Türk Ordusu ve Yargısı, bu iktidar tarafından tarihinde görülmemiş bir biçimde istiskal edildi. Ordusu ve Yargısı çöken bir ülkede, hiçbir şey ayakta kalamaz. AKP, acaba bunu mu yapmak istiyor? Son zamanlarda bu soru çok soruluyor. Ekonomik ve sosyal konumu ne olursa olsun, hemen bütün vatandaşların aklındaki soru bu ; “AKP, nereye gidiyor?” İster geniş sohbetlerde, isterse ayaküstü görüşmelerde olsun, vatandaşlar şimdi bu soruyu birbirlerine, hem de sıkça soruyorlar. Doğrusunu isterseniz, bu soru bana sorulduğunda, cevabını vermekte zorlanıyorum. Çünkü, yönünü şaşıran biri için nereye gittiğini sormak kadar, cevabını bulmakta insana ilginç ve şaşırtıcı geliyor.
BU YÜK, BU PARTİYE AĞIR GELDİ 2002 yılındaki siyasi boşluktan yararlanarak ilk girdiği seçimde tek başına iktidar olan Adalet ve Kalkınma Partisi, bu yükü “üç sebeple” taşıyamadı. Birincisi, AKP bu ilk seçiminde tek başına, hem de ezici bir çoğunlukla iktidar olabileceğini hayal bile etmiyordu. Ama onun hayal etmediği, bir gün içinde gerçek oldu. İşte beklemediği bu durum, AKP için ağır bir yük oluverdi. O, beklemese de, halk kendisine güvenmiş ve bu yükü onun sırtına yüklemişti. İkincisi, Genel Başkan Tayyip Erdoğan’ın birkaç yıl Belediye Başkanlığından öte, hiçbir devlet tecrübesi yoktu. Kimi arkadaşları Refah Partisi’nden gelmiş olsa da Hükümette olsun, Meclis Komisyonlarında olsun, geçmişte tecrübe kazanmış bir ekiple çalışmak mümkün olamamıştı. Üçüncü ve en önemli sebebe gelince, Tayyip Erdoğan ve arkadaşları bu ülkenin yönetimine dürüst bir anlayışla ve iyi niyetle talip olmadılar. Bu ifadeyi biraz daha açarsak, Tayyip Erdoğan’ın laiklik karşıtı söyleminden ötürü mahkum olması ve Cezaevinde yatması, buna sebep olanlardan “öç alma” gibi bir duygunun içine itti. O da, öncelikle bu duygusunu tatmin etmek için, bu işe soyundu. Yakın bir geçmişte, önceki partilerinin kapatılmış ve Genel Başkanlarının cezalandırılmış olması da, o ve arkadaşları için ayrı bir itici güç olmuştu. Bütün bu sebepler bir araya gelerek, ülkeye hizmet etmek düşüncesi ikinci planda kalınca, iktidar yükü bu partiye çok ağır geldi.
DARBE KORKUSUNA KARŞI, AVRUPA BİRLİĞİ İslam dinini ve bu dinin kutsal saydığı bütün değerleri istismar ederek politika üreten AKP nin en büyük korkusu, laik düzeni savunan Türk Silahlı Kuvvetleri’nin darbesine maruz kalmaktı. Avrupa Birliği’nin içindeki bütün ülkelerde Ordu asla siyasete karışmıyor, Genel Kurmay Başkanları bizdeki gibi doğrudan Başbakana değil, Milli Savunma Bakanı’na bağlı olarak görevlerini yürütüyorlardı. Birliğe aday bir ülkenin askeri darbe tehdidi altında olması ya da ülkede böyle bir olayın yaşanması, Birliğe katılma şansını ortadan kaldırdığı için, bu durum AKP nin işine geliyordu. O da biliyordu ki, üyelerinin hepsi Hıristiyan olan Birliğe bir Müslüman ülkenin alınması imkansızdı. Ancak, aday olmak bile bu tehlikeyi ortadan kaldırdığı için AKP, Avrupa Birliği hayaline sım sıkı sarıldı. Sarılmaya da devam ediyor. Bu durumu çok iyi bilen Avrupa Birliği de, diğer ülkelerin adaylıkları sırasında onlardan istemediklerini Türkiye’den istedi ve hepsini bir bir aldı. Birlik özellikle, kendilerinde olmayan böyle güçlü bir Ordunun yıpratılması için, iktidara kapalı ve açık her türlü desteği verdi.
ÜLKEMİZ, TALAN EDİLDİ Darbe tehlikesini askıya, kendisini de garantiye alan AKP, önce ülkenin milli varlıklarına göz dikti. Ve, “Özelleştirme” adı altında, bu varlıkların hepsini bir bir sattı. Hem de, ucuz pahalı ya da yerliye yabancıya demeden, hepsini kısa sürede elden çıkardı. Bununla da yetinmeyip, Para Fonu ile yaptığı anlaşmalarla TC devletini, kurulduğu günden bu güne kadar borçlanmadığı miktarda borcun içine soktu. Tahsil edilen vergilerle beraber toplanan bu paralar, hemen hiçbir hayırlı iş’te, yani ülke yararına olabilecek bir yatırımda kullanılmadı. Başbakanın “Şunu yaptık, Bunu yaptık” nutuklarına rağmen, göze batan ciddi hiçbir yatırım yapılmadı. Yapılanlar da, esasen yapılması rutin işlerden sayılan ve bazı göz boyamalardan öteye gidemedi.
YOLSUZLUKLAR, TAVANI DELDİ Her iktidar döneminde yolsuzluk yapılıyordu. Özellikle Turgut Özal’ın Anavatan Partisi’nin iktidarında, yolsuzluklar tam bir rezilliğe dönmüştü. Özal’ın eşi ve çocukları hakkında ileri sürülen iddialar, dinleyenin yüzünü kızartıyordu, ama onların yüzü kızarmıyordu. Mesela, kızı rüşvet olarak Jaguar marka, son model bir otomobili rüşvet olarak alırken yakalanınca arabayı geri vermiş, ancak ne kendisinin ne de ailenin yüzü hiç kızarmamıştı. Çok iyi hatırlıyorum. O dönemde, bu rezillikler konuşulurken hemen herkes, “Hiçbir dönemde, bu dönemdeki kadar yolsuzluk görülmedi ve bundan sonra da görülmez.” demişlerdi, ama öyle olmadı. AKP iktidarı, yolsuzlukta ANAP iktidarını mumla arattı. Başbakan ve arkadaşları, daha İstanbul Belediyesi’nde görev yaptıkları sırada yolsuzluk suçlamasına maruz kalmışlar, haklarında açılan davalar sonuçlanmadan, iktidar olup dokunulmazlık kazanmışlardı. Başbakanın, TBMM de yargılamayı bekleyen 29 yolsuzluk dosyasının olduğu sık sık söyleniyor. Keza, Belediyeden Meclise taşıdığı arkadaşları ile öteki kimi AKP li Vekillerin de çok sayıda dosyasının yargılanmayı beklediği biliniyor. Kimi suçlamalardan Başbakanı aklayan Müfettişlerle, kimi Savcı ve Hakimlerin ödüllendirildikleri, mesela kimi Müfettişlerin Vali yapıldıkları da biliniyor. ORDU’DAN, İNTİKAM MI ALINIYOR ? 1960 darbesi dahil, ülkemizdeki bütün askeri darbeleri yaşadım. Hiçbir askeri darbeyi tasvip etmem. 12 Eylül darbesi öncesinde her gün ortalama 30 kişinin teröre kurban gittiğini, o dönemi yaşayanlar çok iyi bilirler. Bunu durdurmanın çaresi, bir askeri darbeydi. Ancak, keşke bu terör olayları ve keşke bu darbe olmasaydı. 28 Şubat 1997 tarihinde, dönemin hükümetine karşı yapılan darbe uyarısı, daha sonra iktidardaki bu partinin kapatılmasına neden olmuştu. Bu partinin uzantısı olan AKP, bu olaya tepki olarak Türk Silahlı Kuvvetlerini hedef almış, doğrudan ve dolaylı olarak askere karşı pek çok eleştiride bulunmuşlardı. Şimdi yargıda olan darbe planı iddialarının ortaya atılmasından sonra, Ordu düşmanlığı had safhaya gelmiş, emekli-muvazzaf demeden, hem de üst düzeydeki bir çok komutan tutuklanmıştır. Ordu düşmanlığı tutuklamalarla sınırlı kalmamış, yandaş medya mensuplarının her gece televizyonlara çıkarak Türk Silahlı Kuvvetlerine saldırması, Orduyu aşağılayan açıklamalar yapmaları, Ordusuyla övünen Türk halkını derinden üzmüştür. Sözün kısası, geleceğimizin güvencesi olan ve Avrupa Birliği ülkeleri içinde en kuvvetli konumda bulunan Türk Ordusu, şanlı tarihinde bu iktidar dönemindeki kadar hiç aşağılanmamıştır. İKİNCİ BÜYÜK HEDEF; “YARGI” AKP, yargıya da düşmandı. Milli Nizam Partisi’nden tutun da, Fazilet Partisi’ne kadar her birinin uzantısı konumundaki AKP, bu partilerin yargı tarafından kapatılmış olmasının öfkesini, içinden bir türlü atamıyordu. Tayyip Erdoğan’ın Belediye Başkanlığından alınıp tutuklanması, her bir AKP linin “Hocam” dediği duayen liderlerinin aynı şekilde mahkum olması, AKP de yargı düşmanlığını iyice körüklemişti. Laiklik karşıtı eylemleri ve söylemlerinden ötürü partinin kapatılması için açılan dava kapatma ile sonuçlanmasa da, AKP nin “laiklik karşıtı eylemlerin odağı olduğu”, yüksek mahkeme tarafından ittifakla kabul ve tescil edilmişti. Kapatılma tehlikesi ise, her zaman devam ediyor. Bütün bunlardan başka, çok sayıda AKP li vekilin çeşitli suçlardan yargılanmak için gün saymaları, AKP de yoğun bir yargı düşmanlığı meydana getirdi. Bir gün, mutlaka gelecek olan “Hesap verme günü”nde bu tehlikeden kurtulmak için, öncelikle Anayasa Mahkemesi’nin, daha sonra da Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulu’nun yapısını değiştirmek gerekiyordu. Bu iki kurumun üyelerinin, AKP nin kendi yandaşları tarafından seçilebilmesi için, şimdi Anayasayı değiştirmeye çalışıyorlar. Esas amaç bu olup, Anayasanın değiştirilmek istenen diğer kimi maddeleri ise, teferruattan ibarettir. İşin vahim tarafı, yargıyı ele geçirmek isteyen iktidar, bu kurumu da aşağılamaya devam ediyor. Başbakanın, yüksek yargıçlar hakkında söylediği sözler, nezaket sınırlarını aştığı gibi, bu kurumu da milletin gözünde küçültmekten başka bir işe yaramıyor. Mesela, yargıçlar için “... İyot gibi açığa çıktılar.” gibi, aşağılayıcı, alay edici hafif benzetmeler yapması, adalet kurumuna karşı tam anlamıyla “hakaret” anlamını taşıyor.
AKP, NE YAPMAK İSTİYOR ? Başbakanın emir ve komutasındaki AKP, iktidarda tek parti olmanın, yoğun işsizliğe rağmen ekonominin iyi gittiğine inanmanın, yapılacak ilk seçimi tekrar kazanacağına güvenmenin, Orduyu ve yargıyı köşeye sıkıştırdığını sanıp, her ikisini de çaresiz gibi görmenin, muhalefetin pısırıklığının, ABD ile AB ve Arap dünyasını yanında hissetmenin, ele geçirdiği iktidarı babasının mirası ve çiftliği sanmanın inancına kapılıp, artık her istediğini yapacağını, önünde hiçbir engel kalmadığını sanarak, hakikaten kafasına her koyduğunu yapmaya çalışıyor. Tayyip Bey, rahmetli Adnan Menderes’le Turgut Özal’ı örnek alsa da, onlar hiçbir zaman böyle bir yanlışlığa düşmediler. Filvaki Menderes, Orduyu yedek subaylarla idare edebileceğini söylemiş olsa da, Tayyip Beyle kıyas edilemeyecek o küçük çaptaki hırçınlığının bedelini, hayatıyla ödemişti. Turgut Özal ise, Genel Kurmay Başkanı’nın atanmasında teamülleri bozmuş olsa da, görevi süresince askeri incitecek en küçük bir imada bile bulunmamıştı. Her ikisi de, yargı ile zaten hiç uğraşmadılar. Anayasadaki “Kuvvetler Ayrılığı İlkesi”ni, hem savundular, hem de yerine getirdiler.
BU MORAL İLE, ORDU VE YARGIDAN NE BEKLENİR ? Türk Ordusu, bu iktidar tarafından büyük hakarete uğramış ve yıpratılmıştır. İktidar mensupları, “Biz Orduyla değil, içindeki bazı kişilerle hesaplaşıyoruz.” dese de, o kişiler Ordunun her rütbedeki Komutanları ve gerçek temsilcileridir. Hatayı düzeltmek için söylenecek hiçbir söz, artık tevil götürmez. Bu moralle, yurt savunmasında Ordudan üstün başarı beklemek, eskisi kadar kolay olmayacaktır. Ne var ki Ordu, hak etmediği bu zorlukları da mutlaka aşacaktır. Keza yargı için de aynı şeyler söylenir. Bu süreçte Anayasa Mahkemesi ve HSYK dan tutun da, bütün yargı birimlerine karşı en ağır sözler söylenmiştir. Yüksek Yargının mensupları da, Genel Kurmay Başkanı gibi sık sık kurumlarını savunmak durumunda bırakılmıştır. Sadece kararlarıyla konuşan hakimler, iktidarla ağız dalaşına girmek zorunda bırakılmıştır. Geleceğinden endişe duyan kimi hakim ve savcılar, hatalı kararlar vermek zorunda kalmıştır. Mesela, gerek Ergenekon, gerekse Balyoz adı verilen davalarda bir mahkemenin tutukladığını diğeri salıveriyor, hatta aynı mahkemenin tutukladığını hakimi değişince yine o mahkeme serbest bırakıyor. Tutuklamalar da aynen böyle oluyor. İddialar aynı, sanıklar aynı. Biri salıyor, öteki tutukluyor. Adalet, bu mudur? Bu partiye oy vermiş bir kişi olarak, AKP ye karşı kişisel hiçbir husumetim yoktur .Okur-yazar bir kişi olarak da, bu küçük pencereden iktidarın hatalarını yazmayı, bir yurttaşlık ödevi gibi görüyorum. Ve, diyorum ki, “Ordusu ve yargısı çöken bir ülkede, hiçbir şeyin ayakta kalamayacağını, aklı başında herkes kabul eder. AKP, herhalde bunu yapmak istiyor.” |