezayı vermek zorunda kaldık.” diyerek, Avukatımla beraber yüzümüze karşı açık itirafta bulundu. İlginçtir, adaleti tecelli ettiremeyen Hakim bize bunları söylerken, başka bir salonda oğlu cinayetten yargılanan emekli bir Hakim de kürsüdeki meslektaşına; “Sayın Başkanım, adaletinize sığınıyorum” diyerek, oğlunu kurtarmaya çalışıyordu. Şu adalete ve adaleti dağıtanlara bakınız. Cezanın onandığını duyan Saray C.Savcısı, beni davet etti. “Basından takip ettim, size büyük haksızlık yaptılar.” diyerek, bana Saray Cezaevi’nde özel bir oda verdi. Daha sonra, 4,5 aylık cezası için Tayyip Erdoğan’ı Saray Cezaevi’ne kabul etmeyen bu değerli Savcı, odamın tefrişini sağlayıp, her türlü ihtiyacımı da karşıladı. Burada 5 ay kalıp, bir kitap yazdım. Kalan 5 ay için de, Edirne Açık Cezaevi’nin Müdürü, bir dostumun aracılığıyla davet etti ve Saray’dan Edirne’ye gittim. Edirne C.Savcısı, “Biz, buradaki hakim arkadaşlarla gazeteyi okuyup, sizi gıyabınızda yargıladık ve beraat ettirdik. Artık serbestsin.” dedikten sonra verdiği izinle Edirne’yi ve dilediğim yerleri gezerek süreyi tamamlayıp, bu zulümden böylece kurtuldum. BÜTÜN HUKUKİ HAKLARIMI GERİ ALDIM Değerli okuyucularım, şimdi bana; “Görevinizi, bu kadar dürüst yaptığınıza göre, size neden sahip çıkmadılar?” diye sorabilirsiniz. Ben de, size soruyorum; “Bu memlekette, dürüst insanlara sahip çıkıldığını, hiç gördünüz mü?” Daha sonra açtığım karşı davalarla bütün hukuki haklarımı geri aldım. Sabıka kaydım silindi. Keyfiyet, Resmi Gazete’nin 11 Ağustos 2002 tarihli ve 24843 numaralı sayısında yayınlandı. Ulusal basında da haber yapıldı. Kazandığım karşı davalar, kırılan bir kolun adeta tedavi edilmesiydi. Yani adalet, güçlü birileri istedi diye önce kolunuzu kırıyor, sonra tedavi ediyordu. O nedenle bu adalet haklının değil, güçlünün adaletiydi. *** Bir zamanlar, bir takım güçlere boyun eğen adaletin zulmünü, kendimi örnek göstererek size anlatmaya çalıştım. Aynı adalet, bakın şimdi ne hallere düşürüldü? Nasıl ayaklar altına alındı? Devletin parasını ve malını korumak isterken, bakın başıma neler geldi? Kanun tanımayan iktidar sahipleri, o korumaya çalıştığım malları ve milletin parasını, şimdi bakın nasıl çar-çur ediyor? Hırsızlık, yolsuzluk ve rüşvet çarkı, bakın nasıl işliyor? İslam Dini referans yapılıp, Allah korkusu nasıl ortadan kaldırılıyor? Suçlular, adaletten nasıl kaçırılıyor? Bizse, sanki bunları görmemek için uyuyoruz. Unutmayın, uyandığımız zaman, çok geç olabilir. Değerli gazeteci Necati Doğru, “Türkiye Nereye Savruluyor?” başlıklı yazısında; Türkiye Koreleşir, Türkiye İranlaşır, Türkiye Mısırlaşır ya da “Temiz Bir Türkiye Doğabilir” diyerek, önümüze 4 seçenek sunuyordu. Türkiye Mısırlaşır derken açıkça; “Mısır’daki gibi, bir Ordu darbesi de gelebilir.”diyordu. Rivayet o ki, iktidara geldiğinde benim gibi III.Selim’i hatırlayan bir yakın dostu da, Başbakan’a şöyle demiş ; Layık görüldü sana, bu saltanat ey Tayyip, Çalma günah kapısını, dolanır boynuna İp. |
||
|
||
Etiketler: |
|
Bu modül kullanıcı tarafından yönetilir, ister kod girilir ister iframe ile içerik çekilir. Toplamda kullanıcı 5 modül ekleme hakkına sahiptir, bu modül dahil tüm sağdaki modüller manuel olarak sıralanabilir.