Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde bir Kocakarı ile oğlu varmış. Oğlanın adı Mehmetmiş. Annesi çalışır, oğlu Mehmet yermiş. Hünersizmiş de biraz. Bir gün Kocakarı oğlu Mehmet’ e: ” Oğlum, bu güne kadar hep ben getirdim, sen yedin. Biraz da sen getir., ben yiyeyim” der. Bunun üzerine Mehmet, sırtına baltayı vurur, orman orman dolaşmaya başlar. Kesecek ağaç ararken, bir de bakar ki yılanın biri bir keçi yutmuş. Keçinin boynuzlarından yılanın ağzı gerilip kalmıştır. Bunu gören Mehmet, hemen gidip keçinin bir boynuzuna bir balta, diğerine bir balta vurur; yılan da keçiyi rahatça yutar. Keçiyi yutasıya kadar yılan, güzel mi güzel bir kız olur. Bu güzeller güzeli kız Mehmet’e: ” Dile benden ne dilersen” der. Mehmet, bir dileği olmadığını söyleyince, kız ona bir yüzük verir ve: ” Eğer bir dileğin olursa, iki rekat namaz kıl, sonra da yüzüğü yala. Karşına dervişler çıkar. Dileğini onlara söylersin” der. Mehmet yüzüğü alıp eve gelir. Eve gelir ama annesi onu eli boş görünce çok sinirlenir. Mehmet, akşam olunca iki rekat namaz kılar. Namazdan sonra yüzüğü yalar. Karşısına dervişler çıkar. ” Dile bizden ne dilersen” ” Sabaha kadar evin etrafını odunla doldurun” diye diler Mehmet. Mehmet sabah da iki rekât namaz kılıp, yüzüğü yalayınca, dervişler gene karşısına çıkar. Bu defa da: “Benim evim Gagagub Padişah’ inin evinden daha yüksek olacak.” diye diler. Ev hemen yükselir. Bunun ardından Mehmet, Gagagub Padişahı’ nın kızını, yatağıyla birlikte emreder. Sihirli yüzük sayesinde bu dileği de gerçekleşir. Biz haberi kimden verelim. Gagagub Padişahı’ ndan verelim: Gagagub Padişahı kızının kaybolduğunu anlayınca, kızını bulup getirene altın vereceğini halka duyurur. Halktan bir kocakarı Padişaha gelip: “Ben senin kızını kısa zaman içinde bulup sana getireceğim.” der. Kocakarının da bir küpü vardır. Bu küp de sihirlidir. Küpün içine girip ırgala küpüm ırgala deyince bir anda Mehmet’ in köyüne gelir. Köyde dilenci kılığında ev ev dolaşırken Mehmet’ in evini bulur. Kocakarı eve girip Gagagub Padişahı’ nın kızıyla dertleşiri. Mehmet de daha önce karısına onu, yüzüğün sihirli etkisiyle kaçırdığını söylemiştir. Kız bunu ağzından kaçırır. Sonrada yüzüğü alıp, koca karıya verir. Kocakarı iki rekât namaz kılıp, yüzüğü yalayınca dervişlere emrini söyler; ev eski haline, kız da saraya geri döner. Mehmet yalnız kalır. Yüzüğü de kaptırmıştır. Mehmet yüzüğü bulmak için köy köy dolaşırken, Gagagub Padişahı’ nın köyüne gelir. O gün de padişahın aşçısı ölmüştür. Mehmet de saraya aşçı olarak girer. Burada bir kedi besler. Çalışmaya başlayalı uzun zaman olmuştur. Bir gün padişahın kızını yalnız görünce ona saldırır. Hemen oradan askerler gelmeden kaçar. Ama kaçmak yetmez. Çünkü ertesi gün, köydeki bütün erkekler padişahın emriyle sarayın önünden geçecektir. Kız da kendisine saldıran kişiyi rahatça tanıyacaktır. Mehmet “Sarayın önünden geçsem bir dert geçmesem bir dert.” diye düşünür. Geçmese cellat olacak, geçse tanınacak. “Ama belki tanıyamaz.” diye düşünüp sarayın önünden geçer. Fakat iş düşündüğü gibi olmaz. Kız, onu tanımıştır. Hemen askerler onu yakalar, bir çuvalın içine koyup, sıçan kuyusuna atarlar. Kuyuda sıçanlar, çuvalın kenarından köşesinden yemeye başlarlar. Bu arada da Mehmet’ in sarayda beslediği kedisi, onun kokusunu takip ede ede sıçan kuyusuna gelir ve kuyuya atlar. Sıçanlar dört bir yana perem perem dağılırlar, saklanacak delik ararlar. Sıçanlar Mehmet’ e: “Arslanını tut. Yoksa bizi yiyecek.” derler. “Aslanımı tutarım ama siz de benim işimi göreceksiniz.” der Mehmet. Mehmet, kocakarıya kaptırdığı yüzüğünü tekrar almak ister. Bunun için de üç sıçan gönüllü olur. Bu sıçanlar da Zır Deli, Zır Zır Deli ve Hınzır Delidir. Bu üç sıçan yola çıkıp, Kocakarı’ nın evine gelirler. Kocakarı, evde yatıyordur. Evi didik didik ederler ama yüzüğü bulamazlar. Sonunda anlarlar ki yüzük, kocakarının ağzındadır. Zır Deli hemen gidip, kuyruğunu önce pekmez çanağına sonra da karabiber çanağına bular ve kocakarının burnuna kuyruğuna sokar. Bunun ardından kocakarı hapşırır, yüzük ağzından çıkar. Hemen yüzüğü alıp, Mehmet’ in yanına gelirler. Mehmet sıçanlardan son bir kez bir matara su ister. İki rekat namaz kılar, yüzüğü yalar. Karşısına dervişler çıkar ve Mehmet’ e derler ki: “Eee… Karısına sırrını bildiren kendisini sıçan kuyusunda bulur.” Kaynak: Hikayeler. com Kalın sağlıcakla.
İDDİA
Nasreddin Hoca, bir gün eşeğiyle odun getirir. Hava da cok sıcak olduğundan hem kendisi hem eseği kan ter içinde kalırlar. Hoca odunları indirir, yerleştirir. Karısına: - Hatun, eşek cok yoruldu, onu bir yemleyiver, diye seslenir. Karısıda o gün yorgun olduğundan: - Efendi, benim işim var, sen yemleyiver, der. Hoca sıcaktan iyice bunalmış vaziyette kendini minderin üzerine atar. - Olmaz! Hiç halim yok, veremem, sen ver der. Eşeğin yemini sen vereceksin ben vereceğim derken iş kızışır. Epeyce tartışırlar. En sonunda Hoca: - Pekala! Öyleyse aramızda bahse tutuşalım. Kim önce konuşursa eşeğe o yem versin. Anlaştık mı? der. Karısı teklifi kabul eder. İkisi de birer köşeye çekilirler. Az sonra kadın, el işini alarak komşuya gider. Hoca birşey diyemez. Aradan biraz zaman geçer. Eve bir hırsız girer. Hoca'yı görünce kaçacak olur. Ama Hoca'dan hiç ses ve tepki gelmediğini anlayınca kaçmaktan vazgeçer. Ortalıkta ne var ne yoksa koca bir çuvala doldurur. Hoca'nın gözleri önünde çuvalı yüklenerek evden çıkar. Karısı epey zaman sonra eve girip evin halini görür. Eşyaların yerinde yeller esmektedir. Telaşla: - Bu ne hal? Efendi! diye çiğlik atar. Hoca yattığı yerden doğrularak: - Haydi bakalım Hatun, bahsi kaybettin. Eşeğin yemini sen vereceksin! der. |