Doğrudan, gerçekten rahatsız olan insanların çoğalması tehlike boyutunu da aştı artık. Bir başka açıdan da, doğru ve gerçek ‘tu kaka’ oldu son dönemlerde. Tahammülsüzlük, insana has bir yaşamın da reddi demektir. Yalan ve sahte yaşamın tatlı gözüken rüzgârlarına kapılanlar, bu rüyanın yalan ve sahte olduğunu bile bile kendilerini teslim etmişler ve geleceğin ne olacağını da umursamamaktadırlar. Yani, ‘benden sonra tufan’ demektir bu. Daha önce de defalarca yazdığım gibi, bu insanların sevgileri de yalandır, aşkları da. Çünkü kendi çıkarının pembe bulutlarında uçan bu tür insanlar, asla ve asla toplumsal bir kimliğin sahibi olamazlar, olamadıkları gibi de birlikte yaşamanın, yaşamı güzelleştirmenin düşmanıdırlar bilinçli olarak. Çünkü onlar, gelişmişliğin, kafa ilkeli olduklarını bilirler. Çıkarları için her yolu mübah görürler. Oysa ilkel bir yöne aktıkları, çürüdükleri apaçık ortadadır. Kapitalizmin insanı yok edişini, doğayı yok edişini bir türlü göremezler ya da görmemezlikten gelirler. Ormanı talan edenlerin bir ağaç gölgesinde dinlenmeleri nasıl bir zıtlıktır. Asgari geçimin, asgari ücrete denk olup olmadığını bile düşünmezler. Sağlığın, eğitimin parasal kimliği de onları ilgilendirmez, ta ki parasız kalana dek. Yani, kendilerine ne iğne batırılmasını isterler, ne de çuvaldızın boyundan haberdardırlar. Anlayacağınız yaşam, ‘saldım çayıra Mevlam kayıra’ya dönmektedir gittikçe. Yaşamın bu geriye dönüşü, yaşamdan yana olan güçleri de karamsarlığa itmektedir. Ne var ki, doğrunun, gerçeğin ve paylaşımcı bir toplumun başat olabilmesi için de karamsarlık bir köşeye atılmalıdır. Belki günün birinde dünyayı tanımlamaya kalkarsa gelecek kuşaklarımız, ‘iyi ve kötülerin savaştığı yegane gezegendir’ demek zorunda kalacaktırlar. Düşünmeden, analiz etmeden varlıklarını sürdürenlerin, bu dünyaya sürekli zarar verdiklerini anlayamamaları, ne acıdır ki yine insanların suçudur. Çünkü, manevi iyilik kavramıyla, maddesel iyilik arasındaki çelişkiyi/benzerliği bir türlü somutlayamayanlar, birbirinin zıttı olan birçok olguyu çıkarları için, zıtlığı göz ardı ederek kullanmaktadırlar. Yani cıva gibi içine girdiği kabın şeklini almaktan çekinmemektedirler. İnsanları bir arada tutan birçok değer ufaktan ufaktan kaybedilmektedir. Kimse, ölümden öte bir yerin olmadığını düşünmemektedir. Ve öylesine ilginç bir hal almıştır ki insanın durumu, ibadet ettikleri Allah’ı bile kandırdıklarını düşünebilmektedirler. Ve yine gerçek yüzümüze şamarını vurmaktadır:’Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz’. Kefenlerine cep diktirenler, ‘hep bana hep bana’ diyenler, ‘düşene bir tekme daha vuranlar’ çoğaldıkça, insan düşmanı kapitalizm gittikçe palazlandıkça, kendi felaketlerini de hazırladıklarını bilsinler. İçilecek su, solunacak hava, toprağın verdiği binlerce ürün kaybolunca, kirlenince kendilerini kurtarabileceklerini mi sanıyorlar? Kurtaramayacakları kesin, ama bu konuları düşündükleri kesin değil. Doğayı sağır, kör sananlar; onun sessiz duruşuna aldananlar, kimi zamanlar örneğini gördüğümüz tepkilerini unutanlar; öyle bir güne dayanacak ki gün, işte o gün çaresizliklerine bizzat tanık ettirecektir doğa eylemiyle. Ve o tanıklığın dönüşü olmayacaktır hiçbir zaman. Sonuç olarak, doğrudan, gerçekten yana zaman geçirmeden dümenimizi çevirelim derim. Sonra dümen kırılır ve dümen kolunun anlamı kalmaz. Ey insan! Aklını ne zaman kullanacaksın?
Cağaloğlu, 04 Nisan 2012.
|