İş adamlarının tekelindeki medyanın yalaka kalemleri, iktidarın çanağını yalamak için masum insanlara saldırırken, sıranın bir gün kendilerine geleceğini hiç düşünmediler. Benimse, 3 ay sonra yapılacak seçim için başka kaygılarım var.
Medya, yani Basın-Yayın organları, oldum olası hep iş adamlarının elinde yayın yaptılar. Kendi işlerinden başka, medyanın da patronu olan bu kişiler, medyayı doğru habercilik için değil, hep kendi işlerini büyütmek ve daha çok kazanmak için kullandılar. Habercilerle, gazetelerin köşe yazarları da, iktidar yanlısı yazılarıyla hem patronlarını memnun ettiler, hem de ceplerini doldurdular. Özellikle bu iktidar döneminde bu durum, daha bir belirgin hale geldi. AKP’nin yeni iktidar olduğu dönemde iktidarın yanlışlarını her gün dile getiren bu kalemşörler, patronlarının arpası kesilince, kendi tabirleriyle tam bir “dönek” oluverdiler. Oysa, onlara “Kırk katır mı, yoksa kırk satır mı?” yani, “Ölümlerden ölüm beğen.”denmedi.Onlara,”Kovulmak ya da Bol kazanç kapısı” gösterildi. Onlarsa, kovulup doğruları ve düşüncelerini daha az kazanarak başka yayın organlarında yazmak yerine, bol kazancı ve iki yüzlü davranarak yerlerinde kalmayı yeğlediler. Yani, kalemlerini sattılar.
SUSTUKÇA, SIRA SANA GELECEK ! Bu slogan, hiç kimseye yabancı değil. Haksızlığa uğrayanlara destek vermek gerektiğini anlatan bu söz, ”Haksızlıklar, bir gün senin kapını da çalabilir.” demek istiyordu. Nitekim öyle oldu. 61 gazeteci, suçunu bile tam öğrenemeden Cezaevlerini boyladılar. Onlar, 2-3 yıldan beri bu acıyı çekerken, yalaka kalemler hala bunun normal olduğunu yazıyorlar ve her şeyin hukuka uygun olduğunu televizyonlara çıkıp söylüyorlardı. Çünkü, iktidar öyle istiyor, onlar da öyle yazıp söylüyorlardı. Gün geldi, o şekilde yazıp söyleyenler de, ya da hiçbir şekilde suçlanmaması gerekenler de suçlanıp tutuklanınca, hepsinin ayakları yere değdi. Ve bunlar nihayet, “Bu kadarı da fazla, yeter artık!” demeye başladılar. Hiç kimse, yaptığı bir hareketten ötürü kendini kusurlu bulmaz.Yani, “Yoğurdum karadır” diyen olmaz. Bakınız, Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarını sürdürebilmek için, meşruluğuna bakmadan her yola başvuruyor. Ve bunda başarılı oluyor. Seçim startı verildi ve seçimlere şurada 3 ay kaldı. Bu 3 ay içinde iktidar, seçimi tekrar kazanmak için devletin bütün imkanlarını kullanmaya başladı bile.
SEÇMENİN ÇOĞUNLUĞU CAHİL, MUHALEFET ETKİSİZ Türkiye’de ne yazık ki, seçmenin büyük çoğunluğu demokrasinin ve demokratik haklarının bilincinde değil. Oy’unun kıymetini bilmiyor. Çabuk kandırılıyor ve oy’unu bilinçsizce kullanıyor. Son iki haftadan beri sokaktaki vatandaşın bilgisini yoklayan bir TV kanalından izlediklerimiz, beni hem düşündürdü, hem de utandırdı. Hele bir eğitimci olarak, kendimi suçlu bile hissettim. O ne cahillik ve o ne duyarsızlık öyle? Vatandaşımızın hiç biri güncel ya da geçmişe ait sorulan hiçbir soruya doğru cevap veremiyor.Bu ülkeden ve çevresinden, sanki çok uzaklarda yaşıyor. Mesela, 12 Eylül darbesinden haberi yok. Kenan Evren’in adını hiç duymamış. Kocaeli’ni, İstanbul’un bir ilçesi sanıyor. Fatih Sultan Mehmet’i tanımıyor. Geçen yıl, 12 Eylül günü halkoylamasının ne maksatla yapıldığını bilmiyor. “Evet dedim, ama sebebini bilmiyorum” diyor. Hükümetin hiçbir Bakanını tanımıyor. Daha neler, neler!.. Tek bildikleri TV’lerdeki dizi oyuncularının adları ve şarkıcılar, türkücüler. Daha da önemlisi, seçimin ve oyunun önemini bilmiyor. Kimileri açıkça, “Bu kış kim kömür verirse, oyumu ona verim.” Ya da “Büyüklerimiz ne derse, oyumu öyle kullanırım.” diyor. Böylece, kendine verilen bir hakkı, yerin dibine batırıyor. EN AZ İLKÖĞRETİM MEZUNU OLNLAR OY KULLANMALI Demokrasinin içinde oy kullanmak bir haktır, ama doğru ve ülkenin hayrına kullanmak şartıyla bu hak verilmelidir. Görünen o ki, bu memlekette en az İlköğretim okulunu bitirmeyenlere bu hak verilmemelidir. Ve bu karar, en az 15-20 yıl süreyle uygulanmalıdır. Bu suretle demokrasinin bir anlamı olacak ve bu durum ayrıca bilgili eğitimli bir toplumun oluşmasına büyük katkı sağlayacaktır. AKP iktidarının buna yanaşması, asla mümkün değildir. Onlar, işlerine gelmeyen böyle bir teklifi, halkın “Okumuşlar, okumamışlar” gibi sınıflara bölünmesi biçiminde karşılayabilirler. Oysa, okuyanlarla okumayanlar, iş edinmekten tutun da, toplumsal statüye kadar nasıl farklı görülüyorlarsa, seçim sandığında da demokrasinin gereği olarak farklı görülmelidirler. Bir iktidar değişikliğinde ve güçlü bir iktidar döneminde bu pek ala yapılabilir. Hem de bir “Anayasa hükmü” olarak ortaya konabilir. Muhalefete gelince, ülkemizde ne yazık ki bu iktidarın karşısında iktidarı frenleyebilecek güçlü bir muhalefet bulunmuyor. CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun iktidar hakkında söylediği her söz, getirdiği her eleştiri doğrudur. Ancak, söyleme biçimi etkili olamıyor.İktidar, sürekli suni gündem yaratarak, onu polemiğin içine çekiyor ve ülkenin sıkıntılarından uzaklaştırıyor. Kılıçdaroğlu da, bu oltayı yutuyor. MHP liderine gelince, onun muhalefeti ise hiç etkili olamıyor. Devlet Bahçeli, kimi sözleriyle iktidarı adeta destekliyor. Arada bir “Hesap sormazsam namerdim.” sözleri ise, hafif kalıyor ve hiç de inandırıcı gelmiyor. Öte yandan, 12 Eylül halkoylamasında kimi MHP’lilerin “Evet” oy’u kullandığının açıklanması, bu partiyi iktidara karşı güçsüzleştiriyor ve geleceğini olumsuz etkiliyor. Bütün bunlara bakıp, MHP’nin, AKP ile birleşmesi gerektiğini söyleyenler bile var. Bu durumda, CHP’nin daha iyi toparlanması ve daha etkili muhalefet yaparak, iktidara ciddi alternatif olması gerekiyor. Halk bunu görmediği sürece iktidar CHP için “ Hayal”, AKP içinse “Torbada keklik” olur. 3 ay sonra yapılacak genel seçme, tam 27 partinin katılacağı açıklandı. Kimilerinin adını ilk defa duyuyorum. Bunların büyük çoğunluğu, oy pusulasında fuzuli yer işgal ediyor. Başbakanın bir görüşüne tamamen katılıyorum. Bu parçalanma yerine, bir çok Avrupa ülkesinde ve ABD de olduğu gibi iki parti olmalı, bu partiler merkez sağda ve merkez solda halkı örgütleyerek, birbirlerine alternatif olmalıdırlar. Başarısız olan, halkın oylarıyla koltuğunu ötekine devretmelidir.
|