Başta cana kıymak olmak üzere, işlenen iğrenç suçlara karşı ölüm cezasının verilmemesi, suça meyilli olanları iyice azdırıyor. Vatandaşınsa, içi kan ağlıyor. Herkes hükümetin, daha fazla beklemeden idam cezasını geri getirmesini dört gözle bekliyor.
Türkiye’de, Osmanlıdan beri cinayet gibi kimi ağır suçlar için suçluya “idam” yani “ölüm” cezası veriliyor ve bu hüküm mutlaka uygulanıyordu. Ta ki, 1984 yılına kadar. 1984 yılına gelindiğinde, TBMM de onanmayı bekleyen idam cezaları, Meclisin gündemine bir türlü getirilmedi. 87 yıllık Cumhuriyet döneminde, ülkemizde 15’i kadın olmak üzere 712 kişi idam edilmiş. İdamların daha çok İstanbul eski Sultanahmet Cezaevi bahçesi ile Eminönü meydanında, Ankara Ulucanlar Cezaevi’nde ve tarihi Sinop Cezaevi’nde infaz edildiği biliniyor. İdamdan beklenen en önemli sonuç, herkese ve bilhassa suça meyilli olanlara ibret olmasıdır. Genellikle ölüm gibi, insan hayatını sonlandıran ve geri dönüşü olmayan bir suça verilen bu ceza, 1984 den 1999 yılına kadar hiç uygulanmadı. Terörist başı Aptullah Öcalan’ın yakalanıp yargılanmasından sonra, 29 Haziran 1999 tarihli celsede, ona da idam cezası verildi. Verilen karar, aynı yılın Kasım ayının 25’inde, Yargıtay tarafından onandı. Öcalan’ın cezası da, infaz edilmek için Meclise getirilmeyince, üye olmak için çabaladığımız Avrupa Birliği’nin yetkilileri işin içine girdiler ve idam durduruldu. Daha sonra da, Avrupa Birliği uyum yasaları çerçevesinde Anayasa’nın 38nci maddesinde yapılan değişiklikle, idam cezası tamamen kaldırıldı. Bülent Ecevit’in Başbakan ve Devlet Bahçeli’nin Başbakan Yardımcısı olduğu koalisyon hükümeti, bu değişikliği 2002 yılında Türk Ceza Kanunu’na da yansıtarak, ceza böylece tamamen kaldırılmış oldu. Bu değişiklikle, infaz bekleyen ölüm cezaları müebbet hapis cezasına çevrilirken, işlenen ve idamı gerektiren yeni suçlara hep müebbet hapis cezası verilmeye başlandı. İDAM CEZASI’NIN KALDIRILMASI, HİÇ DE İYİ OLMADI Bir insana idam cezasının verilmesini, aslında hiç kimse istemiyor. Ancak, cezanın kaldırılması, suça meyilli olanları iyice azdırdı. Başta çeşitli cinayetler olmak üzere, toplumda çok kötü suçlar işlenmeye başladı ve bunların sayısı giderek arttı. Cana kast eden caniler, sonunda ölüm olmadığını bildikleri için, canlara kıymaya devam ettiler. Ülkemizde bugün gelinen nokta, dehşet vericidir. Adam, üstelik sebepsiz yere ya da gereksiz bahanelerle silahına veya bıçağına sarılıp, istediğini öldürebiliyor. Mesela, geçtiğimiz yıl Mardin’in Mazıdağı/Bilge köyünde 44 kişiyi birden öldürenler, yeni verilen kararla müebbet hapis cezasına çarptırıldılar. Şimdi, çıkarılacak bir afla dışarı çıkmayı bekliyorlar. Ya da bu cezanın daha da hafifleyeceğini umut ediyorlar. Keza, işlenen töre cinayetleriyle, masum insanların canlarına kıyılması, kimi ağız dalaşı sonrası öfkeyle işlenen cinayetler, sudan sebeplerle işlenen cinayetler, gasp amacıyla işlenen cinayetler, işkence edilerek işlenen cinayetler ve daha nicelerine idam cezası verilememesi, toplumun vicdanını kanatıyor. Her cinayet sonrası vatandaşlar, idam cezasının neden kaldırıldığını soruyor ve yeniden getirilmesini ısrarla istiyorlar. Doğrusu da bu. Son olarak İzmir’de ortaya çıkan ve adına “seri katil” denilen bir sapığın üç masum insanı durduk yere öldürmesi, halkımızı iyice çileden çıkardı. İDAM, AMERİKADA VAR, BİZDE NEDEN OLMASIN? ABD gibi, güçlü ve medeni bir ülkede bile idam cezası kaldırılmadı. Avrupa Birliği’nin her dediğini yaptık ve yapıyoruz. Ancak, Türk toplumunu bu denli rahatsız eden ve cana kasteden suçlara karşı idam cezasını, mutlaka geri getirmeliyiz. Yüce yaradan, Kuran-ı Kerim’de de, cana kast edenlere ölüm cezası verileceğini, ”kısas” denilen yöntemle caninin aynı karşılığı bulmasını emrediyor. (Bakara/178, Maide/45) Bu canilere ve vicdanları kanatan suçları işleyenlere idam cezası mutlaka verilmeli ve yerine getirilmelidir. Hapse atıp onları ömür boyu beslemek yerine, kıydıkları canların bedeli kendilerine mutlaka ödetilmelidir. Böylece, öldürmeye ve kötü suçları işlemeye meyilli olanlara karşı da, caydırıcı bir önlem alınmış olur. Her şey hükümetin elinde. Tabii ki, Avrupa Birliği’ndeki patronlarından izin alabilirlerse.
|