301 Moved Permanently

Moved Permanently

The document has moved here.

Haber Detayı
20 Nisan 2012 - Cuma 09:40 Bu haber 1320 kez okundu
 
Adalet Bu Adaletin Neresinde ?
Köşe Yazıları Haberi


        “Bana, kızıma aldığım 500 liralık çeyizin parasını soran bu adalet, Yardım Derneği kurup halkı 45 milyon Euro (106 milyon lira) dolandıranları aklamaya çalışıyordu.
       Bunu hem de, adı “Adalet”le başlayan bir partinin iktidarı döneminde yapıyordu.
   
           Çok iyi hatırlıyorum. Son 15-20 yıl öncesine kadar, Türkiye’de yargıya ait hiçbir konu, hemen hiçbir yerde tartışılmıyordu. Çünkü yargı, gelmiş geçmiş bütün Anayasalarımıza göre bağımsızdı. Hakimler, hukuka, kanunlara ve vicdani kanaatlerine göre karar verirlerdi. Hiçbir makamdan ve hiç kimseden emir ve talimat almazlardı. Üstelik, yargılama aşamasındaki bir konu hakkında, öyle ulu orta konuşulmaz ve yorum bile yapılamazdı.
         Devir, birden değişti. Turgut Özal’ın iktidarı döneminde “kişiye özel” kanunlar çıkarılmaya başlandığında, işler tersine döndü. Çıkarılan kanunlarla beraber, bu kanunlara göre kurulan hükümler, peşinden de “Adaletin adaleti”, daha doğrusu “adaletsizliği”  konuşulmaya başlandı.
          90’lı yıllara gelindiğinde, mahkemelerde hakim ve savcıların tutumlarıyla, yargı kararları önce gazetelerde yazılıp, daha sonra televizyonlarda, tartışılmaya başlandı.
          O kadar ki, vatandaşların yargıya olan güveni gün geçtikçe zayıfladı. Mahkeme kapısında haksızlığa uğradığına inananlar, bir bir Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurmaya başladılar.  Bu sayı, giderek arttı.
        Ve kısa süre sonra, başvurular rekor sayıya ulaştı. Türkiye, bu mahkemede en çok mahkum edilen ülke durumuna düştü.
                      HAKLI’NIN DEĞİL, GÜÇLÜ’NÜN ADALETİ
        Türk yargısının verdiği kararlarla, Türkiye’de birden bire “haklı’nın” değil de, “güçlü’nün adaleti” ortaya çıkıverdi.
        Türk adaletinde bu olaylar yaşanırken, ben henüz herhangi bir mahkemeye çıkıp, tanıklık bile yapmamıştım. Ama, çok iyi bildiğim bir  şey vardı. Eğer bir gün haksızlığa uğrarsam mahkemeye gidip, hakkımı mutlaka alırım diye düşünüyordum. Bu düşünceyle, her yerde korkusuzca dolaşabiliyordum.
       Ama, durumun öyle olmadığını, yanlış düşündüğümü çünkü, bu memlekette artık haklı olmak yerine güçlü olmak gerektiğini, bilhassa yargının kapısında bunun böyle olduğunu bilmediğimi, itiraf edeyim ki bu konunun cahili olduğumu sonradan anladım.
     “SEN MİSİN,  BU GAZETENİN İSTEKLERİNE ENGEL KOYAN ?”
        Okuyucularımın hatırlayacağı üzere, yeri geldiğinde bu sütunlarda hep yazmıştım. Şimdi, yine  yazıyorum. Neden, tekrarladığıma  gelince, daha önce de anlattım, şimdi yine anlatayım.
         Yargının tartışılmaya başlandığı o dönemde, İstanbul Milli Eğitim Müdürü’ydüm. “Hürriyet Büyük Gazete” sloganıyla tanıtımlar yapan bu megaloman gazetenin, benden kimi istekleri vardı.
         Yayın gücünü kullanıp, devletin kapısında her istediğini alan bu gazete istediğini benden alamayınca, aleyhime bir karalama kampanyası başlattı.
         Açtırdığı soruşturmayı yürüten Müfettişler hakkımda hiçbir kusur bulamayınca, gazete bu defa “iftira” ederek, beni mahkemeye verdirdi. Suçuma gelince, şimdi hiç, ama hiç kimseye uygulanmayan “Mal Bildirimi Kanunu’na muhalefet etmek” Yani, mal bildiriminde bulunmamak, eksik bildirimde bulunmak böylece mal gizlemek ve mal kaçırmak.
          Devletin tapusunda olan bir mal nasıl kaçırılıyorsa, işte onu yapmak. Oysa, hepsi yalandı!
          Gazete, bana ceza verdirebilmek için, aleyhimde tam 41 defa haber yaptı ve amacına ulaştı.
         Ağır baskı altında kalan hakim, sonunda gerçeği itiraf etti. Ve, gazetenin baskısıyla hakkımda hüküm kurduklarını,Avukatımın önünde,hem de yüzümüze karşı söyledi.
         Şimdi, lafı daha fazla uzatmadan söylemeliyim ki, Türkiye’de adalet, artık güçlülerin elindeydi. Yargının kapısında haklı olmanın, hiçbir anlamı yoktu.
                        BU DURUM,  BÖYLE  DEVAM  EDİP GİDİYOR
         Ben, İstanbul Milli Eğitim Müdürü’yken, Recep Tayyip Erdoğan da İstanbul Belediye Başkanıydı.
        Benim peşimden, o da yargıya düştü ve ceza aldı. Onun ceza almasında da, basın yayın organlarının büyük etkisi, hatta baskısı oldu.
     Adı, “Adalet” le başlayan partisi iktidar olup, hükümeti tek başına kurduktan sonra Erdoğan’ın, yargı üzerindeki güçlerin etkisini ortadan kaldıracağını, bir yargı mağduru olarak ülkede “haklının adaletini” hakim kılacağını, daha açık bir anlatımla hiçbir gücün etkisi altında kalmayan “bağımsız bir yargı” oluşturacaklarını sanmıştım.
       Ne yazık ki öyle olmadı, üstelik tam tersi ve daha beteri oldu.
       Bilindiği gibi, devam eden iktidarlarında önce Anayasa Mahkemesi’yle Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısını değiştirdiler. Yargının tepesindeki bu iki kuruluşta kadrolaştıktan sonra yargıda bütün köşe başlarını tutarak, yargıyı tümüyle ellerine geçirdiler.
        Bütün yargı organlarında artık istedikleri kararları alan, isteklerine karşı çıkanları görevlerinden derhal uzaklaştıran iktidar böylece, bu memleketteki adaleti, “Adalet, bunun neresinde?”  noktasına getirdi.
        Vatandaş olarak herhangi haksızlıktan değil, adaletin haksızlığından korkar hale geldik.
                          EVET,  ADALET  BUNUN  NERESİNDE ?
    Bildiğiniz gibi, 1990’lı yıllarda “Deniz Feneri” adıyla bir Yardım Derneği (!) ortaya çıktı. Bir televizyon kanalının sahibi de derneğin kurucuları arasında olunca, yaptıkları tanıtıma inanan vatandaşlarımız, bu derneğe adeta para yağdırdılar.
        Onlar da bu bolluğu görünce, Almanya’da da bir şube açıp, oradaki vatandaşlarımızdan da bolca para topladılar. Televizyonlarında yayınladıkları göstermelik yardımlarla halkı kandırıp, topladıkları 45 milyon Euro’yu, ceplerine attılar. Bu paraların bir kısmını televizyona sermaye yaparken, bir kısmıyla da kos-koca bir gemi satın aldıkları yazıldı, söylendi.
        Türk makamlarından himaye gören bu derneğin Almanya’da foyası meydana çıkınca, oradaki sorumluları yakalanıp, Alman makamlarınca yargılanıp, cezalandırıldılar.
        Alman adaleti  daha sonra, “Esas suçlular Türkiye’de” deyip, dosyaları Türkiye’ye gönderdi.
       Hükümetin baskılamasına rağmen, olay ayyuka çıktı. Çıktı, ama Türkiye’de bulunan esas suçlular, bir türlü tutuklanmadı. Baskı giderek artınca, tutuklamak zorunda kaldılar.
        Üç C.Savcısı, bu dolandırıcılar hakkında iddianame hazırlarken delilleri ortaya koyup suçlama cihetine gidince, derhal görevlerinden alındılar. Alınmakla kalmayıp, haklarında soruşturma ve dava açıldı.
        Dolandırıcılar ise, üç ay tutuklu kaldıktan sonra serbest bırakıldılar.
        Üç Savcının yerine atananlar ise, “örgütlü” işlenen bu suç için “Örgüt yoktur, inancı kötüye kullanma vardır.” deyip, dolandırıcıları kurtarma yoluna gittiler.
     Türk halkı olarak biz de, bu oyunu film seyreder gibi seyrettik ve seyretmeye devam ediyoruz.
        Şimdi, herkesin şunu anlaması için soruyorum. Kızımı evlendirirken çeyizine ve arabasına verdiğimi beyan ettiğim 500 milyon lirayı (sıfırları atılınca şimdi 500 lira oldu), sırf bana ceza verebilmek için haksız kazanç sayan Türk yargısı, halkı dolandırıp 45 milyon Euro (106 milyon lira/ önceki birimle 106 trilyon lirayı) çarpan bu dolandırıcıları acaba neden cezasız bırakıyordu?_Ya da neden aklamaya çalışıyordu?
       Halkı dolandırdıkları, 308 klasör dolusu belge ile sabit olan bu kişileri, iktidar acaba neden koruyordu?
       Görevden alınıp takibata uğrayan üç Savcının yerine atanan yeni Savcılar, bu kişileri acaba neden aklamaya çalıyorlardı? Vicdanları, buna nasıl izin veriyordu? Bu savcılar, bir gün gelip de bunun hesabının kendilerine sorulabileceğini, acaba neden düşünemiyorlardı?
       Sorulabilecek, daha pek çok soru var. Ancak, benim anlatmak istediğimi, anlamak isteyenlerin çok iyi anladıklarını biliyorum.
       Değerli okuyucularım, dualarım, hepimiz içindir.
     “Allah cümlemizi, bu adaletin adaletinden korusun!” Amin …
Açıklama : Geçen hafta yayınlanan “Kenan Evren” hakkındaki yazıma internet’te yorum gönderen Osman Filya adlı okuyucum, amacımı Kenan Evren’i övmek sanıp, alınganlık göstermiş.
      Ben o yazıyı, Kenan Evren’i övmek için değil, ülkemizin 12 Eylül 1980 öncesindeki  halini, o günleri yaşamamış olanlara anlatmak için yazdım.
      Yazıda, faşizm gibi bir ideolojik saplantım yoktur. 12 Eylül öncesinde yaşanan bütün acı olayları, büyük bir üzüntüyle yad ediyorum. O dönemde yapılan haksızlıkları ise, darbeyi yapanların değil, kraldan kralcıların yaptıklarını ifade ettim ve ediyorum.
       Bu acıların bir daha yaşanmaması için, tedbir alan ve destek veren herkesin yanındayım. Ne dediğimi de, herkesin doğru anlamasını istiyorum.
       Yoksa, “Beni bir tek Osman Filya anladı, ama o da yanlış anladı.” demek istemiyorum.  
Kaynak: (İHA) - İhlas Haber Ajansı Editör:
 
Etiketler:
Yorumlar
Saray Gözlem Gazetesi
Ulusal Gazeteler
Alıntı Yazarlar
Tekirdağ

Güncelleme: 25.11.2024
Bugün
5 - 9
Salı
7 - 10
Çarşamba
6 - 10
Tekirdağ

Güncelleme: 24.11.2024
İmsak
06:31
Sabah
08:01
Öğle
13:02
İkindi
15:30
Akşam
17:52
Yatsı
19:17
Süper Lig
Takımlar
P
Av
M
B
G
O
1
Galatasaray
34
33
0
1
11
12
2
Fenerbahçe
29
33
1
2
9
12
3
Samsunspor
26
25
3
2
8
13
4
Beşiktaş
24
21
2
3
7
12
5
Eyüpspor
22
19
3
4
6
13
6
Göztepe
18
20
4
3
5
12
7
Sivasspor
18
17
5
3
5
13
8
Başakşehir
16
17
4
4
4
12
9
Rizespor
16
12
6
1
5
12
10
Gaziantep FK
15
18
5
3
4
12
11
Kasımpasa
15
16
4
6
3
13
12
Konyaspor
15
15
6
3
4
13
13
Antalyaspor
14
15
6
2
4
12
14
Kayserispor
12
13
4
6
2
12
15
Trabzonspor
12
12
3
6
2
11
16
Alanyaspor
11
10
5
5
2
12
17
Bodrumspor
11
10
8
2
3
13
18
Hatayspor
7
11
7
4
1
12
19
A.Demirspor
2
9
9
2
0
11
Nöbetçi Eczane


Nöbetçi eczanlerle ilgili detaylı bilgi için lütfen tıklayın.

Arşiv Arama
Modül 1

Bu modül kullanıcı tarafından yönetilir, ister kod girilir ister iframe ile içerik çekilir. Toplamda kullanıcı 5 modül ekleme hakkına sahiptir, bu modül dahil tüm sağdaki modüller manuel olarak sıralanabilir.

Haber Yazılımı