İktidarın parlak günleri artık geride kaldı. Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı, artık “Duraklama Dönemi”ne girdi. Bunun arkası “Gerileme” ve “Çöküştür.” Biz, böyle olmalarını istemesek de, onlar öyle istiyor.
Üst üste gelen ekonomik krizlerin korkusuna kapılan Türk halkı, bir umut olarak ortaya çıkan Adalet ve Kalkınma Partisi’ne, kurulduktan bir yıl sonra sarılıp, onu iktidar yaptı. Tayip Erdoğan’ın liderliğindeki parti, bu fırsatı iyi kullandı. “Milli Görüş” ün mirası ile vücut bulmasına rağmen, önce “Milli” olan ne varsa, hepsini attı. ABD, bizim stratejik ve ezeli dostumuz diyerek ona teslim olurken, darbe korkusundan kurtulmak için de, Türk halkına hayal satarak Avrupa Birliği’ne kapılarını sonuna kadar açtı. Ülkemizin coğrafi konumu ve sabıkasız oluşunu da kullanarak, aldığı borç paralarla parti kurucularını ve yandaşlarını zengin ederken, millete de bundan birazcık tattırdı ya da kokusundan koklattı. Üst üste üç seçim kazanan ve son seçimde ise, seçime katılan iki kişiden birinin oyunu alan parti, kazandığı iki seçim döneminde yükselişini tamamlarken, bu son seçimden sonra artık “Duraklama Dönemi”ne girdi. Hatırlanacağı üzere bizim tarihimizde de Cihan İmparatorluğu olan Osmanlı, “Yükselme, Duraklama ve Gerileme Dönemleri”nden sonra “Çöküş Dönemi”ne girmiş ve kısa süren bu dönemin sonunda da tamamen çökmüştür. Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının, sonu hazin biten bu dönemlere özellikle Çöküş Dönemi’ne benzemesini ve bu döneme girmesini katiyen istemem, istemem ama gidişat onu gösteriyor.
ATATÜRK DÜŞMANLIĞI, ARTIK PRİM YAPMIYOR Milli görüşe sırt çeviren parti, iktidar olduktan sonra Atatürk’ü unutturma gayretinden de geri kalmadı. Atatürk’ün kabrine yapılan ziyaretlere “kerhen” katılma ile başlayan bu olumsuz yaklaşım ve soğukluk, Milli Eğitim Bakanlığı’nın son kararı olan “Atatürk ilke ve inkılaplarına bağlı insan yetiştirmek” düşüncesinden vazgeçilmesiyle doruğa ulaştı. Partinin karar organları ve önde gelenleri, Türk halkının belki her şeyden vazgeçebileceğini, ancak bu güzel ülkeyi onlara armağan eden Atasından asla vazgeçmeyeceğini hiç düşünmediler ve düşünmüyorlar. Ve onlar, Atatürk’ün kurtardığı bu toprakların üzerinde kurduğu bağımsız Cumhuriyetin iktidarı olduklarını ve onun nimetlerinden sonuna kadar yararlandıklarını da düşünmediler, düşünmüyorlar.
ÇÖKÜŞE GÖTÜREN DURAKLAMA Bütün iç ve dış desteğe rağmen Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarı, artık “Duraklama Dönemi” ne girmiştir. İktidar, yeni hizmetler üretmek yerine artık, iflasa ramak kalan Bakkal gibi eski defterleri karıştırmakla gün geçiriyor. Başta Başbakan olmak üzere, “Ekonomik kriz bize gelmez ya da teğet geçer.” Diyenler, artık eskisi gibi konuşamıyorlar. Kesinliği belli olmayan darbe planlarını kullanıp askeri sindiren ve nice kıymetli komutanları içeri tıkan iktidarın, terörle yani bölücü örgüt militanlarıyla başa çıkamayacağı endişesi, ne yazık ki halkımıza büyük kaygı veriyor. Bölücü örgüt militanları her gün can almaya devam ediyor. Özellikle doğu bölgemizden her gün asker cenazeleri geliyor. “Şehitlik” aldatmacası, halkımıza artık inandırıcı gelmiyor. “Şehitler ölmez, vatan bölünmez.” Sloganına ise, çocuklar bile gülüyor. Her gün şehit cenazeleri gelirken halk, “Peki, bu ölenler kim? Ya da terörün niyeti vatanı bölmek değil mi?” diye soruyorlar. İşin ilginç yanı, gelen şehit cenazelerinin içinde elit aile çocuklarından ya da iktidar mensubu ve yandaşı çocuklarından hiç kimsenin kimliğine rastlanmıyor. Başbakanın, “PKK silahı bıraksın, biz de harekatı durduralım.” Demesi yani, bölücü örgütle bir pazarlığa girmesi, halkımızı iyice ürkütüyor. Bölücü örgütün siyasi temsilcileri, devletin tahsis ettiği araçlara kurulup ve bu milletin kesesinden her ay 11 bin lira maaşı alıp, Meclisi boykot ediyorlar. Bu kişiler, Mecliste görev yapmak yerine her gün eylemcilerin arasında dolaşıyorlar. Onlara destek veriyorlar. Polise, askere saldırıp, Polise tokat atıyorlar. Buna rağmen, iktidarın gıkı çıkmıyor.
DURAKLAMA, GERİLEME VE ÇÖKÜŞ Türk halkı olarak, iktidarın duraklamasını ve gerilemesini değil, tekrar yükselmesini isteriz. İsteriz ki, bu terör belasından bir an evvel ülkeyi kurtarıp birlik ve bütünlüğü sağlasınlar. Hiç kimsede artık bölünme endişesi kalmasın. Şehit ve Polis cenazeleri artık görülmesin. Hepsinden önemlisi, anlaşmalarına bağlı ancak, güçlü, güvenilir ve kendi kararlarını verebilen tam bağımsız bir ülkenin insanları olalım. Bunlar, çok iyi düşünceler ve temenniler, ama tekrar ediyorum gidişat onu göstermiyor. İktidar ve yandaşları, vurgun, talan, adam kayırma ve kısaca yolsuzluk alışkanlıklarından asla vazgeçmiyorlar. Dikkat ederseniz, bunca talana rağmen CHP’ li kimi Belediyelerden başka yolsuzluktan yargılanan hiç kimse yok. Olmadığı gibi, yolsuzlar özellikle korunuyorlar. Amaç, “Bizim iktidarımızda yolsuzluktan hiç kimse sorgulanmadı, yargılanmadı.” Dedirtmek. Yani, “Bizim iktidarımızda hiçbir yolsuzluk olmadı.” Dedirtebilmek. İktidarın, her kesimdeki saltanatı ise, tüm hızıyla sürüyor. Toplanan vergiler, “Lale Devri”ni anımsatan bir anlayışla harcanıyor, savruluyor. Büyük iş sahibi olan patronlarından arpalanan yayıncılar ve köşe yazarları, iktidarı cilalamaktan öte hiçbir gazetecilik görevi yapmıyorlar. Buna rağmen halk onları hala okuyor ve onlara hala inanıyor. Değerli okurlarım, bu yazımda sizlere bilinmeyenleri değil, tam tersine herkesin bildiği ancak önemsemeyip kaderine razı olduğu durumumuzu hatırlatmak ve anlatmak istedim. Biz, bu semeri taşımaya devam edersek, unutmayalım ki üzerimize daha çok binenler olacaktır. Pazarcılar Kurnaz, Belediye Aymaz ! İlçemizde her hafta Çarşamba günleri kurulan geleneksel Halk Pazarı’nda, esnafın dikkatsiz kişileri nasıl kandırdığına dair vatandaşlarımızdan pek çok şikayet aldım. Esas şikayetse, bu pazarı denetlemeyen Belediye Zabıtası ile Zabıtayı denetlemeyen Belediye Başkanına karşıydı. Bunlardan üç şikayet vardı ki, üçü de birbirinden ilginçti. Birincisi, kimi esnaf sattığı sebze ve meyvelerin etiketine zor görünebilecek ebatta bir “yarım” ibaresi kondurup, fiyatı malın kilo fiyatıymış gibi gösteriyor. Müşteri aldıktan sonra, “O fiyat yarım kilonun fiyatıydı. Bir o kadar daha ver.” Diyordu. Aldatıldığını anlayan vatandaş ya bu durumu kabulleniyor, ya da aldığı ürünü iade ediyordu. Oysa, ticaretin her kesiminde ağırlık birimi “kilogram” yani “bir kilogram” olup, Belediye yetkililerinin bu aldatmacayı görmemesi vatandaşın tepkisini çekiyordu. İkinci şikayetse, elektronik terazilerdendi. Yaygın olan bu terazilerin iki ekranı olup, biri satıcı, diğeri müşteri tarafındadır. Teraziyi müşterinin önüne değil de, sırtını müşteriye dönüp kendi önüne koyan satıcı, sattığı ürünü acaba ne kadar doğru tartıyordu. Vatandaş, işte bunu gözüyle görmek istiyordu, ama göremiyordu. Bu aldatmacasını vatandaştan gizleyen esnaf, acaba Belediyeden de gizleyebilir mi dersiniz? Üçüncü şikayete gelince, o da esnafın iyi ürünü öne çıkarıp, müşteriye kötüsünü vermesiyle ilgiliydi. Esnafın hemen tamamı, eskilerin “mostralık” yani örnek dediği iyi ürünleri seçip öne çıkarıyor ve sanki tüm ürünleri böyleymiş gibi müşterinin gözünü boyuyordu. Esnaf, ürünün öne dizilenlerini görüp de hepsini öyle sanan müşterinin poşetine, arkaya yığdığı pek de iyi olmayan ürünleri dolduruyor ve el çabukluğuyla vatandaşı kandırıyordu. Değerli vatandaşlarım iyi bilsinler ki, bu şikayeti denetlemek ne Belediyenin, ne de bir başkasının işi. Bunun denetimi size ait. Alacağınız ürünün sadece ön yüzüne değil, arka tarafına da bakın. Size iyisi gösterilip, kötüsü satılmak isteniyorsa, sakın almayın. Bunu yapan esnafı da iyi tanıyın. Pazarcıların bu “Kurnazlığına” karşın, Belediyenin “Aymaz” yani ilgisiz, yani gafil olmamasını diliyoruz. |