|
||
Gücüme Gidiyor Böyle Yaşamak ! | ||
Köşe Yazıları Haberi | ||
Benim derdim, ne Besteci Ziya Taşkent’in, ne de Söz yazarı Seyhan Girginer’in düşündüğü gibi değil. Benim derdim, yaşadığım bu ülkenin, Cumhuriyet Türkiye’sinin giderek çağın dışına sürüklenmesi. Buna tanıklık etmek, buna seyirci kalmak, doğrusu gücüme gidiyor.
İlkokula giderken, en büyük mutluluğu, sabahları topluca “Öğrenci Andı” nı okurken yaşardık. Pazartesi sabahları Bayrak töreninde, diğer günlerse öğretmen ilk derse girdiği zaman, ayağa kalkıp sesimiz çıktığı kadar bağırarak “Türküm, doğruyum, çalışkanım ...” diye coşarken, sıramıza otururken de titrerdik. Türk olmak, doğru ve çalışkan olmak, küçükleri sevip, büyükleri saymanın kendi yasamızın bir hükmü olduğunu haykırmak, ülkemizi ve halkımızı kendimizden daha çok sevdiğimizi söylemek, amacımızın yükselmek ve daima ileri gitmek olduğunu tekrarlamak, hele kendimizi Türk varlığına armağan etmenin gururunu yaşamak, bize öyle büyük mutluluk verirdi ki. Lakin, gün geldi bu heyecan, siyasi kazançlar için hedef yapıldı. Ve, ortadan kaldırılmak istendi. Kürt vatandaşlarımızın oylarına göz diken bir siyasi partinin lideri, “Siz, ‘Türküm, doğruyum’ derseniz, onlar da çıkar ‘Ben de Kürdüm ve daha doğruyum.’ deyiverir.” demişti. Esas bölünme de, işte böyle başlamıştı. Örgütlü bölünme arzuları teröre dönüşünce, işte içinden çıkılmaz bir hal alan bu günlere geldik. SİYASİ İKTİDAR, NE YAPMAK İSTİYOR ? 2001 yılında kurulup, bir yıl sonra tek başına iktidar olan Adalet ve Kalkınma Partisi, önceki liderlerinin izinden hiç ayrılmadı. Onlar da, Türklüğün esas değil de, bir alt kimlik olduğunu söyleyince, bölücüler daha çok azdılar. Bölücüleri hizaya getirmek ve böylece sorun yaptıkları bu konuya çözüm bulmak için denedikleri “açılımlar”sa, hiçbir fayda etmedi. Çünkü, “açılım” dediler, ama bir türlü açılamadılar. Söyledikleri bütün sözler, havada kaldı. Havada kalmayan bir şey varsa, bölücülerin bölünme ve özgür olma arzularıydı. Bu öyle bir özgürlüktü ki, esas devletten ayrılıp, başka bir devlet kurma arzusundan başka bir şey değildi. Ülkeyi idare edenlerin dolandığı bu yol, görünen o ki artık geri dönülemeyecek bir yol haline geldi. İşte görüyorsunuz, hangi çareye başvurulsa, işin içinden çıkılamıyor. “SİZ DIŞARIDAN, BİZ İÇERİDEN ...” Avrupalıların gözünde Osmanlı “hasta adam” haline gelince, Keçecizade Fuat Paşa Avrupa’da bir konferansa katılmıştı. Konferansta, her ülkenin temsilcisi kendi ülkesinin çok güçlü olduğunu sebepleriyle söylerken, Fuat Paşa’nın susacağını sanmışlardı, ama öyle olmamıştı. Kürsüye çıkan Fuat Paşa, “Esas, en güçlü devlet biziz” demiş ve eklemişti. “Baksanıza, siz dışarıdan, biz içeriden ha bire yıkmaya çalıştığımız halde, Osmanlı bir türlü yıkılmıyor.” deyince, herkes şaşırmış ve Paşayı haklı bulmuşlardı. Türkiye’nin, bu gün de çok güçlü bir devlet olduğunu, cümle alem biliyor. Ne var ki, o güçlü Osmanlı da, devleti kötü idare edenlerin kurbanı olmuştu. Ve, üç kıtaya yayılan İmparatorluk, 6 asırlık geçmişine rağmen çöküvermişti. Ya, bir de Atatürk gibi bir lider çıkmasaydı. Bu gün, acaba bu topraklarda ve bu durumda olabilir miydik? KÖTÜ İDARE, YİNE Mİ HORTLADI ? Türk milliyetçiliği, birlik ve bütünlüğümüzün harcı olunca, ülkemiz 75 milyon nüfusu ile bugün dünyanın güçlü devletlerinden biri oldu. Türk halkı, bugünlere kolay gelmedi. Cümle yoksulluğuna ve sıkıntılarına rağmen, yegane güvencesi olan Ordusunu hep güçlü tuttu. Emperyal güçlerin baskılarına ve ülke yönetiminde egemen olma arzularına, asla boyun eğmedi. Ama, bugün durum öyle mi? İktidar ettiğimiz Adalet ve Kalkınma Partisi’nin elimize verdiği “Avrupa Birliği” adlı elma şekerini yalarken, bir çok değerimizi ve gücümüzü, ne yazık ki kaybettik. Bunun sebebinin, kötü idare ve emperyalist güçlerin arzularına boyun eğmek olduğunu artık herkes biliyor. Avrupa Birliği’nin isteği üzerine “Uyum yasaları” adıyla çıkardığımız yasaların hangisinden fayda gördük? Petrol yasası’ndan tutun da, Azınlık Vakıflarına verilen servet niteliğindeki taşınmaz mallara kadar, hangisi bu ülkenin ve halkının yararına oldu? İşin kötü tarafı, iktidara teslim olan ve onun istemediklerini yazmayan ya da yazamayan medya organları da, artık halkı bilgilendirme görevlerini asla yerine getirmiyorlar. “MİLLİ” LİK VASFIMIZ DA YOK OLUYOR ! “Milli Görüş” sloganıyla siyaset yapıp, bugün iktidar olanlar, “Millilik” vasfımızı da yavaş yavaş ortadan kaldırıyorlar. Ve ülkemiz, giderek çağın dışına sürükleniyor. Geçen yıl depremi bahane edip, 29 Ekim’de Cumhuriyet Bayramı’nın kutlanmasına izin vermeyen iktidar, aynı günün gecesi Ankara’nın lüks bir otelinde bir Bakanın düğününe tam kadro katılıp, eğlenmekten geri kalmamıştı. Düğünü şenlendiren iki tanınmış türkücünün, o gece oteldeki fuhuş rezaleti ise, düğüne ayrı bir renk katmıştı. Milli Eğitim Bakanlığı aldığı yeni kararlarla, “Atatürk İlke ve İnkılapları”nı okul kitaplarından çıkarırken, “Atatürk’ün Gençliğe Hitabesi” ni duvarlardan kaldırmak istemesi, yeni bir tartışma konusu yarattı. Peşinden de, “19 Mayıs Atatürk’ü Anma, Gençlik ve Spor Bayramı”nın, yurt genelinde kutlanması ortadan kaldırıldı. Şimdi ise bu bayram, mahkeme kararı ile kutlanacak. İçine düştüğümüz duruma bakın. Bakalım, bundan sonra daha neler olacak? YENİ EĞİTİM SİSTEMİNE KARŞI DEĞİLİM Değerli okurlarım, siyasi iktidarın yasalaştırdığı yeni eğitim sistemine (İmam Hatip Liselerinin orta bölümlerinin açılması isteğine rağmen) katiyen karşı değilim. Üstelik, daha önceki bir yazımda, buna destek verdiğimi de belirtmiştim. Milli Eğitim Bakanları Avni Akyol ile Köksal Toptan’ın açmaya cesaret edemedikleri İstanbul Sultanbeyli ve Ümraniye İmam Hatip Liseleri ’ni ben açtım. O zaman, İstanbul Belediye Başkanı olan Başbakanı da davet edip, bir nutuk çektirerek bunu yaptım. Bilgi, her yaşta öğrenilir, ama “din ve dil” küçük yaşta öğrenilir. Bu durum, dünyanın her tarafında böyledir. O sebeple, İmam Hatip Liselerini çok yakından tanıyan ve bu okullarda görev yapmış bir kişi olarak, orta bölümlerinin yeniden açılmaları çok doğrudur. Zorunlu eğitimin “kesintili” yapılmasının da, yine o sebeple hiçbir sakıncası yoktur. Başta Avrupa ülkeleri olmak üzere, dünyanın hemen her tarafında din eğitimi, devletin desteği altındadır. Bizdeki sıkıntı, iktidarın bu okulları siyasi malzeme yapmak istemesi ve o sebeple “arka bahçesi” olarak görmesinden başka bir şey değildir. Bu okullar, halkımız için gereklidir ve hiç kimsenin arka bahçesi filan değildir. Bir ülkede “dindar toplum” yaratmaksa, iktidarın görevi değildir. “Laik” devlet yapısına rağmen, halkımız zaten “dindar” dır. Gezdim ve gördüm. İslam ülkeleri içinde, bizim kadar dinine bağlı ve dinimizin yükümlülüklerini, icabına uygun biçimde yerine getirenleri görmedim. Ben de, iyi bir Müslüman olmaya çalışıyorum. Tanıyanlar biliyor, dinimin gereklerini yerine getirmek için, özenle uğraşıyorum. Ama, yüce dinimizin dünyevi çıkarlar için kullanılmasını, katiyen kabul etmiyorum. NE OLACAK BU İŞİN SONU ? Ülkemiz şu anda, bölünmenin tehdidi altında. Bölücüler, isteklerinden bir adım geri atmıyorlar. Ortaya hiçbir çözüm getiremeyen hükümetin, sorunu “oyalama” isteği, acaba daha ne kadar sürecek ve sonu ne olacak? Dost ve müttefik bildiğimiz güçler, ne zaman samimi olacaklar ve bu sorunu, başımızdan ne zaman defedecekler? Başta, “Suriye sorunu” olmak üzere, dış siyasette de artık sözümüz geçmiyor. “İkili oynamak”, dış dünyada bize olan güveni ortadan kaldırdı. Arap ülkeleri bile, bize artık eskisi gibi güvenmiyor. Halkımızın geçim sıkıntısı, giderek artıyor. Hükümet, kaşıkla verdiklerini, kepçeyle geri almaya başladı. Ülkemizin ve halkımızın bütün bu dertlerini, ulusal yayın yapan basın-yayın organlarının yazıp söylemesi gerekirken, onlarda “tık” yok! İktidar “yalakalığı” diz boyu olunca, onların tuzu hep kuru. Benim bu köşeden söylemeye çalıştıklarım, “sivrisineğin vızlaması” gibi algılansa da, doğrusu “gücüme gidiyor böyle yaşamak !” *** Sağlık Bakanı’na Teşekkür Ediyoruz, Ama ... Geçen hafta Çerkezköy’ü ziyaret eden Sağlık Bakanı’mız, Saray’a yeni bir Devlet Hastanesi yapılacağını söylemiş. Kendisine, teşekkür ediyoruz. Ama, bizim hastanemiz var. Uzun yıllardan beri, gerekli uzman hekimimiz yok. Bize, hastaneden önce “uzman hekim” göndersin. İkinci bir arzumuz ise, Özel hastane gibi hizmet veren ve halkımızı memnun eden Çerkezköy Devlet Hastanesi’nde görevli olup, hastaları aşağılayan, horlayan ve istediğine bakıp, istediğine bakmayan Göğüs Hastalıkları Uzmanı Dr. Canan N. den, bu halkı kurtarsın. |
||
|
||
Etiketler: |
|
Bu modül kullanıcı tarafından yönetilir, ister kod girilir ister iframe ile içerik çekilir. Toplamda kullanıcı 5 modül ekleme hakkına sahiptir, bu modül dahil tüm sağdaki modüller manuel olarak sıralanabilir.