İster köylü ol, ister esnaf, ya da üniversite mezunu fark etmiyor. Önemli olan aydın olabilmek. Yani düşünmek, soru sorabilmek. Köyünün, kentinin, ülkenin, dünyanın sorunlarına uzak kalmamak, sorumluluk duyabilmek. Herkesin herkes için yapabileceği güzel şeyleri yaşama geçirebilmek duyarlığı. İnsanların elbet örgütlü olunca isteklerini somutlama olanakları var. Yoksa Amerikan rambolarıyla bu işler ancak filimlerde çözülür. Ramboluk insanların işi olmadığından örgütlü toplum olmaları şart. Bu şarttan sonra ortaya çıkan gerçek ise: yine soru sorabilmek, doğruya giden yanıtları bulmak. Günümüze getirirsek düşüncelerimizi, insanların AKP’li, CHP’li, MHP’li ya da başka partili; sosyalist, faşist, dinci olmaları önemli ama önemli değil eğer oralarda kulsalar değişen bir şey olmaz. İçinde bulunduğu örgütlenmenin yanlışlığını görmüyorsa ya da gördüğü halde değişmesi için caba harcamıyorsa örgütlü olması da anlamsızlaşır. Toplumların geri kalmalarının en büyük nedenlerinden biri de örgütlenmeyi bir sığınma aracı gibi görüp, oralarda gizlenerek yaşamalarıdır. Ben bu örgüttenim diyerek, onun yanlışlarını, noksanlarını dile getirmeden ve de savunarak nereye gittiğimiz bunca yıllık deneyimden sonra daha net anlaşılmalıdır. İnsan, her şeyin insana dönük olduğunu kavramadığından ve susarak bir kolaycılığın içe girdiğinden, ‘bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ söylemini içselleştirmiştir. Ve her zaman doğru kabul etmek eğilimine girmiştir. Düşünelim ki, içinde bulunduğumuz örgütün yanlış ve noksanlarını dile getiriyoruz ve düzeltilmesi için caba harcıyoruz. En küçük biriminden genel merkezine doğru bu mücadele verilirse hem demokrasiyi kavramış olacağız hem de lider sultası dediğimiz, ‘dediğim dedik, çaldığım düdük’ zorbalığından kurtulacağız. Böyle bir durumda da, lider olanlar, yönetenler tabanın sesine uymak zorunda kalacaklar ve kendi başlarına at koşturamayacaklardır. Yine bu mantıkla hareket ettiğimizde tüm farklı örgütlenmelerde aynı eylem yaşama geçirildiğini düşündüğümüzde, farklı örgütlenmelerin, birey değil insan paydasında ortak noktalara ulaşacakları da tartışılmaz bir gerçektir. Ülkemizde, özellikle feodal ilişkilerin yaygın olduğu bölgelerde, ailelerin hem iktidar hem de muhalefet partilerin de görev almaları direk bireysel çıkarlarına yönelik olduğundan her iki durumda da çıkarlarını korumuş olmaktadırlar. Bu insana dönük bir davranış değil çıkara bir küçük azınlığa dönük eylem biçimidir. Emeksiz bir kazanç yolu da diyebiliriz. ‘gelen ağam, giden paşam’ mantığı nasıl insani olabilir? İnsani olan insanı düşünmektir, kendini değil. Birey, kendi çıkarlarını toplumsal çıkar içinde görmeğe başladığında ancak insanlaşır. Evet, yine başa dönersek, insanların meslekleri, bitirdiği okulları çok önemli değildir ama insanlık adına aydın olmaları gerçekten çok önemlidir. Bu nedenle soru sormak ve yanıt aramak eylemini alışkanlık haline getirmeliyiz. Soru sormayı beceremeyenler veya istemeyenler korkak bir kimliğe sahip olduklarından hep çıkarları için kullaşmayı yeğlerler. Onlar, kendi çıkarları için her şeyi mübah sayan tiplerdir. Yani ‘bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler’ düşüncesi, toplumsal bir yaşamın düşmanı olmaktan öteye geçemez. İnsanlar arasındaki uzlaşmaz ayrılıklar yaşatıldıkça kimse bu dünyadan güzellik, insanca yaşama gibi bir beklentide de bulunamazlar. Bir şey hak edilecekse emek ister, caba ister ve akıllı bir örgütlenme ister. İlk sorumuz, insan kimdir?Saray, 12 Ocak 2012.
|