Sabahın erken saatleri, huzurluyum. Derin bir sessizlikte yürüyorum Saray’ın caddelerini, sokaklarını. Sonsuza kadar böyle dolaşabilirim. Birden tüm huzurum kaçıyor, allak bullak oluyorum. Sağım solum park edilmiş arabalarla, öylesine atılmış çöpler, inşaat atıklarıyla doluyor sanki. Allah! Allah! Düş görmenin zamanı mı şimdi? Büyük kentler bu nedenle darmadağınık değil mi? Bir taraftan banka kredileri ve reklamlarla tüketime yönlendirilen insanlar, bir yandan da arabalarını koyacak yer bulamamalarının kabusu. Yayaları boş ver gitsin… Saray’da yapımı hızla süren inşaatları düşündükçe ve bu binaların yarısında oturanların araba edinmeleri de varsayılarak yaşanacak kabus gittikçe büyüyor gözümde. Zaten farkındaysanız yürümekten korkan bir topluma dönüştük. Gidilecek yüz metreye bile arabasıyla gidenler çoğaldı. Giden araba bir yerde duracak elbet. Ama nerede, boş bulduğu yerde mi? İnsanca yaşamı tesbit etmeyenler bu tür çıkmazların içinde boğulmak zorundadırlar. Sayısız örnekler yaşanıyor günümüzde. Zamanda Saray’da otoparkçılar da türer, otoparkçılar arasında kanlı kavgalarda. Olay büyümeden tedbirler alınmalı. Sonra Saray’ı hiç kimse kurtaramaz. Sırayla yeşil alanlar yiter, trafik keşmekeşi başlar ve kazalar…kazalar… Bir çeşit çevre kirliliği olan bu vurdumduymazlık bir yandan da çeşitli atıklarla ortalığı cehenneme çeviriyor ve daha da çevirecek. Tam bu nokta da bir konuya daha değinmeliyim. Pankartlar ve afişlemeler. Bu eylemler için izin alınıyor ve belediyenin yetkili olduğu yerlerde doğal olarak bir ücrette ödeniyor. Ama görüyorum ki, afişin içerdiği gün geçiyor ve afişler yerinde duruyor. Eğer sözleşmede afişi yapıştıranlar sökecekse söksünler, yok belediye bu işi çözecekse, günü geçen afişin, pankartın belediyece kaldırılması gerekir. Ayrıca korsan afişler de söz konusu. Yine dönelim araç parkına ve atıklara. Apartmanda ve lüks konutlarda oturmak marifet değildir. Önemli olan o kültürü içselleştirip öyle yaşamaktır. Bir bakıyorsunuz bir apartmanın balkonundan bir çöp poşeti yolun ortasına atılıyor ya da bir kova kirli su sokağa boca ediliyor. Yaşamak doğup ölmek arasındaki süreç değildir salt. Yaşamak ortak paydası bulunan bir kültür meselesidir. Bu kültürün halka anlatılması da okullardan başlayarak, konferanslarla, çeşitli yaptırımlarla olasıdır. Bunu öğrenenler ve yaşamlarına uygulayanlar daha güzel bir yaşamın nasıl olduğunu göreceklerdir. Burada elbette kimi yasalar uygulanacaktır ama UYGULANACAKTIR. ‘Bir defayla ne olacak?’ Diyemeyiz, dememeliyiz. Saray’a hem toprak satışları, hem konut yapımı ve hem de kentsel yaşamın algılanmaması nedeniyle çok fazla ömür biçemiyorum. Çok yakında büyük kentlerin keşmekeşine düşerse kimse şaşırmasın. Bir dost olarak diyorum ki, kent konseyiyle ve başka araçlarla bu işlerin çözümü aransın ve gerekli yaptırımlar uygulansın. İnsanın aklı var, gözü var ve herkese gerekli olacak bir estetik var. Atalarımızın dediği gibi ‘nasıl bırakırsan öyle bulursun’. Kötü bir kent bırakarak ya da çevremizi kirleterek çocuklarımıza, torunlarımıza nasıl güzel bir dünya bırakırız sonra? İyi, güzel insanların iyi ve güzel yaşamaları haklarıdır ama bu haklarını ancak emek vererek ve toplumsal yaşama bilincine ulaşarak gerçekleştirebilirler.
Saray, 30 Nisan 2012. |