Bir manzara resmindeki düzen ve renkler seyredilirken insanı çılgına çevirir. Oysa o manzaranın gerçeği olan düzen ve renk cümbüşü yine seyreden insanlar tarafından ayaklar altında çiğnenir. Ki bu eylem öylesine sıradanlaşır ki, hayran hayran tabloda seyreden insanla onu çiğneyen insan bir anda aynı paydada buluşur. Şaşılacak bir zıtlıktır ama gerçektir. İsterseniz ilçemizi bu bağlamda şöyle bir dolaşalım. Bu dolaşmada tüm pisliklerden arınmış bir ilçe düşünüp öyle hareket edelim. Bir an da birçok yerde yığılmış kalorifer atıkları gözünüze çarpar. Araştırır soruşturursunuz ve bu atıkların belli günlerde dışarı çıkarılması ve de o gün temizlik çalışanları tarafından toplanacağı bilgisine ulaşırsınız. Oysa gün o gün değildir ve atıklar yol kenarlarına atılmıştır. Bir bakarsınız kentin ortasında, yol kenarlarında odun yığınları, hem estetik değildir hem de tehlike arz eder. Yolculuğunuzu sürdürürsünüz. Çöp bidonlarının içinde değil kenarlarında bir ok atık dikkatinizi çeker. Oysa çöp bidonuyla konulan yer arasındaki uzaklık bir karıştır. Modern binaların kültürünü almamışsanız oturmanızın anlamı çok derinlik kazanmaz. Yaşama kültürleri toplumların düzeylerini yansıtan önemli kriterlerden biridir. ‘Aslan yattığı yerden belli olur’ atasözü hiç de yabana atılacak bir söz değildir bu manzaraları gördükten sonra. Yürüyüşümüzü sürdürüp ilçenin dışına doğru ilerleyelim isterseniz. Vize çıkışında ki dere, balıkları, yılanları, kaplumbağalarıyla ve pırıl pırıl akan suyuyla doğanın o ak paklığını vurgularken bir de bakıyorsunuz içinde küçük bir buzdolabı kapağı, kılıfı yırtılmış bir sünger yatak. Ve daha ileri gidiyorsunuz hafriyat atıkları. Şaşırmamak elde değil. Güneşkaya’ya yolunuz düşüyor, derede yine aynı sorunlar. Daha da ötesi belediyenin yaptığı birçok masa ve koyduğu çöp bidonları olmasına rağmen pislik ortalığı götürüyor. Kırılmış şişeler, atılmış boş bira kutuları ve savrulmuş piknik artıkları. Aynı manzarayla Göngörmez köyünü hemen geçince o insanların gelip bidonlarını doldurduğu çeşmenin yanında da görüyorsunuz. Eğlenmeyi hak edenlerin eğlenmesi, piknik yapması elbet en doğal hakları ama be kardeşim atıklarını topla bir poşete koy ya çöp bidonu varsa oraya at ya da bir yere yığın. Yok ille atacaklar ve yine aynı yere pikniğe gidecekler. Bunun analizi hem kolay hem de çok zor. Bu ve buna benzer örnekleri gördüğümde aklıma saçma sapan, sorulmaması gereken ama sorulmasının şart olduğunu düşündüğüm sorular geliyor. O insanlarımıza sorsanız çocuğunu, torununu seviyor musun? Diye. Hemen yanıtlarlar ‘ne demek elbet seviyoruz.’ Peki be kardeşim seviyorsan onların senden sonra yaşayacağı bu dünyayı neden kirletiyorsun? Nasıl bir sevgi bu? Sen doğayı yok etmeye çalış, pisliklerini oraya at ve ondan sonra’çocuğum seni seviyorum, torunum seni seviyorum’ de. Sevgiye bak: dünyalığını yitirmiş bir dünya. Bu yöneten yönetilen ilişkisine de yansıyor elbet. Halk görevlerini yerine getirir ve soru sorar. Görevini yerine getirmeden soru sorarsan adama derler ki, ‘bu ne perhiz, ne lahana turşusu’. Belediyeler, görevlerini yaparken gerekli yaptırımları da yaşama koymalıdırlar. Burada hısım akraba, partili ve başka gerici düşünceler öne çıkamaz. İnsanların birlikte, huzurlu, insanca yaşamaları için yapılan yasalara uymalarından doğal bir davranış olamaz. Yasalar da tüm bu durumlar gözetilerek yapılır. Alt yapı ne kadar mükemmel olursa olsun, ona uygun üst yapıyı oluşturamazsanız, kısaca sözünü ettiğimiz bu çelişkiler her zaman var olacaktır. Bir manzara tablosundaki güzelliği yaşamın gerçeğine taşıdığımız zaman insanlaşmamız iyiye doğru yol alıyor demektir. Atığını attığın yer insan olarak kimliğindir sevgili insan, unutma.Saray, 12 Ocak 2012.
|