Bu topraklarda, bir Kürt Devleti’nin kurulmasını ilk defa isteyen o. Kurtuluş Savaşı’nı destekleyen ancak, bu savaş sırasında bölücü “Kürt Teali Cemiyeti’ni” kuran da yine o. Mezarının nerede olduğu bilinmiyor ve hep merak ediliyor. İşte, açıklıyorum ! Bir adı da Said-i Kürdi olan Said-i Nursi, bir din adamı, ama “mektepli” değil, “alaylı”. 1877 yılında, Bitlis’in Hizan İlçesi’nin, Nurs Köyü’nde doğmuş. Küçük yaştan itibaren, dönemin din alimlerinden dersler almış. Böylece kendini iyi yetiştirmiş. Daha küçük yaşta, din konusunda adeta bir fetva makamı olmuş. Ömrü boyunca “Bediüzzaman” yani “çağın güzelliği” olarak anılmış. Osmanlı’nın şeriat düzenini beğenmemiş, okullarını din eğitimi için yeterli bulmamış ve bu durumu, çok ileri giderek her vesileyle eleştirmiş. Sultan Abdülhamit’e başvurarak, Van’da bir İlahiyat Üniversitesi açılmasını istemiş. Hareketleri fazla aşırı bulununca, Akıl Hastanesi’ne kapatılmış. Bir yolunu bulup, buradan Selanik’e kaçmış. 1909 yılında yaşanan 31 Mart irtica olayında tekrar İstanbul’a gelip, olaya katılmış. Yakalanıp idamla yargılanmış, ama beraat etmiş.
ATATÜRK VE SAİD-İ NURSİ Samsun’a çıkışından itibaren, Atatürk’ü izlemiş. İlk Meclisin kurulduğu sırada Ankara’ya gelip Atatürk’le anlaşmış. Kurtuluş Savaşı’na destek vereceğini söylemiş, ancak dini konularda kendi görüşlerinden sapmayacağını da söyleyince, Atatürk’le yolları ayrılmış. Bu arada “Kürt Teali Cemiyeti”ni kurarak, bu topraklarda ayrı bir Kürt Devleti kurulması fikrini, ilk defa o ortaya atmıştır. 1925 yılında meydana gelen Şeyh Sait isyanı ile ilintili olduğu anlaşılmasına rağmen Şeyh Sait asılırken, o bu olaydan da kendini sıyırmasını bilmiştir.
SAİDİ NURSİ VE RİSALE-İ NURLARI Said-i Nursi, fikirlerini yalnız vaazlarıyla değil, yazılı belgelerle de ortaya koymuştur. 1926 yılına kadar anlatımları ve yazdıkları onun birinci dönemi, o tarihten ölümüne kadar geçen süre ise, ikinci dönemi olarak anılmıştır. Onun en önemli eseri, ölümünden sonra bir araya getirilen “Risale-i Nur”larıdır. Bir nevi Kur’an-ı Kerim tefsiri gibi algılanan bu yazıları, büyük ilgi görmüş ve günümüzde de başvurulan önemli birer kaynak olmuştur. Said-i Nursi, ikinci döneminde laik devlet düzenine aykırılıkları nedeniyle bir çok defa tutuklanmış ve daha sonra serbest bırakılmıştır. Cezaevinde bile kendine taraftar bulmuş ve çok sayıda öğrenci yetiştirmiştir. Bugün, ikisinin dışında hayatta olmayan öğrencileri onun yolundan hiç ayrılmamışlar, onun izini dikkatle sürmüşlerdir. Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle Başvekil Adnan Menderes’le yakınlık kuran Said-i Nursi, Menderes’ten büyük himaye görmüştür. Her buluşmalarında, Adnan Menderes’e elini öptürmüştür. 1960-80 yılları arasında ülkenin her tarafına yayılan “Nurculuk akımı” yasaklanıp, takip altına alındıysa da, önüne geçilememiştir.
27 MAYIS DARBESİ VE SAİD-İ NURSİ Said-i Nursi, 23 Mart 1960 günü, 83 yaşında iken Urfa’da vefat etmiştir. Urfa’daki Halilür-rahman Camii’nin haziresine gömülen Saidi Nursi’nin Adnan Menderes’e yakınlığı, darbecileri ürkütmüştür. Çünkü, defninden sonra Said-i Nursi’nin mezarının her gün, yurdun muhtelif yerlerinden gelen binlerce kişi tarafından ziyaret edilmesi, dikkat çekmiştir. Darbeyi yapan Milli Birlik Komitesi, cenazenin buradan kaldırılmasına ve bilinmeyen bir yere gömülmesine karar verir. Bu iş için, Kurmay Albay Faruk Güventürk görevlendirilir.
YILLAR SONRA, FARUK GÜVENTÜRK’LE KONUŞUYORUM. Daha sonra General olan Faruk Güventürk, 1970’li yıllarda Korgeneral rütbesiyle, Çorlu’da 5 nci Kolordu Komutanlığı yapar. Dönemin Genelkurmay Başkanı Org. Semih Sancar’la anlaşamayınca, Çorlu’daki görevinden emekli edilir. Paşa, İstanbul’a yerleşir. Güventürk Paşa’nın Erenköy Kız Lisesi’nde Kimya Öğretmeni olan kızı, Okul Müdürü ile takışınca, Paşa şikayet için bir gün bana geldi. Benim Saray’lı olduğumu öğrenince, Paşanın yüzü güldü ve “Ben de sizin komşunuz olan Çorlu’da Kolordu Komutanlığı yaptım.” diyerek söze başladı. Ve, sohbet sürdü. Söz, döndü dolaştı, Said-i Nursi’ye geldi. Güventürk Paşa, “Herkes, Said-i Nursi’nin nerede gömülü olduğunu merak eder. Ama, onun nerede olduğunu çok az kişi bilir. Çünkü, hep gizli tutulmuştur. Ben, size anlatayım.” dedikten sonra, anlatmaya başladı.
VE, PAŞA ANLATIYOR … “Said-i Nursi, darbeden iki ay kadar önce ölmüş ve Urfa’ya gömülmüştü. Kabrini ziyaret etmek için, yurdun her tarafından her gün binlerce kişi geliyordu. Askeri Komite, bundan rahatsız oluyordu. Cesedin oradan kaldırılmasına karar verilince, bu görev bana verildi. Ben, o zaman Kurmay Albay’dım. Bir askeri birlikle Urfa’ya gittim. Gece, el-ayak çekildikten sonra, bir odanın içine gömülü olan zatın mezarını açtık. Kazarken, askerin elindeki küreğin sapı kırıldı. İki buçuk aylık ceset, o gün gömülmüş gibiydi. Kefeni aralatıp, yüzünü açtırdım ve dikkatle yüzüne baktım. Adam, uyuyor gibiydi. Cesette hiç, ama hiçbir bozulma yoktu. Cesedi, getirdiğimiz tabuta koyup, karayolundan Ankara’ya getirdik. Komite, Afyon’a gömülmesine karar vermişti. Cesedi, bu defa uçağa yükleyip gece yola çıktık. Afyon’un üstüne geldiğimizde, telsizle aldığımız haber bizi şaşırttı. Nasıl öğrenmişlerse, Afyon halkı toplanmış bizi bekliyordu. Bunun üzerine, rotayı Isparta’ya çevirdik. Ne var ki, haber oraya da tez ulaşmıştı. Bütün yetki, benim elimdeydi. Pilota, ‘Akdeniz’e açıl’ dedim. Ve, tahmini 10 mil kadar açıldıktan sonra, cesedi uçağın arka kapısından denize bıraktık. Said-i Nursi, artık Akdeniz’in balıklarına emanetti.” Paşayı soluksuz dinlerken, “İşte böyle oldu, Naci Beyefendi” deyince, bir rüyadan uyanmış gibi oldum. Olayı bana, bir “sır” gibi anlatan Güventürk Paşa’nın, yıllar sonra Tarihçi Murat Bardakçı’ya da anlattığını öğrendim. Öyle sanıyorum Paşa bu olayı bana, kızının Müdürü olduğum için, Murat Bardakçı’ya da Tarihçi olduğu için anlatmıştır. Başka hiç kimseye anlattığını sanmıyorum. Ben de, yıllar sonra bunu, Gözlem Gazetesi okuyucularına anlatıyorum. Ve, seveniyle, sevmeyeniyle bir büyük din adamı olarak kabul edilen Said-i Nursi’yi, buradan rahmetle yad ediyorum.
|